Perîn Esmeroglu
Can, Harun ve Serdar; Amedin üç çocuğu, Amedin üç militanı, aynı mahalleyi paylaşan, aynı okullarda okuyan ve ölümüne ayrılmayan üç arkadaş. Kalpleri aynı sevda için çarpan, yüreklerinde tek aşk, o da devrimci mücadele aşkı.
Seksenli yılların sonlarına doğru, Kürdistan köyleri ateşler içinde, halkı ise en kötü günlerini yaşıyordu. Kontra saldırıları gün geçtikçe artıyor, kayıplar, işkenceler, ölümler, her köşeden ıssızca mazlum insanları yerlerinden yuvalarından edip ortadan kaldırıyorlardı. Bunlardan biri de Vedat Aydın idi, evinden alınıp iki gün sonra işkencelerde öldürülüp bırakılan cesedi. Bu ve bunun gibi olaylar bir kıvılcım olup halkın yüreğindeki ateşi alevlendirmeye yetiyordu. Insanların sokağa dökülmesini önlemek artık zorlaşmıştı. Kırsala gitmenin bedeli büyük darbelerle, ölümlerle sonuçlanıyordu. Çatışmalar her an her yerde, ve bir çok insanın canına mal olmuştu.
Diyarbakır sokakları bir kez daha kendini göstermişti, düşman için korkulu bir pusu olurken, özgürlük kapısı çıkışı arayan gençlerin ise yuvası, yolgöstereni, cankurtaranı olmuştu.
Can doktordu, mazlumların hayatını elleriyle kurtarırken en yakın arkadaşlarını da bir bir kaybediyordu. Serdar bir çatışmada kontranın eline geçmemek için son çıkışı kendini vurmakta bulmuştu. Harun ise Can’ı kurtarma pahasına kendi canından olmuştu. Can yapayalnız kalmıştı, birlikte aynı aşka yanan gönüllerden ikisi çarpmıyordu artık. Can’ın devrimci aşkının yanı sıra bir de sevdalısı vardı. Besê’si, perisi, hiç bir zaman gönlündekilerini açamadığı sevdalısı. Ama Can her ne kadar açılmak istediyse de, dağlara giden yol onu engellemişti.
Can gidecekti, mücadeleden hiç vazgeçmeyecekti. Can gideceği gün yakalanıp vurulmuştu, kontranın elinde en acı işkenceleri bütün çıplaklığıyla yaşamıştı, hem de en acı veren biçimde. Ölmek üzere iken onu bir köyün yol kenarına bırakıp gitmişlerdi, ölüme terk edilmişti.
Olaylar, çatışmalar, zorluklar, zorbalıklar tüm gücüyle devam ediyordu, köylerde korucu olma zorbalığı, çocuklarını, sevdiklerini kaybeden, ölümlerden, kayıplardan, faaili meçhullardan yorgun düşen insanlar. Militanca savaşan özgürlük firarileri ve özgürce ve rahat bir yaşam isteyen bir halk. Besê özgürlüğü yurtdışına kaçmakta bulmuştu, kendisi kurtulmuştu ama “firari sevdası” halen Amed’in ateşlerinde yanan, cehenneme dönüştürülen, sokaklarında yaşıyor muydu? Yoksa kontranın elinde meçhul bir ölümle mi sonlanmıştı? Bilmiyordu. |
Can’ı kurtarılmıştı, bir muhtar tarafından. Ve sonunda o da doğup büyüdüğü şehrini terk etmek zorunda kalmıştı. Dokuz yıldan sonra Avrupa’nın bir kentinde perisine kavuşmuştu. O soğuk kent ki Besê’sinin varlığıyla sıcak kente dönüşmüştü. Ama Can ve Besê yine de kendi vatanlarında özgürce yaşamaya karar vermişlerdi.
Amed 90’lı yıllarda bir çok “firari sevdalara” şahitlik yapmıştı. Dar, uzun sayısız sokaklarını, kucak açarcasına özgürlük arayanları kucaklamış, onları bağrına basmıştı. Kocaman avluların büyük kapıları bir çok militanı, gözünü kırpmadan kucaklayıp saklayıp özgürlüğe giden bir yolu göstermiştir.
Bu firari sevdalılar, militanlar, silahların, çatışmaların, ağlayan anaların, kaybedilen insanların, ölümlerin olmamasını ne çok isterler. Bütün bu olmaması gerekenler, yaşanmaması gerekenler, özgürce rahat bir yaşam, kendi kimliğiyle anlayıp anlatacağı dili konuşmak istemekten başka ne olabilir ki!
Bu kitabın yazarı bir Amedli, orda doğup büyümüş, bu olayları sıcağı sıcağına yaşamış olması öyküye ayrı bir özellik veriyor, işkenceleri, ölümleri, kayıpları çok net bir şekilde yazmış. Bir Amedli olarak okudum, etkilenmemek mümkün değil. O günleri orda yaşamadıysak bile okudukça yaşıyoruz. Duyduklarımız, okuduklarımız, kayıplarımızla, benim de yüreğime bir sızı bıraktı, okurken Diyarbakir sokaklarında onları yaşayıp durdum.
90’lı yıllar, kadim şehrin üzerine kocaman bir matem bırakmıştı. Hiç bir zaman o kayıpların, o acı ölümlerin yeri doldurulamaz, yanan yüreklerin dermanı olamaz.
Yurt dışına, özgürlüğe açılan kapıların mültecileri. Soğuk kentleri, firari sevdaları ile sıcak kente çeviren militanlar. Ve çok ama çok güzel bir dille bunları kaleme alan böylesi akıcı yazan yazarlar.
Böylesi anlarda yaşayan gerçekleri okudukça veya yazıldıkça tekrarlanması gereken bir tarihimiz olduğunu hatırlatırki aynı olmasa da değişik yöntemlerle bugün bunlar yaşanıyor..
Baran Hemze; Amed’te Firari Sevdalar, Soğuk Kent Sıcak Kente Dönüşürken, Öykü, Pêri Yayınları, Istanbul