Ayasofya Müzesinin statü değişikliği ve İstanbul Sözleşmesinin iptali için sarf edilen enerjik çabalar, Türkiye’de kimi çevrelerce “seküler hayatın sonu” diye yorumlanıyor. Mevcut iktidarın otoriter/ totaliterliği, kamusal alanı daraltmak için seküler moderniteye savaş açtığı doğru bir tespittir. Diyanet İşleri Başkanının ilk cuma namazında, Ayasofya’da kılıçla yaptığı seramoni, sekülerizm karşıtı, bir meydan okuma olarak yorumlanabilir. Ortada böyle bir iradenin varlığı artık inkar edilemez bir durumdur. Ama asıl sorulması gereken soru şudur: Türkiye’de müesses nizam, bir bütün olarak, seküler olmayan yeni paradigmayı destekliyor mu? Seküler olmayan yeni hayatı stratejik bir hedef olarak benimsiyor mu?
Bu soruyu doğrudan yanıtlamadan önce, seküler hayata karşı vaziyet almaya çalışan iki sosyolojik olguya yani Türk tipi dindarlığa ve Türk tipi milliyetçiliğe daha yakından bakmak lazım. Tarikatlar ve cemaatler dışında, onları biraz parantez dışında tutmak kaydıyla, Türk tipi dindarlığın esasen cuma namazları ve din bayramlarla kimlik kazandığını söylemek, büyük bir hata olmaz. Anadolu dindarlığı olarak da ifade edebileceğimiz bu dindarlık, her şeyden önce radikal nitelikler taşımaz. En belirgin sembolü cuma namazı ve dini bayramlar olan bir mütedeyyinlik, kolayca seküler hayat tarzını toplumsal hayatın dışına sürmez.
Benzer sosyolojik nitelikler Türk milliyetçiliğinde de mevcuttur. Esas itibariyle Türk milliyetçiliği jakoben bir sekülerizmin ürünüdür. Türk milliyetçiliği, Atatürk milliyetçiliğini tarihinin hiçbir döneminde aşamadı. Sosyolojik olarak bu iki toplumsal kesim, kendi kimliklerini seküler bir hayat tarzı içinde biçimlendirdiler. Dolayısıyla bu iki sosyolojik kesimi, sekülerizm dışı bir hayata ikna etmek hiç kolay olmayacaktır. Bunun anlamı şudur: Sekülerizm karşıtı cephe kendi içinde sorunlu.
Ayrıca bugün iktidar olan ve son on yılda iki kez, sekülerizm dışında alternatif bir hayat oluşturma imkanı bulan güçler, bu tarihi şanslarını kullanamadılar. İlki, AK Parti iktidarının Gülen cemaatiyle kurduğu, gayriresmi işbirliğiydi. İki İslamist gücün ittifakından, İslamcı bir yönetim biçimi çıkamadı. Tam tersine, iki güç birbirine düştü ve kanlı bıçaklı hale geldiler. İkinci fırsat 15 Temmuz 2016 yılında yapılan FETÖ’cü darbe kalkışmasıydı. Hazır darbe iklimine girmiş olan Türkiye, kolayca rota değiştirebilirdi. Türk milliyetçiliğinin seküler damarı, sadece FETÖ’cü darbeyi önlemedi, aynı zamanda rejimin nitelik değiştirmesine de engel oldu. Cumhur İttifakının temelleri o günlerde atıldı.
Şimdi müesses nizamın, bu vaziyete ilişkin tavrını değerlendirebiliriz. Her şeyden önce müesses nizam prensip olarak NATO’cudur. Çünkü Ortadoğu’da Türkiye’nin tek güvenlik şemsiyesi NATO’dur. Türkiye’nin söz gelimi İran gibi, her yerde teşkilatlandırdığı yerel ortakları yoktur. NATO şemsiyesi olmadan, Türkiye Ortadoğu’da savunmasız bir av olur. Türkiye’nin son dönemde Ortadoğu’da uyguladığı jeopolitik stratejisi bile ancak NATO üyeliği avantajlarıyla uygulanabiliyor.
Müesses nizam ülkenin ekonomik olarak büyük bir kriz yaşadığını herkesten daha iyi biliyor ve kesinleşen AB karşıtlığının ödenemez bir maliyet yarattığının farkında. Bu bağlamda Avrasyacılık yeterli ekonomik güvenceler üretmekten çok uzak. Sözün kısası Türkiye hem NATO’ ya muhtaç hem de AB desteğine.
Haklı olarak şu soru sorulabilir; madem durum bu o zaman AK Parti siyasetini, daha doğru bir ifadeyle AK Parti dış politikasını nasıl izah edeceğiz. Bu durumun geçici ve konjonktürel olduğuna inanıyorum. Küresel düzeyde dünya son on yılda, demokrasiyi ve demokratik kültürü önemsemeyen, adeta küçümseyen bir derin dalganın etkisinde kaldı. Trumplar ve Putinler bu süreçlerin ürünü. Kanımca bu derin dalga geri çekilme emareleri gösteriyor. Belki de Kasım ayında yapılacak ABD Başkanlık seçimleri, bu süreç için milat olacaktır.
Türkiye’de cereyan eden seküler karşıtlığının bir devlet politikası olduğunu düşünmüyorum. Müesses nizam Kürt meselesi için sessizliğini koruyor, muhalefet de AK Parti’nin hızla boşalttığı merkezi doldurma duygusuyla, sessizlik siyasetini sürdürüyor.
Türk tipi İslamcılık ve Türk tipi milliyetçiliğin elbirliğiyle inşa ettiği BEKA siyaseti çöktü. Açık ki söz konusu siyaset, Cumhur İttifakını iktidarda tutmaya yetmiyor. Özellikle de AK Parti saflarında görülen çözülme, siyaseti sekülerizm karşıtlığına itiyor.