Son günlerde, yanıt aranan en popüler soru, galiba, Cumhuriyet Halk Partisinin, anadil, çocuklar ve mevcut hukuk mevzuatımız bağlamında geliştirmek istediği, Kürtçeyle ilgili yeni siyasetinde samimi olup olmadığı sorusudur. Daha doğru bir ifadeyle, CHP’nin, bu bağlama oturan sorunsallar meselesinde, siyasetten değişime istekli olup olmadığıdır.
Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşmeler, adı altında düzenlenen, iki toplantıya kanaat önderi olarak davet edildim. Söz konusu toplantıların ikisinde de, anadil ile eğitim konusunda düşüncelerimi, etraflıca ifade etme şansı buldum. Gerek toplantıya katılan diğer kanaat önderlerinin konuya yaklaşımı ve önerileri, gerek bütün konuşulan ve önerilenlere Sayın Kılıçdaroğlu’nun yaklaşımı, bende son derece, ciddi intibalar oluşturdu.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun “Türkiye’nin en muhafazakâr partisi CHP’dir; çünkü CHP değişmiyor ve değişime direniyor’’ sözleri, kanımca çok ciddi bir öz eleştiri niteliği taşıyor. Cumhuriyet Halk Partisinin değişmek istediği çok açık; üstelik bu değişim öyle bir günde farkına varılan keyfi bir değişim arzusu da değil. Özellikle Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemine geçişiyle birlikte, hem iktidar olmanın biricik koşulu, hem de bu rejimde siyaset yapmanın kaçınılmaz bir sonucu.
Eğer bu tespit doğruysa, soru, CHP’nin söz konusu değişim için ne kadar samimi olup olmadığı değildir. Doğru soru, değişim talebinin içeriği ve sınırlarının nerede ve nasıl sınırlandırılacağıdır. Konumuz bağlamında hemen söylemeliyim ki, Sayın Kılıçdaroğlu ve CHP, anadil meselesinde belirli bir perspektife ve siyaset içeriğine sahip. Söz konusu toplantılarda, üstelik her iki toplantıda, Sayın Kılıçdaroğlu, Kürtçe anadil eğitimi derken ne kastettiğini ve bu siyaset için düşündükleri hukuki çerçeveyi, açık seçik anlattı.
Anadille eğitim meselesini bir bütün olarak, eğitim süreçlerini kapsayacak, genel eğitim kapsamında düşünmediğini ifade etti. Sayın Kılıçdaroğlu’nun formüle etmeye çalıştığı anadil eğitim planı, eğitim süreçlerinin ilk üç yılıyla sınırlı. Her çocuğun hayata anadiliyle başlama hakkına inandığını söyleyen Sayın Kılıçdaroğlu, bu meselenin, hukuki bağlamını da, Birleşmiş milletler çocuk haklarının eğitim anlaşmalarına bağlıyor. İlk üç yılını kendi anadiliyle eğitim alan çocuğun, daha sonra, resmi ve geçerli dile dönmesini, adeta zorlu bir şart olarak görüyor.
İçlerinde, yabancı uzmanlarında olduğu bir heyete bir rapor hazırlattıklarını da belirten Sayın Kılıçdaroğlu, bu çerçevede kalmak koşuluyla ya da daha doğru bir ifade ile bu sınırları ihlal etmemek koşuluyla, her türlü zenginleştirici önermelere de, açık olduğunu ısrarla söylüyor. Kürtçe’nin kamusal alanda daha fazla görünür olmasından rahatsız değil Sayın Kılıçdaroğlu, bu amaca hizmet edecek olan, İsmek Kürtçe dil ve rehberlik kurslarını da, aynı bağlam içinde hararetle destekliyor.
Aynı anlayış ve bakış açısını, Ben İmamoğlu’nda da gördüm. Nitekim kendisiyle, Emirgan Beyaz köşkte yaptığımız görüşmede, tıpkı Sayın Kılıçdaroğlu gibi, onun da bu ve benzer konularda ikna olduğuna şahit oldum. Heyet olarak, biz daha söz almadan, kendisi adeta zihnimizden geçenleri, önceden okumuş gibi, henüz biz herhangi bir soru sormadan, sorulması muhtemel bütün sorularımıza cevap olacak, bir açılış konuşması yaptı.
Hem Sayın Kılıçdaroğlu hem de Sayın İmamoğlu, Kürtçe meselesinde, bu bağlam içinde, bana hem samimi hem de ısrarlı göründüler. Bu adımların, önemli ve değerli olduğuna inananlardanım. Kürtçe bahsinde, kim hangi adımı atarsa atsın, bu adımların desteklenmesi gerektiğine inanıyorum. Kürtçe’yi normalize etmeden, siyasetin bugün her şeyinden şikâyetçi olduğumuz katılığından kurtulamayacağımızı kendi kişisel tecrübelerimden biliyorum.