Okullar açılıyor. Eylül ile birlikte bir kez daha dilleri Kürtçe olan çocuklar o büyülü atmosferlerinden alınarak bilmedikleri bir dünyanın içerisine konulacaklar. Söylenilen her şeyi anladıkları bir dil ile temasları kesilen çocuklar, bir süreliğine hiçbir şey anlamadıkları bir dil hapishanesine konulacaklar. Türkçeyi öğrenmeleri ne kadar zaman alacak acaba?
Paul Ricoeur, “Hafıza, Tarih, Unutuş”un hemen başında yer verdiği epigrafta: “Bir kez var olmuş olan, var olmamış sayılamaz bir daha: Artık bu gizemli, bu son derece karanlık olgu, “var olmuş olmak” olgusu, sonsuza dek o kişinin yaşam kaynağı olacaktır.” ifadelerine yer verir. Bir başkasına, varlığı bilinen yaralarını iyileştirme gücünden yoksunken, kötü günlerini anımsamamayı teklif etmemek lazım.
Okullar açılıyor. Eylül ile birlikte bir kez daha dilleri Kürtçe olan çocuklar o büyülü atmosferlerinden alınarak bilmedikleri bir dünyanın içerisine konulacaklar. Söylenilen her şeyi anladıkları bir dil ile temasları kesilen çocuklar, bir süreliğine hiçbir şey anlamadıkları bir dil hapishanesine konulacaklar. Türkçeyi öğrenmeleri ne kadar zaman alacak acaba? Pek muhtemeldir ki alacakları yaranın derinliğiyle doğrudan ilintili olacak bu öğrenme. O çocuklar büyüdüğünde onlara yapılan bu giderilemez kötülüğün geçmesini beklemek beyhude bir çaba olacaktır. Oysa çocukları keyifle büyüdükleri, oyun oynadıkları o büyülü atmosferlerinden koparmamak mümkün. Türkçe ile birlikte anadili ile de eğitimlerini aldırmanın önünde kadro ve müfredat noktasında bir eksiklik yok. Bunu sağlayacak kadrolar ve müfredat hazır. Devletin açtığı üniversitelerin ilgili bölümlerinden mezun olmuş yüzlerce Kürt Dili ve Edebiyatı öğretmeni atanmayı bekliyor. Ancak her şeyden önce insani olan bu meseleyi çözecek irade ne yazık ki ufukta gözükmüyor zira kadrolar açıklandığında bu bölümlerden mezun olanlara kontenjan ayrılmıyor.
Anadilinin konuşulamaması, öğrenilememesi her şeyden önce çocukları etkiliyor. İlk evrelerde suskunluk ve sessizlik… Sonra başarısızlık, devamsızlık, terk ediş ve elbette yaş ilerlediğinde meslekte başarısızlığa ve sosyal hayatta psikopatolojik sorunlar yaşanmasına sebebiyet vermektedir. Tanrı’nın yaradılışı tamamlayıp yerden çekildikten sonra yukarıdan yarattıklarına bakıp gülümsediği söylense de anadili ile teması kesilen ve dolayısıyla dil tutulmasına tabi tutulan çocuklara gülümseyen bir Tanrı imgesinden nasıl bahsedilmesi gerektiği üzerinde düşünmek gerekmektedir. Gönülleri ile dilleri arasına düğüm atılan çocukları kim anlayabilir?
Anlamak için diyalog şarttır. Diyalog yoluyla analiz etmek, anlamayı sağlayacak ve bu da sorunların, meselelerin çözümünü kolaylaştıracaktır. Gündeme alınan ve çözüm yolu aranan sorunların temel dinamiklerine ve serencamlarına bakıldığında da adalet eksikliği çıkmaktadır.
‘BİR KEZ VAR OLMUŞ OLAN, VAR OLMAMIŞ SAYILMAZ BİR DAHA’
Türkiye’nin kuruluş yıllarındaki uluslaşma çabalarının sancısı, çoğu zaman resmi makamları mahcup edecek şekilde toplumun ve devletin karşısına çıkabilmektedir. Bütün kimliklerin bir lahde konularak biçimlendirilmesi, hakkın ve hukukun bir zümreye, bir millete tanınması, uygulanan uluslaşma yürüyüşünde adalet kulvarını ve şemsiyesini eksik bırakmıştır.
Ulus olarak belirlenen ‘millet’e kimlik kazandırma sürecinde benimsenen sertlik, hâlâ devam edebilmektedir. Kültürel birliğe duyulan ihtiyaç, diğer milletleri ve etnik unsurları hedeflenen ulus potasında sert politik uygulamalara maruz bırakmıştır. Bugün meydanlarda yankı bulan söylevler, o günlerden bugüne devam eden “tekçi”liğe dayalı düşüncenin devam ettiğini göstermektedir. Tekçi ulus yaklaşımında belirgin ölçüt kültür ve dil politikalarıdır.
Dil ve eğitim politikalarına yansıyan tekçi yaklaşımların yasak ve şiddet kullanılarak zorunlu hale getirilmesi hafızalarımızı yoklamamızı önerir. Bir dilin diğer diller üzerinde, bir milletin diğer milletler üzerindeki üstünlüğünü devlet politikası olarak uygulamak, ortak bir hafıza oluşturmak için ‘öteki’leştirilen diğer milletlerin bütün değerlerini; dil, kültür, yer isimleri vs. inkar etmek, yok saymak ve değiştirmek ‘giderilemez kötülük’tür. Dönemin ruhu denilerek aşılamayacak, çözülemeyecek derin yaralardır. Bu politikalar, Cumhuriyet’in ilk kadrolarının zorunlu tuttukları uygulamalardır ve acıdır ki hâlâ devam etmektedir. Konuya dair mülahaza ve müzakereler yürütüleceği vakit doğal olarak öncü kadrolar akla gelmekte ve eleştiri okları da bahse konu dönemlere ve isimlere yönelmektedir.
Dönemin üst düzey kadrolarının Türklük üzerinden biçimlendirdikleri uluslaşma süreci özellikle Kürtler açısından son derece çetin olmuştur. Efendiliği Türk olana layık görüp Türk olmayanlara da kölelik ve hizmetçiliğin uygun görüldüğü yaklaşım ve söylemler durumun vahametini anlamak açısından önemlidir. Türk olmayan diğer bütün milletlerin ne olursa olsun bir yol bulup Türkleştirilmesi en üst seviyelerde dile getirilip kayda geçmiştir. Halk Fırkası’nın etnik, siyasi, kültürel, eğitim ve dil temelinde uyguladığı politikaların Kürtler üzerinde ağır faturaları olmuştur. Acıdır ki bu kötülük ısrarı her iktidar döneminde devam etmiştir.
DEMOKRATİK DÖNÜŞÜM VE ÇÖZÜM MASASI
Kürtlerin anadillerinde eğitimden yoksun bırakılmasının önündeki engeller Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne sürmektedir. Yapılan kimi düzenlemeler yasal çerçevede alınmadığı için palyatif yaklaşım olarak kalmakta ve sorunu çözmek yerine meseleyi daha da derinleştirmektedir. Dilek ve temenniler ya da sitem ve yakarışlar meseleyi çözüme kavuşturmayacaktır. Çünkü sorun hukuki çerçevededir ve adalet ile meseleye yaklaşılmadığı sürece de siyasi patinaj devam edecektir.
Geçmiş ile yüzleşmek şarttır. Sesini duyuramayanların sessizliği gün geçtikçe derinleşmektedir. Cumhuriyet tarihinin şeffaf bir şekilde değerlendirilmesi, arşive terk edilen yaraları tamamen iyileştiremese dahi dönem ve hakikatle yüzleşme imkanı sağlama kabiliyeti bakımından önemli olacaktır. Bu bakımdan siyasi ve sivil yapılanmalarla ortaklaşa geliştirilecek ve yerel yönetimler üzerinden uygulanabilecek demokratik eğitim ve sosyal belediyecilik uygulamaları anadilindeki düğümün çözümlenmesi noktasında bir çıkış yolu ortaya koyabilir. Yerinden yönetim ve pratikler anadili ile eğitim sorununun anlaşılmasını ve çözümünü kolaylaştırabilir. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu manada diğer yerel yönetimlere rol model olacak imkan ve donanıma sahiptir.
‘BAĞIŞLASAK DA UNUTMAYACAĞIZ’
Türkçe bilmediği için bir cetvelin sivri taraflarından mini minnacık parmak uçlarına değerek onarılamaz yaraya dönüşen o sızıyı unutmak mümkün mü? Peki o cetveli elinde tutanları bağışlamak mümkün müdür? V. Jankelevitch, bağışlamayı irdelerken, bağışlamanın ölüm kamplarında öldüğünü söylemektedir. Jacques Derrida’nın “Bağışlamak” adlı eserinde yer verdiği aktarımla söylüyorum; bağışlama, ancak dilenirse tahayyül edilebilir. Hatasını itiraf etmeyen, pişmanlık duymayan, açıkça ya da üstü örtük bağışlanmayı dilemeyen biri asla bağışlanmayacaktır. Ve elbette bağışlansa da yapılan unutulamaz!