Mehmet Nuri Özdemir
Amed ya da diğer ismiyle Diyarbakır bölgesel ve küresel ölçekte siyasetin ağırlık merkezlerinden biri. Bu açıdan bu merkezdeki huzursuzluğun geniş bir bağlamı var. Bu bağlamın kaynağında elbette 19. yüzyıldan beri devam eden ve bugüne kadar süregelen Kürt meselesi var. O nedenle Amed’in huzursuzluğu kimliksel bağlamıyla Kürdün huzursuzluğudur, yani Qamışlo’nun, Hewlêr’în, Mahabat’ın huzursuzluğudur. Diplomatik ilişkiler ve muhataplık bakımından da Amed’in huzursuzluğu Ankara’nın, Tahran’ın, Şam’ın ve Bağdat’ın huzursuzluğudur.
Huzursuzluk ile mutsuzluk doğrudan birbiriyle ilişkili kavramlar. Amed son zamanlarda yapılan bir ankette 81 il içinde en mutsuz şehir seçildi. Yapılan araştırma, her ne kadar mutluluğu-mutsuzluğu odağa alan değişkenleri esas almış olsa da mutsuzluktan çok “huzursuzluk” değişkeni üzerinden yapılabilecek bir okumanın kenti daha iyi tarif ettiğini düşünüyorum. Huzursuzluğun elbette haysiyet ile bir ilişkisi de var. Bu açıdan bakıldığında Amed şehri, kendisine has politik bir zekaya sahip olduğu kadar, bu politik karakterin bir mirası olan kent haysiyetini de temel bir mesele olarak kendine dert eden bir Kürt kentidir; haysiyetiyle oynandıkça huzursuzluğa sürüklenen bir kent.
Amed’in huzursuzluğunun iki bağlamı var; kentin huzursuzluğu hem mutlu eder hem ürkütür. Mutlu eder çünkü bu kentin bir karakteri var ve kent, kendisinin dahil edilmediği her oyunu bozacak güce sahip olduğunu şöyle veya böyle herkese bir şekilde hissettirir. Ürkütür, zira kentin kendine has bir aurası var; ve kente yapılan zamansız müdahaleler auranın öngörülemez sonuçlarını tetikleyebiliyor.
Amed neden huzursuz? Bu yazıda bu soruya yanıt aramaya çalışacağız. Kürt meselesinde yaşanan genel şiddet hali, şiddetin yıkıcı baskısının hala belirleyiciliğini sürdürmesi, bunun yarattığı belirsizlik ve öngörülemezliğin bir rejime dönüşmesi devam eden huzursuzluğun temel kaynağıdır. Geleceğin öngörülemez olması ile kentin hakikati arasında açılan makas çoğu zaman muktediri de ürkütüyor. Dahası onun korkusunun dışa vurumu, kentin huzursuzluğunu pekiştiriyor. Kentin asıl kimliğiyle arasına örülen duvarların yükselmesi, kentin hikayesiyle alakalı olmayan sembollerin ürettiği baskıcı ve otoriter iklim, kentin asıl dinamiklerinin her an hissettiği toplumsal, kültürel ve siyasal kimliği kaybetme riskiyle birleşince huzursuzluk artıyor.
Yakın zamanda kenti ziyaret eden iktidarın lideri için açılan sayısız bayrak, asılan binlerce resim ve diğer gereksiz birçok aksesuarın yarattığı basınç, yetmiyormuş gibi seçimlere sürekli alet edilen sahte Kürtçe ile yapılan propaganda ve buradan sızan samimiyetsizlik artık mide bulandırıyor. Festivaller, atölyeler, çakma sanat galerileri ve daha birçok etkinlik kentin karakterine ve ruhuna vurulan neşter gibi. Mekansal değişimlerle birlikte, dışarıdan taşınan mezhepçi yerli turist kalabalığı ve kenti yabancılaştırmaya odaklanan festival absürtlüğü hakikati unutturmaya yönelik zihinsel formatlardır ve kent bunun farkında, haliyle huzursuz. Hannah Arendt, “eğer bir toplum bir gün önce olanları unutuyorsa o toplum olmaktan çıkmıştır” der. Kentin peygamberlerini kutsayan ama iradesini yok sayan birçok müdahale Amed toplumunu zapturapt altına alarak, dün yaşadığını bugün unutturarak toplum olmaktan çıkarma amacı güdüyor.
Kentin politik iradesinin yerine zorun gücüyle oturan nizamın anlam ve bağlam tasarısını her an kentin bedenine uyarlaması huzursuzluğu sürekli güncelliyor. Egemenin kentin iç dinamikleriyle, tarihsel, kültürel ve siyasal hikayesiyle tamamen çelişkili kültürel inşa çabasının absürtlüğü gündelik yaşamın omuzlarına bindirilmiş en büyük yük. İslamcıların sistem ile uzlaşısı ile başlayan ve sürekli kendisini tekrar eden, kentin sinir uçlarına dokunan müdahale biçimleri, Türk-İslam sentezlerini çarpıtılmış Kürtlük ile buluşturma yapaylığının sürekliliği, Amed’lilerin yaşamdan tat almasını zorlaştırıyor. Günün herhangi bir saatinde kentin asıl kimliğiyle arasına örülen duvarların yükselmesiyle karşılaşmak, her an kente ait olmayan sembollerle yüz yüze gelmek; kenti ihya etmek üzere davet edilen operasyonel konuklarla, kentin sosyolojik bağlamı ile ilgisiz çalıştay ve panel duyuruları ile karşılaşmanın yarattığı şiddet, öngörülemeyen karşı şiddeti tetikleyebilme kaygısıyla buluşunca huzursuzluğun dozajı artıyor.
Kente özgü olmayan bir beden ve ruh bükülmesi dayatılıyor; bu yeni bir itaat biçimi olsa gerek. Amed’te kentin din ve inanç sorunu olmamasına rağmen Kürtlerin en saf ibadet ve inanç biçimlerini yıllardır istismar eden dincilik aşılmayı beklerken, diğer taraftan devletin zor aygıtlarını arkasına alan mide bulandırıcı, görgüsüz bir zenginlik üzerine tepinen bir züppelik türüyor. Politikanın, ekonominin ve kültürün yerellikle, demokrasi ve insan emeği ile bağlamını kurmayan ve her şeyi zorun gücüyle başarılabileceğini düşünen otoriter zenginliğin öznesi olan yeni saraylılar. “itibardan tasarruf olmaz” diyerek yoksulun boğazından lokmayı alan bu lümpen zenginliğin tek derdi zenginliğini kalıcı hale getirmek.
Meşhur Diyarbakır 5 No’lu hapishanenin yarattığı dehşetin izleri başka biçimlerde sürüyor. Mahkumu tamamen tecrit eden, tecrit ile bedenini bükerek ıslah etmeyi, davranışlarını değiştirmeyi murat eden teknolojik düzenekler hem hapishanelerin hem kentin tüm sokaklarına monte edilmiş durumda. Kentin hemen yanı başında uzanan ve ABD’nin Supermax hapishanelerinden farksız olmayan cezaevi kampüsleri huzursuzluğun önemli kaynaklarından biri. Kampüslerin hemen dibinde ve kampüslere yukardan bakan havuzlu sitelerinde yaşayan kent sakinlerinin huzursuzluğunu da buna ek yapalım. Lüks dairelerinin balkonlarında kahvaltı yapmanın keyfi, hemen altında uzanan kocaman hapishane gettosu ile bozuluyor; evet, hakikat paradoksal bir huzursuzluk üretiyor. Kentin her kesimine uygun huzursuzluk repertuarı özenle işletiliyor. Şark ıslahatın, Umumi müfettişliklerin, askeri darbelerin ve OHAL’in uzantısı olan kayyım rejiminin yarattığı huzursuzluk başlı başına irdelenmesi gereken bir mesele. Genç kadın ve erkeklerin işsizliği ve gelecek sorunu, mahaller arasında açılan sınıfsal makasın açılmasının yarattığı huzursuzluk giderek büyüyor. Politik ortak aklın yitimi ile başlayan kutuplaşmacı siyasetin varlığı ise bu huzursuzluğun temel gıdası.
Amed’in asıl dinamikleri, yani kentte emeği olan, ortak bir irade etrafında yan yana gelerek bir meşruiyet yaratan dinamikler, kentte yaşanan her anın samimiyetini sorguluyor. Çoğu zaman kent iradesinin siyaseten gasp edilmesinin yarattığı hissiyat her şeyin sahteleştiği bir algıyı besliyor. Gündelik yaşamın üzerindeki “geçici” ruh hali, yani “bu günler de geçecek” retorikası, geniş bir kitlenin her şeyi eksik bırakarak yapmasına ve eninde sonunda bir gün tamamlanacakmış gibi bir bekleme haline davet ediyor. Amed’liler her şeyi eksik yaşıyor, yarım bırakıyor ve bekliyor… Buna stratejik bekleme hali diyebiliriz. Evet, olanlar geçici! Ancak geçiciliğin (istisna) kurala dönüşerek gündelik yaşam ilişkilerinde kristalleşmesi, kesintili umudu akışkan bir karamsarlıkla ikame ediyor. Karamsarlığın akışkanlığı huzursuzluğu tetikleyen temel olgu.
Bir kentin nehirlerini, derelerinin yönünü değiştirmek, sokaklarına, mahallerine, tarihsel ve kültürel mirasına müdahale etmek bir insanın ellerine, ayaklarına, gözlerine, kulaklarına müdahale etmek gibidir. Bu müdahale ile eller ve ayaklar istemsiz hedeflere yönelir, gözler zihnin görmek istemediği nesnelere kaydırılır, kulaklar kente dair manipülatif seslere duyarlı bir alışmanın faşizmine maruz bırakılır. Ancak bir kentin ellerini, ayaklarını kesebilir, lenslerini değiştirebilir, duymasını istediğiniz sahtelikleri kulağının dibine bırakarak işkence edebilirsiniz; ancak bir kentin zihnine müdahale etmek ve o zihni değiştirmek öyle kolay olmuyor. Bu bağlamda Amed’in huzursuzluğu zihinsel bir huzursuzluktur. Bu zihinsel huzursuzluk kentin kültürel hegemonyasını (STK, Amedspor ve yerel kültürel bağlamlar) politik hegemonya ile eş değer gören bir okumaya zorluyor, bu okuma yer yer kentin nefes almasını da sağlıyor.
Kültürel hegemonya kurmanın sancısını yaşayan AKP’li Abdulkadirgilin birkaç gün önceki yazısı, kentin demokratik kitle örgütleri tarafından bu nefesi kısmanın bir çağrısı olarak yorumlandı. Ancak bu yazıyı tehdit olarak değil de yenilginin, kente sahip olamamanın ve zihnine el koyamamanın itirafı olarak okumanın daha gerçekçi olduğunu söyleyebiliriz. Abdulkadirgillerin sancısı aslında kültürel hegemonya meselesinde yaşanan yenilginin topluma deklare edilmesiydi. Hakikat her zaman cepheden kavgaya tutuşarak anlaşılamaz; bazen hakikat karşısında ezilen muktedirin kıvranışına tanık olmanın verdiği hazzın aurasına alan açmak gerekiyor ve birçok şeyin siyasallaşması gereken yerde klasik bir tehdit unsuruna indirgemenin siyasal alanı daralttığını görmek gerekiyor. Asıl hakikat şu; bu kente baskı ve zor aygıtları dışında hüküm edilememiştir; bu nedenle iktidarın düşkün öznelerinin düştüğü çukurda fotosunu çekebilecekken, meseleyi klasik operasyonel bir sinyale indirgemek, kentin tüm basınca rağmen ayakta kalmasının gururunu görmeyi ihmal ediyor.
Amed’in huzursuzluğu kolektif karakter kazanan politik bir hadisedir. Freud’a göre hayvani dürtülerle güldürenin insanın aynı zamanda uygar bir varlık olmaya çalışması trajik bir durumdur. Bununla beraber Freud insanın uygarlıktan vazgeçemeyeceğini de kabul eder. Freud’a göre sonuç uygarlığın kaçınılmaz huzursuzluğudur. Sistem Amed’i, bedenine uymayan bir elbiseyi giydirmeye zorluyor, ama Amed bu elbiseyi giymeyi reddediyor; fakat diğer taraftan da sistem ile birlikte de yaşamak zorunda kalıyor.
Evet… Amed uygarlık kadar huzursuz… ve bu huzursuzluk umut vermeye devam ediyor. Huzursuzluktan gücünü alan umut iktidarın hikayesini taşıyan her türlü nesneyi kramplara mahkum ediyor. Şair Murathan Mungan’ın kramp adlı şiirinde “üçtür tür bağlacı var dilinizin, aileniz, mülkünüz, devletiniz… hepsi kramp içinde… krampınız uluyor dünyanın cinnetinde” diye sesleniyor. Kramp, kas spazmı olarak da bilinen, kaslarda oluşan istem dışı ağrı ya da kasılmalardır. Kaslar hareketi sağlamak amacıyla kasılıp gevşer. Amed’te kurulmak istenen yapay uygarlık kasılmayı ve hareketi sağlamayı başaramıyor. Yapay uygarlık kramp halinde bir gerilimin ürünü olmayı sürdürüyor. Deyim yerindeyse kentin yapay uygarlık inşasının tüm düzenekleri, kramp içinde… Bu açıdan bakıldığında iktidarın son zamanlardaki pratiklerinin tümünün başarısız memnuniyet üretme girişimleri olarak değerlendirmek mümkün. Bu memnuniyet yaratma girişimleri iktidarın 780 bin km karenin nizamının nasıl sağlanacağına dair model kent yaratma politikasının merkezi olarak seçilen Amed’te toslamıştır.
Sorgulanmayan hayat nasıl ki hayat değilse, sorgulanmayan devrim de devrim değildir. Ömrünün otuz yılını hapishanelerde geçirdikten sonra çıkıp Amed’in Huzurevlerinde dolaşırken yedi-sekiz yaşlarında mendil satan çocuğu gördüğünde “biz burayı eksik bırakmışız” diyen öznenin peşinden giden detay, bu kentin ruhuna, rengine ve geleceğine uyan haysiyetli bir elbiseyi giydirmeyi de başaracaktır.
Kaynak: Gazete Karınca