İnsanın varoluşu ve kimliği, sahip olduğu dile bağlıdır. Kendini ifade etme ve bir topluluğa dâhil olabilme, dil vasıtasıyla gerçekleşebilmektedir. Bununla birlikte dil olgusu, özellikle devletleşmemiş toplumlarda çatışmalara ve başkaldırılara neden olduğu gibi sömürü aracı olarak da kullanılmaktadır. Bu nedenle sadece arkaik zeminlerde yer edinen, yok olmanın eşiğine getirilen dillerin, varlıklarını devam ettirebilmeleri için gerçek, çoğulcu ve çözümcü bir demokrasinin yapılanması gerekmektedir. Yok sayılan ve çeşitli baskılara maruz kalan dillerden biri de Kürtçedir.
Diller de canlı organizmalar gibidir, özgür bir ortamda kullanıldıkça gelişir ve doğurganlaşır. Kürt dili, tarihin ve uygarlığın en eski dillerinden olması dolayısıyla tüm yasaklara ve yok edilme politikalarına direnerek varlığını koruyabilmiştir. Bu anlamda dilbilim çalışmaları büyük önem taşımaktadır. Dilsel çalışmalar, disiplin ve geniş çaplı araştırma isteyen alanlardır. Bu alanda çalışma yapanlar da oldukça azdır. Uzun yıllardır Romanya’da yaşayan Ali Husein Kerim’in Mayıs 2019’da çıkan yeni kitabı Kürtçenin Etimolojik Sözlüğü (Karşılaştırmalı) bu anlamda önemli çalışmalardan biri sayılabilir.
Ali Husein Kerim, doğduğu coğrafyanın bütün kırılmalarına, sömürüsüne ve katline rağmen tutkuyla çalışmalarına devam eden ve kültürel mücadelenin gerekliliğine olan inancını yaptığı çalışmalarla kanıtlayan aydınlardan. Ezilen toplumların varlığını koruyabilmesi ve özgürleşmesi için kendi dilleri ve kültürleriyle yaşaması gerekmektedir. Çünkü anadiliyle bağı kopan insan kendine yabancılaşır, özne olmaktan çıkıp nesneleşir, şeyleşir!
ANA DİLDE EĞİTİM ALAMAMANIN SONUCU DİLSEL VE KÜLTÜREL TRAVMADIR
Yazar çalışma alanını zaman olarak “Şu anda benim yapmış olduğum veya yapmakta olduğum çalışmalar, başka coğrafyalarda aydınlar tarafından onlarca hatta yüzlerce yıl önce yapılmış ve yapılıyor” şeklinde konumlandırırken bir geç kalınmışlığa gönderme yapıyor. Bunun yanı sıra Kürdistan coğrafyasında kültürel çalışmaların engellerle karşılaşmasına, tahrif edilmesine ve sömürülmesine dair ise şunları söylüyor: “Bizim coğrafyada bu tarz çalışmalar gecikmeli olarak yapılmış olsa da sonuçta var olan bir şeyin yeniden dillendirilmesi, tarihi hafıza kapaklarının yeniden açılması gerekiyor. Ülkemizdeki siyasal, sosyal ve kültürel gelişmeler öylesine karmaşıklaşmış ki, neyin nereden ve nasıl geldiğini, kime ait olduğunu kestirmek zordur. Çünkü kendimize ait olan şeylere bile yabancılaşmışız. Ülkemizin adı gibi dil ve kültürümüz de çalınmış, tahrif edilmiş ve yasaklanmıştır.” Aslında çoğumuzun geçmişte ve bugün tanık olduğu trajediyi özetleyen görüşün temelinde eğitim problemi yer almaktadır. Kürdistan coğrafyasında ana dilde eğitim alamamanın sonucu dilsel ve kültürel travmadır. Bunun içindir ki, baskı altında olan yasaklı dille stranlara sıkıca sarılarak bağ kurulmakta, öz benliğe saygı ise Kürtçe isimlerde anlamını bulmaktadır.
Husein Kerim, insanlık mirasının izlerini takip ettiği yolu şöyle açıklıyor: ʺİbni Haldun ʽCoğrafya kaderdirʼ diye belirtmiştir. Böyle bir durumda benim makus kaderim de kırılmış, yaralı ve bitap düşmüş ülkemin coğrafyasına göre belirlenmiştir. Ben de, ‘kırılmışı perçimleyip birleştirmek’, ‘yaralıyı tedavi etmek’, ‘bitap düşmüşü dinlendirip güçlendirmek’ için bir şeyler yapmak zorundaydım. Elma artı armut, eşittir hepsi ayvadır çarpıklığına son vermek gerektiğine inandım ve işe kelimelerin izini sürmekle başladım.” İnsan belleğinin sözcükler aracılığıyla izini süren Husein Kerim, toplumun umudunu ezen bütün erklere karşı çalışmalarını sürdürmeye devam ediyor. Bu konudaki görüşlerini ise şu sözlerle dile getiriyor: ʺHalkımız için çok önemli -hatta en önemli- bir özgürleşme mevzisi olduğunu kavradım. Halk olmanın olmazsa olmazı; özgürlüğün ilk adımı olduğu gibi dilimizi esaretten kurtarmakla başlar.”
SÖMÜRGENİN MADDİ YÖNÜ SÖMÜRÜ VE TALANI ESAS ALIR
Bireyleri tarihleriyle kopuk, yalıtılmış bir hale getiren nedenleri ve sömürge psikolojisine dair düşüncelerini sorduğumuzda ilk olarak sömürüyü “insan emeğinden azami derecede yararlanması olayı” olarak gördüğünü belirtiyor. Sömürge hakkındaki görüşlerinin devamı ise şu şekilde: “Sömürgenin maddi yönünün sömürü ve talanı esas aldığı muhakkaktır. Manevi yönü ise kendi milletinin üstün ırk olduğunu kabul ettirmesidir. Bunu hem milletine benimsetir ve hem de sömürgeleştirdikleri ülke halkına da kabul ettirmeye çalışırlar. İşte bugün Kürtlerde var olan gerçeklik buna örnektir. “Bir Türk cihana bedeldir!”, “Ne mutlu Türküm diyene!” vs. gibi söylemlerle Türklere ırkçılık benimsetilirken, “Kürtler devlet olamaz”, “Kürtler kendi aralarında birleşemez”, “Hz. Muhammed birleşmesinler diye Kürtleri lanetlemiş”, “Kürtçe bilim ve edebiyat dili olamaz!…” Bu söylemlerden yola çıkan yazar, dayatmalar ve inkâr yoluyla Anadolu toplumlarının genel anlamda uğradığı kültürel yok oluşun nedenlerine değiniyor.
Benzerlerini ehlileştiren ve öldüren, yaptıklarını egemen bir duyguyla zaferleştiren ülkelerde yaşamak zordur; geçmişlerinde var olan mitsel kalıntılar, gelenekler, görenekler üzerine yaşamlarını sürdürseler de eril iktidarların kültürel istilası, ezilenin artık istila edenin gözüyle yaşadığına kanıttır. Yazarın yıllardır diasporada yaşaması, çalışmalarında aksaklıklara neden olsa da doğduğu coğrafya ve kültürüyle olan bağını şah damarından yakın tuttuğu aşikâr. Kültürel sömürüden kaynaklanan olayları “Kürt diye bir şey yoktur,” “Kürtler Türktür,” “Türkçe konuş, çok konuş” gibi çeşitli söylemlerle örneklendiren Ali Husein, bu asılsız söylemlerin devlet eliyle nasıl şekillendiğini de anlatıyor.
Psikolojik açıdan aşağılanmış olan milyonlarca Kürt’ten bazıları, “kraldan daha kralcı” olarak azgın sömürgeci egemenlerin eline su dökmüştür. Kürt oldukları söylenen “İnönü, Ecevit, Cemal Gürsel, Turgut Özal, yüzlerce çete ve korucu başı vb. yöneticileri bu durumun misalleridir.” Yazar, kültürel değerlerinin kaybolması noktasında herhangi bir endişe duymayan ve bulunduğu konum itibariyle özünü tahrip eden bireylerin tipik örneklerini verirken Kürtlerin durumunu sadece bir sömürge halkının psikolojisi ile izah etmenin yeterli olmadığını, Türklerin de psikolojik olarak bir şekilde bu sürece dâhil olduğunu açıklıyor.
DEVLETLE TOPLUMUN DİLİ AYNI DEĞİLDİR
Uygarlığın gelişimi dile sıkı biçimde bağlıdır. İnsanların dil olgusunu üstünlük aracı olarak görmesi, 18. yüzyıl ve sonrasında dilin siyasî amaçlarla kullanılmasına neden olmuştur. Bu süreç milliyetçilik/ulus hareketleriyle paralel zamanlara denk gelmiştir. Elbette dilin kültürle olan bağı hep güçlü kalmıştır ancak dilin devlet ve toplum açısından farklı algılandığını belirten Ali Husein: “Devletle toplumun dili aynı değildir. Devletin dili hukuk, tıp, coğrafya, vb. konuları kapsar. Kürt, Türk, Arap, Fars hatta İngiliz halkları devlet dilini avukat, hakim, savcı, profesör, imam veya rahip gibi aracılardan öğrenir. Hatta onlar bile tam olarak bilmezler, ancak ihtiyaç olduğunda bu hususta hazırlanmış kitaplara müracaat ederler. Halkın dili ise esas olandır. Bu bakımdan hukuk, bilim, tıp vb. dili de yani devletin dilini de dışlamamak koşuluyla halkın dilini esas almak gerekir.” diyerek halk dilinin önemini vurgulamaktadır.
RUHSAL İNTİHAR BİR BÜTÜN OLARAK HALKIN YOK OLUŞUNA NEDEN OLUR
Devleti, dilin gelişimi açısından havza olarak algılarsak insanların bireysel çabaları sayesinde dilin kaybolmayacağı söylenebilir. Fakat devletin yokluğu, dilin kaybına neden olmamalıdır. Bu bağlamda yazar, “Kürtçeye ağırlık vermenin faydası yok” demenin iyi bir düşünce olmadığını ısrarla vurguluyor: “Çünkü bunu savunmak ve yapmakla ruhsal intihar yapılmış sayılır. Fiziksel intihar bireylerin kaybına, ruhsal intihar ise bir bütün olarak halkın yok oluşuna neden olur. Dil bağımsızlığın sembolü olmaktan da öte bir şeydir. Çünkü bağımsız olup da birden çok dil konuşan ülkeler vardır. Dil insan olmanın sembolüdür diyebiliriz. Daha net olarak söylemek gerekirse dil hem hafıza ve hem de metafordur.”
Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze “teklik” düşüncesi birçok alanda baskın olmuştur. Öyle ki Mezopotamya’da/Kürdistan’da doğal ve beşeri yapılara “dağa, taşa, köye, caddeye” “tek dil”in dayattığı sözcükler yazılmış ve yazılmaya devam edilmektedir. “Tek dilli” coğrafyalarda diğer dillerin varlığının devam etmesinin devletin bütünlüğünü riske edeceği, farklılıklar arasında düşmanlaşmayı beraberinde getireceği yargısı, egemen dilin güdümünde olmayan her dilin “sorun” yaratacağı gerekçesiyle ortadan kaldırılması düşüncesini doğurmaktadır. Bütün bu durumları ve yaşanmışlıkları dikkate alan yazar: “Kürt dili ve kültürünü yok sayarak, yasaklayarak hatta kendisininmiş gibi tanıtan iktidarlar üstünlük tasarlarlar. Yani kendi zayıf ve cılız kültürel oluşumunu güçlendirmek için güçlü olanı kendisininmiş gibi gösterir. ‘Bu doğru değildir’ diyenleri ise kanla ve barutla susturur. Şöyle ki, her ülkede olduğu gibi sömürge ülkelerde de ʽihtiyaçlar hiyerarşisiʼ denilen bir olay var, Kürtlerin de ha keza öyle” demektedir.
Dil; toplumun dilbilimcileri, aydınları, yazarları ve tarihçileriyle gelişme kat eder. Dolayısıyla her birey ait olduğu toplumun kültürel değerlerini yaşamın gerekliliği ve sürekliliği açısından temel referans noktası olarak görmelidir. Çünkü egemen dillerle kendini var edenler, sömürge psikolojisinin en belirgin halini yaşamaktadırlar. Bu açıdan aydınlara, yazarlara ve dilbilimcilere çok görev düşmektedir. Bu noktada bütün siyasi baskılara rağmen çalışmalarından ödün vermeyen ve Kürtçe adına yaptığı çalışmalarıyla dikkat çeken isimlerden biri Celadet Ali Bedirhan. 1932’de Celadet’in çıkardığı ʺHawarʺ dergisinin Kürt edebiyatında ayrı bir yeri vardır. Daha da eskiye gidilirse Miqtad Mithat Bedirxan’nın 1898’de Kahire’de çıkardığı ʺKürdistanʺ gazetesi gibi çalışmaları, Feqiyѐ Teyran, Melayı Ciziri, Ehmede Xanileri hatırlamakta ve gerçek özü hissetmekte umut vardır.
Kürtçe adına çalışanlar hakkında Kerim’in düşünceleri şöyle: “Kürt aydın ve yazarları da Kürt halkının ʽihtiyaçlar hiyerarşisiʼ temelinde yazmak ve yazdıklarını topluma ulaştırmak zorundadırlar. Kürtlerin ʽihtiyaçlar hiyerarşiʼ o kadar uzun bir meseledir ki, bundan sonra bile onlarca yıllık araştırmalar gerektirir. Dil, edebiyat, tarih, kültür vb. çalışmalar ʽihtiyaçlar hiyerarşisiʼnin eşik taşlarıdır denilebilir. Yurtsever, demokrat veya liberal yazar veya çizerler gerçeğin arayıcılarıdır. Bunlardan naçizane birisi olarak ben de gerçeğin arayışını yaptım ve bazı isabetli şeyler tespit ederek doğruya ve haklıya hizmet etmeye çalıştım. Kürtçenin Etimolojisi Sözlüğü – Karşılaştırmalı kitabım bunun bariz bir örneğidir.”
Kürt diline dair yapılan çalışmaların yetersizliği ve lokalle sınırlı kalmasının birçok nedeni var. Çoğunlukla kabul edilen neden devletsizliktir, ancak Ali Husein’e göre bu neden tek başına ciddi bir gerekçe değildir. Çünkü güneyde bulunan Kürdistan’da dahi dil üzerine çalışmalar yapılmamakta ya da planlı bir şekilde engellenmektedir. Yazara göre “Güney parçasının Kürtçe konusunda ilk atacağı adım, tercübe aktarımını sağlama çalışmaları olmasıdır.” Kürt dili adına yapılan az sayıda çalışmanın bir kısmı yabancılara aittir. Ancak bu çalışmaların da Kürtçeye/Kürtlere aktarımı yetersiz kalmaktadır. Yazar, önemli çalışmaları sunumlar yoluyla Kürt dili meraklılarına anlattıklarını, bunların Kürdistan’daki yasakçı zihniyeti ve katı inkârcılığı aşabilecek gücü bulamadıklarını ancak Avrupa’ya göç eden Kürt aydınlarının çalışmalarından Kürt halkını haberdar ettiklerini belirtiyor.
Ali Kerim’in Kürtçenin Etimolojik Sözlüğü (Karşılaştırmalı) eserinin hazırlanması için uzun zamana, bilimsel kaynaklara, maddi desteğe ve çok sayıda uzmana ihtiyaç duyduğunu söyleyebiliriz. Bu tarz çalışmalar için devletlerin ilgili kurumları dev harcamalar yapmayı esirgemeseler de Kürt araştırmacıların böyle bir imkânı olmamaktadır. Bu noktada “devletin olmayışı” en önemli neden olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte çoğu Kürt aydınının ve sanatçının neden kör, yetersiz ve birbirine desteksiz kaldığı merak konusu.
KELİMELERİN KÖKENİNE İNDİĞİNİZDE ZORLAYICI KOŞULLARA SAHİP OLDUĞUNU HİSSEDERSİNİZ
Bir eseri hazırlamak için zamana ve entelektüel birikime ihtiyaç vardır. Ali Kerim de “Roman yazanlar bile kitapta geçen olayların akışını az da olsa araştırma temelinde yaparlar. Peki dil, tarih veya bilimsel çalışmalar nasıl olabilir? Bunlar apayrı şeylerdir. Ne eğitim bakanlığınız, ne üniversiteniz ve ne de akademiniz var, Kürdistan’da ve diasporada her şey aşırı derecede siyasete endeksli olarak yürütülüyor ve çalışmalarınıza sponsorluk edecek kimse bulamıyorsunuz. Özgürlük için oluk oluk akan kanın bedeli olan kazanımlardan ancak “yaranmacılar” faydalanıyor. Yaranmacıdan aydın ve araştırmacı olunmaz ortaya çıkaracakları şeyler kalitesiz ya da tekrardan ibarettir” diyerek Kürt dili ve tarihi hakkında birçok eksikliğin olmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor. Bu rahatsız edici koşulları şu şekilde örneklendiriyor: ʺÖrneğin, daha doğru dürüst olarak Kürtçenin ergatifliği üzerine her hangi bir çalışma yapılmamıştır. Şimdiye kadar bu durum çok sınırlı bir özne ve nesne dönüşümleri ile izah edilmeye çalışılmıştır. Bu sorununda bir an önce haledilmesi gerekir.ʺ Günümüzde olumlu olarak görülen çok sayıda Kürtçe dilbilgisi ve konuşma kılavuzlarının yayımlanmasında iki önemli yanılgının olduğunu söyleyen yazar, bunların ya eskinin tekrarı ya da yöresel düzeyde kaldığını açıklıyor. Etimolojik bir sözlük hazırlamanın çok daha farklı bir boyut olduğu aşikârdır. Çünkü Ali Kerim’in ifadesiyle ʺKelimelerin kökenine indiğinizde, orada atalarınızı, akrabalarınızı, eski ve yeni komşularınızı, kendinizi görürsünüz ve bunun çok katmanlı, zorlayıcı koşullara sahip olduğunu hissedersiniz.”
Çalışmalarının sürekliliği için maddi desteğe ihtiyaç olduğunu belirten yazar, hiçbir kurumdan destek almadan, kendi öz emeğiyle bir şeyler yaratmanın zor(unlu)luğunu da dile getiriyor. Kitabın yazılması, basılması için maddiyatın gerekli olduğunu biliyoruz ancak yazarın belirttiği koşullar ayrıca harcanın emeğin ne boyutlarda olduğunun göstergesi: ʺŞahsi ihtiyaçlarımı kısarak, ve ailemin ihtiyaçlarını asgari düzeye indirgeyerek yapabiliyorum. Sonra, kitapları alıp ʽbu festival senin, o gece benimʼ diyerek kendim satıyorum. Böylece elde ettiğim birkaç kuruşla bir kitap daha yazabilme olanağını elde etmiş oluyorum. Onlarca kitabın içerisinde Türkiye’de sadece iki kitabım yayımlandı. Doğal olarak bundan maddi çıkar gözetmiyorum, diasporada olduğum için zaten her şey kontrolüm dışındadır.ʺ
Dili sadece bir konuşma aracı olarak değerlendirmenin yanlışlığını anlatan yazar, Kürtlerin, Paleolitik Çağ’dan günümüze kadar olan tecrübelerinin görsel ve daha sonraları yazısal duyurumlarla gelecek nesillere aktarılmasına değinirken insanların kendilerini ait hissettikleri etnisitenin belirlenmesinde dil olgusunun önemine de vurgu yapıyor.
HER SÖZLÜK BİR MEDENİYETİ TEMSİL EDER
Dünya dillerinin birbirinden bağımsız olmadığını, birbirleriyle olan etkileşimleri neticesinde varlıklarını sürdürebildiklerini biliyoruz. Bu konuda Husein Kerim de ʺHerhangi bir dilin etimolojik sözlüğü hazırlandığında sadece o dili bilmek yeterli değildir. O dilin ortaya çıkmasını sağlayan tüm toplumsal bileşimlerinin de araştırılması gerekiyor. Her sözlük bir medeniyeti temsil eder. Etimolojik sözlükler ise o medeniyetin nerede ve nasıl ortaya çıktığını araştırır. Bu durumda dillerin tamamen bağımsız oluşundan söz edilebilir mi?ʺ sorusuyla dillerin etkileşimini irdeliyor.
Kürtlerin sosyal, ekonomik, kültürel ve düşünsel alanlarda önemli mesafeler katettiğiyle ilgili açıklamalar yapan yazar, aşağıdaki bazı sözcükleri örnek olarak veriyor:
nêçîrvan: avcı, şivan: çoban, bêrivan: sağımcı
cotkar: çiftçi, hesinkar: demirci, kârker: işçi
behremend: yetenekli, hunermend: sanatçı, dewlemend: zengin
Yukarıdaki sözcükler ve karşılıkları dikkatlice incelendiğinde Kürt toplumunun sanattan çiftçiliğe kadar yaşamının sözcüklerde nasıl yer edindiğini görebiliyoruz. Yazarın verdiği örnekler birçok konuya ışık tutması açısından son derece önemlidir: ʺÇünkü bir uygarlığın gelişim seyrini ifade etmektedirler. Sonu –van ile biten ve mesleki kelimeler avcılık ve çobancılık dönemine aittir. Sonu –kar/-ker ile biten sözcükler yerleşik hayata geçişi ifade ederler. Bu tür kelimeler tarım ve madenciliğin yapıldığı döneme aittirler. Sonu –mend ile bitenler ise kültürel yoğunlaşmayı, entelektüel birikimi ve sermaye birikiminin başlandığı dönemi vurgulamaktadırlar.ʺ Yukarıdaki bu üç grup sözcük, uygarlığa geçiş süreçlerini yansıtmaktadır. İşte bu yüzden yazar, “Her sözlük bir uygarlığı ifade eder” demektedir.
Yazara emeğinin süreklilik gösterecek şekilde olmasını sağlayan, çalışmalarına kaynaklık eden, umut ve mutluluk dayanaklarını sorduğumuzda şu cevabı alıyoruz “Çalışmalarıma kaynaklık eden en belirgin şey yaşama bakış açımdır. Ruhsal şekillenmemi sağlayan şey, çocukluğumda annemin kulağıma tınladığı ninniler olmuştur. O ninniler ruhsal şekillenmeyi sağlar ve bir kavim, halk veya ulusun oluşumuna katkıda bulunur. Bendeki etkisi de ninnileri oluşturan kelimeleri derine araştırma biçiminde olmuştur. Bu arada ne annemi ne de kendimi unutmuşum ve anadilin önemine inanmışım.”
Yazarın ülkesinden uzak olması, kendi kültürüne dair çalışmaların zorluğunu arttırıyor. Bu zorlukları “Başka bir ülkede yaşamak insanda üç temel değişime neden olmaktadır. Birincisi, geçmişten kopamıyorsunuz; ikincisi yeni bir dil ve kültürü öğrenirken eskiyle karşılaştırıyorsunuz; üçüncüsü elde ettiğiniz tecrübeler doğrultusunda eskiyi araştırmaya başlıyorsunuz. Özcesi bir halkın en önemli varlığı onun dilidir ve bunun her yönüyle araştırılması gerekir. Benim de yaptığım bu olmuştur. Halkıma ve insanlık bilimine bir nebze de olsa yararım olmuşsa benim için büyük bir onurdur.” şeklinde ifade eden yazarın her şeye rağmen bilime ve halkına katkıda bulunabilmenin onuruyla kifayet ettiği görülüyor.