Altan Tan
Türkiye günlerdir Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) açılış günü Devlet Bahçeli'nin milletvekillerinin ellerini sıkmasını konuşuyor.
Neden konuşuyor?
Aslında bu sorunun cevabını hepiniz biliyorsunuz.
Devlet Bahçeli daha düne kadar "DEM Parti PKK'nın partisidir; bu milletvekilleri de PKK'lıdır, bölücüdür, vatan hainidir. Acilen DEM Parti kapatılmalı, bunlar da hapse atılmalı. Hatta DEM'i (ondan önce HDP'yi) kapatmayan Anayasa Mahkemesi de kapatılmalıdır" diyen kişi.
Halk arasında güzel bir laf var:
Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü?
Bir anda tamamen farklı bir kulvara girilmesi siyasette, dostluk elinin, barış elinin uzatılması tabii ki tartışılacaktı ve günlerdir bu konu gündüz gece bütün televizyonlarda, gazetelerde tartışılıyor.
Ben uzun uzadıya ne oldu, nasıl oldu, kim ne dedi, bunlara girmeyeceğim. İşin gerisine de gitmeyeceğim. Çünkü yıllardır bunları konuşuyoruz.
"Çözüm sürecinde tamamen olumsuz bir tavır takılan ve bunu bir ihanet hareketi olarak nitelendiren Devlet Bahçeli'ye bugün ne oldu?"
"CHP o gün öyle diyordu, bugün ne diyor?"
HDP için de DEM için de "seni başkan yaptırmayacağız" söyleminden bugüne kadar gelen bu çelişkili ve tam zıt hareketlerde bulunan şahıslar bugün ne oldu da birdenbire manevra aldılar?
Bunların her birisi uzun uzadıya konuşulacak şeyler... Onlara girmeyeceğim.
Ama özetlersek; bu 15-20 günlük tartışmaları birkaç başlık altında toplayabiliriz:
1. Türkiye dışarıda sıkıştı; Suriye'de, Lübnan'da, Gazze'de... Türkiye'nin Ortadoğu'da Kürtlere ihtiyacı var. Veya Kürt sorununun, Kürtlerin Türkiye'nin aleyhine bir pozisyon almalarını engelleme, hatta mümkünse Türkiye'nin yanında onları konuşlandırma zorunluluğu.
2. İçeride işler karışık. Ekonomi kötü, iktidar bocanıyor, bir türlü toparlanamıyor.
3. Herkesin en fazla üzerinde durduğu mevzu; Tayyip Erdoğan bir kez daha başkan olmak istiyor, Cumhur İttifakı da iktidarda kalmak istiyor. Onun için Özgür Özel'e el uzatıldı, bir "yumuşama" iklimine girildi. Yetmedi demek ki DEM Part ile farklı hesaplar içerisindeler. Ve önemli bir kesim, özellikle Türk solu, ulusalcı çevreler, Tayyip Erdoğan'a ve AK Parti'ye kuruluşundan bugüne kan davası şeklinde savaş açmış çevreler, bir kez daha kendilerini kurtarmak için bir hamle yapıyor, yorumlarında bulunuyor.
Kürtleri "bedavaya kullananlara" sesleniyorum
Bunların hangisi doğru, hangisi yanlış, hangisi ne kadar doğru?..
Çünkü bazı şeyler de kısmen doğrudur, yüzde 100 doğru olmasa da...
Peki hangisi yanlış?
Dediğim gibi bunları da konuştuk, bana göre bunları da tükettik.
Ben şuraya gelmek istiyorum:
Şu an genel kanaat bunu AK Parti'nin, MHP'nin yani Cumhur İttifakı'nın kendi yararı için bir hamle olarak değerlendireceği; yani daha basit bir cümleyle, iktidarda kalabilmek için bir dönem daha Tayyip Erdoğan'ın seçilebilmesi için kullanacağı yönünde baskın ve yaygın bir kanaat var.
Bunu da eleştirmeyeceğim. Çünkü bundan evvel eleştirdim, bu konuyla ilgili bir sürü şey söyledim.
Ben Kürt siyasetçilere ve Kürt siyasetçilerin yanında bugüne kadar Kürtleri "bedavaya kullananlara" sesleneceğim.
Bedavaya kullanmak ne demek?
Ölümüne bir Tayyip Erdoğan düşmanlığı, ölümüne bir çözüm süreci düşmanlığı; yani çözüm isterken çözüm süreci düşmanlığı, işte "seni başkan yaptırmayacağız" gününden bugüne kadar devam eden bir süreç kamplaşma ve bunun karşılığında da Kürtlere, Kürt sorununa, Türkiye'nin demokratikleşmesine hiçbir şey vermemek.
Ne demek istiyorum; daha basit bir ifadeyle, işte HDP, bugünkü DEM Parti Kemal Kılıçdaroğlu'nu destekledi, Ekrem İmamoğlu'nu iki sefer destekledi. Tabii ki sadece Ekrem İmamoğlu'nu da değil, yani Adana'da, Mersin'de, Bursa'da seçimin kritik olduğu her yerde Kürt oyları belirleyici oldu.
Peki Kürtlerin eline ne geçti?
Yani İmamoğlu'ndan mevki, makam, ihale yönünde de bir değerlendirme yapın.
Bürokratik atamalar yönünde de bir değerlendirme yapın.
Türkiye'nin demokratikleşmesiyle, Kürt sorununun çözülmesiyle ilgili de bir değerlendirme yapın:
Bugüne kadar Kürtleri yanında bedava kullananlar ne söyledi, ne yaptı, ne bildi?
"Bunlar bir şey vermedi, hadi tekrar Tayyip Erdoğan'a dönelim" gibi bir kolaycılık ve basitlik içinde de değilim. Hayatım boyunca da olmadım.
Ama şunu söylüyorum;
Bugün her ne sebeple olursa olsun, yani daha basit konuşalım:
İktidar ayakta kalmak istiyor, Tayyip Erdoğan bir sefer daha seçilmek istiyor.
Yani burada duralım. Farz edin ki böyle, yani diğer iç dış etkenler, devletin alabileceği daha uzun vadeli kararlar, bunların hepsini devre dışı bırakalım...
Farz edin ki kendilerini kurtarmak için bir operasyon içindeler.
Peki, bu kendilerini kurtarma mecburiyetinde olan insanlardan siz bugün ne elde edebilirsiniz?
Siz ne kurtarabilirsiniz?
İşte siyaset bu.
Yoksa siyaset bir aşk ilişkisi değil.
Hani derler ya; "aşk evliliği mi, mantık evliliği mi?"
Tabii ki esas olan aşk evliliktir ama dönün bakın piyasada evliliklerin maalesef yüzde 90'ı mantık evliliğidir.
Yani hesap kitap işidir. Hatta aşk evlilikleri bile çok kısa bir dönemin ardından, "cicim ayları" dedikleri dönemler bittikten sonra, hesap kitaba döner .
Siyaset de kökünden böyle bir şey.
Kimse, halkın dediği gibi, "babasının hayrına kimseye bir şey vermez."
Mecburiyetler, zorunluluklar, sıkışıklıklar bazı adımların atılmasını gerektirir.
Dünyadaki işçi hakları, sendika hakları, kapitalizme karşı emekçi kesimin elde ettiği bütün haklar, hiçbirisi patronların, kapitalistlerin, tüccarların, halkı soyanların babasının hayrına verdikleri haklar değil.
Hepsi mecburiyetten, mücadeleden, karşılıklı müzakerelerden sonra ortaya çıkan, on yıllar içerisinde şekillenen haklar.
Bugün de eğer hükümet, AK Parti, velev ki mecbur ise bile Kürt siyasetinin veya Türkiye'deki demokrasi güçlerinin buradan bir şeyler devşirme manevrası yapmaları lazım.
Çünkü bugünkü kötü durumdan bir adım bile daha ileriye gidilebilecekse bunları zorlamak lazım.
Gelinen noktada bu manevralara ihtiyaç var
Mesela AK Parti bir dönem daha devam etmek istiyorsa, demokrasi güçlerine yarı başkanlık veya güçlendirilmiş parlamenter sistemle ilgili bir şeyler vermek zorunda.
Kürtlerin oyunu almak istiyorsa, Kürtlere, velev ki birilerinin dediği gibi, "kırıntı bile olsa" bir şeyler vermek zorunda.
İşte bu hesap kitap, siyasetin kendisidir: Ne alacaksınız, ne vereceksiniz?
Eğer sistemi kısmen de olsa rahatlatacak, gevşetecek, sorunları kısmen de olsa çözecek bir şeyler çıkarabiliyorsanız, işte siz siyasetçisiniz ve devlet adamısınız.
Yoksa boşu boşuna slogan atmak, fanatik laflar söylemek, bunlar hiçbir yere götürmez; Türkiye'nin demokrasisini de götürmez, Kürtleri de götürmez.
Bugün gelinen noktada bu manevralara, bu siyaset adamlığına, bu devlet adamlığına ihtiyaç var.
Devrim hamallığı yaptırmak isteyenler Kürt'ün sırtına binerek yapmak istiyorlar
Çözüm sürecinde de kimi çevreler feryat figan etmişlerdi... Kürtleri "hamal" olarak gördüler.
Mücahit Birici'nin çok güzel bir kitabı var: "Hamal Kürt."
İslamcıları taşıdı, sosyalistleri taşıdı...
Türkiye Cumhuriyeti ne zaman dara düştüyse, "hamal Kürt" sırtına aldı, taşıdı.
Bugün de Kürtlere devrim hamallığı yaptırmak isteyenler bu devrimi Sinop'ta, Lüleburgaz'da, Tekirdağ'da, Ayvalık'ta değil, Kürt'ün sırtında, Kürt'ün sırtına binerek yapmak istiyorlar.
Peki, Kürtne elde etti?
Türkiye demokrasisi ne elde etti?
Bu süreç içerisinde ne elde edildi?
Çözüm sürecinde de "Vay, Kürtler kendilerini kurtarıp bizi satacaklar" dediler.
Bugün de tekrar aynı ukalalık ve terbiyesizlikle hakaret etmeye çalışıyorlar.
Çünkü Cenab-ı Rabbul Alemin, inanmadıkları, bütün aklı zekayı onlara vermiş.
Bize de "ahmaklık" kalmış...
"Kürtler yine işte bizi satacaklar..." diyorlar.
Yahu kim kimi satıyor?
Kim kimi alıyor?
Derin Ankara, PKK'nın silah bırakmasını istemiyor
Bütün bu hadiseleri görüp, yani aldatmaca varsa, kandırmaca varsa, kısa vadeli hesaplar varsa -ki büyük oranda var. Bunu yıllardır söyleyenlerden biriyim ben.
Ama bu durumdan bir vazife çıkarmak ve bir netice üretebilmek de siyasetçilerin ve devlet adamı olma iddiasında olanların işidir.
Ve bu işin ilk adımı da yıllardır Türkiye demokrasisini enfekte eden, Ankara'daki totaliter ve otoriter, baskıcı, asimilasyoncu zihniyetin, derin zihniyetin, Türkiye'yi yönetmede bir gerekçe olarak kullandığı PKK'nın Türkiye'ye karşı silah bırakmasıdır.
Çünkü bunu gerekçe göstererek yıllardır Türkiye'nin demokrasisini enfekte ediyorlar.
Derin Ankara, PKK'nın silah bırakmasını istemiyor.
Çünkü düzeni böyle devam ettirmek istiyorlar.
Bu oyunun bozulması lazım
Zaten Türkiye'deki düzenin birkaç tane "öcü"sü var.
Mesela AK Parti, Cumhur İttifakı ne diyor;
1. "Ülke bölünüyor, vatan elden gidiyor. Terör, şiddet var", "Aman! Bırakın yolsuzluğu, hırsızlığı, kayırmayı, bırakın. Annenizin, babanızın, devletin kucağına gelin."
Yozgatlı, Erzurumlu, Çorumlu, Elazığlı, Malatyalı, Maraşlı da cumhurluk atlıyor kucağa.
2. "Din elden gidiyor", "Bu din karşıtları gelecekler, bütün kazanımlarımızı yok edecekler..."
Karşıt taraf, yani Halk Partisi etrafında kümelenmiş kesim de "Şeriat geliyor" diyerek kendi kitlesini yanında tutuyor. Başka bir şeyden de bahsetmiyor.
Bu oyunun bozulması lazım.
PKK mutlaka silah bırakmalı
Özetle, Türkiye'ye karşı PKK'nın mutlaka silah bırakması lazım.
Ahmet Türk'ten, Sırrı Sakık'tan, Mithat Sancar'dan, şu anki genel başkanlara kadar herkesin net bir tavır koyması lazım ve PKK'ya bunu söylemesi lazım.
En önemlisi de bu olumsuzluklardan bir olumlu netice çıkarabilmek lazım.
Kaynak: Independent Türkçe