Son yıllarda ülkemizde ve Orta doğuda yaşanan olumsuz gelişmeler, bütün ağırlığıyla toplumsal yaşamımıza sirayet etmiş ve etkisini sürdürmeye de devam ettirmektedir. Kent merkezlerinde yaşam hakkına yönelik saldırılar ve patlamalarla derin ve büyük acıların yaşandığı, yeniden başlayan çatışmalı süreçle birlikte siyasal ve toplumsal sorunlarımızın çözümünden uzaklaştığımız bir süreç içerisindeyiz. Bütün farklılıklarımızla toplumsal birlikteliğe ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde üzülerek belirtmek isteriz ki yeni bir gerginlik ve sorunla karşı karşıya bırakılmış durumdayız.
Olağanüstü hal koşullarının yaşandığı bugünlerde olağan dönemlerin de kaderini belirleyecek ülkenin bütün bir hukuk ve siyasal sistemini etkileyecek bir anayasa değişikliği sürecine tanıklık etmekteyiz. Böylesi bir Anayasal değişikliğin bütün toplumu ve ülke geleceğini ilgilendirmesi nedeniyle hazırlanma sürecine, teklif, görüşme ve oylama süreçlerinde toplumsal tüm kesimlerin katılım ve temsiliyetinin sağlanması anayasa yapım süreçlerinin ve demokrasinin bir gereğidir. Malum olduğu üzere anayasalar toplumsal sözleşme niteliğindedir. Bu sözleşmenin bir tarafında toplum diğer tarafında devlet mekanizması bulunmaktadır. Yani anayasalar, toplum ve devlet hukukunun başka bir değişle aralarındaki hukuki ilişkinin bir belgesi niteliğindedir. Bu itibarla hukuk devleti olmanın da garantisi olan anayasaların içeriği kadar yapılış süreçleri de önemlidir. Zira bir anayasanın demokratik ve özgürlükçü olması her şeyden önce yapılış süreçleri ile doğrudan ilgilidir.
Anayasa değişiklik teklifinin ülke gündemine getirildiği ilk andan itibaren uyulması gereken demokratik/anayasal teamüllere ve hatta mevcut anayasanın öngördüğü usule aykırı davranıldığı herkesçe gözlemlenmektedir. Muhalefette bulunan siyasi partiler, toplumun farklı kesimleri ile sivil toplum örgütlerinin bütün uyarıları görmezden gelinmiş, devam eden süreçte teklifin komisyona getirilmesi, kamuoyunda tartışılması, hukuk ve yargı sistemini ne yönde etkileyeceği konusundaki itirazlar ve beklentiler siyasal iktidarca dikkate alınmamıştır.
Dolayısıyla yapılması istenen değişikliklerden önce yapılış usullerindeki bu aykırılıklar ve yapılması istenilen değişiklikler, anayasayı toplum-birey merkezli olmaktan çıkarıp, tamamen devlet lehine bir sözleşme şeklini almasına neden olacaktır. Bu haliyle yapılması istenen anayasal değişiklikler anayasayı toplumsal sözleşme olma vasfından uzaklaştıracak hatta kaybettirecektir.
Hukukun ve toplumun dinamizmi gereği anayasaların, kanunların ve diğer yazılı normların zaman içinde değişeceği, toplumun ihtiyaçlarına göre yeniden şekilleneceği her türlü tartışmadan uzak bir zorunluluk ve gerekliliktir. Bu bağlamda başkanlık sistemi dahil olmak üzere bütün demokratik sistemlerin tartışmaya açılması makul ve kabul edilmesi gereken gelişmelerdir. Ancak yaşanılacak bu değişim sürecine toplumun ihtiyaçları ve katılımının ne ölçüde bu dinamizme uygun bir şekilde harekete geçirildiği hiç tartışılmadan hatta üzeri örtülerek gerçekleştiriliyor olmasını kabul etmek mümkün değildir.
Yapılmak istenilen Anayasa değişikliği ile zaten sorunlu olan yargı sisteminde, ağır aksak işleyen yasama ve yürütme faaliyetlerinde yapısal çözümler yerine adeta bu erklerin tek elde birleştirilmesi çözümsüzlükte ısrarın tezahürüdür. Demokratik parlamenter sistem bu haliyle bile yetkileri kuvvetler ayrılığını redde dayanan cumhurbaşkanlığı sisteminden evladır. Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin 16. maddesinde "... Erkler ayrılığının bulunmadığı toplum(lar)da anayasa yoktur" demek suretiyle erkler ayrılığının evrenselliğine vurgu yaparken, yaşadığımız ve içinden geçtiğimiz bu dönemde çoğulcu siyasal rejimi, meclisi ve yargıyı aynı otoritenin hakimiyet alanına çekmenin ne derece demokratik olduğu izaha muhtaçtır.
Demokratik parlamenter sistemin temelinde cumhuriyet fikri yatmaktadır. Yönetsel bir sistem olan cumhuriyet yani halkın egemenliği bireysel özgürlük ve kolektif bağımsızlığı öncelemektedir. Bunun asıl sağlayıcı gücü ise yasama-yürütme-yargı güçlerinin birbirinden ayrılması ve eşit güçlerle donatılmasıdır.
Ülkemizde sorunlu olan demokratik sistemin iyileştirilmesi ve güçlendirilmesi gerekirken, henüz bu demokratik olgunluk tam olarak gerçekleştirilmeden yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin kişilerden bağımsız olarak bir siyasal partinin liderine tevdi edilmesi, sadece bugünün veya iktidarda olan partinin değil, başkaca siyasal odakların da gelecekte toplum karşısında pervasız ve denetimsiz olacağı kaygısını gözler önüne sermektedir.
Önemle belirtmek isteriz ki Anayasalar, kişi iktidarını değil halk iktidarını eşitlik, özgürlük ve adalet temelinde sağlamaya çalışan birer toplumsal mutabakat metinleridir. Bu amaçla toplumsal barışı önceleyen, bütün farklılıklara güvence tanıyan bir metne dönüştürülmelidir. Bu sebepledir ki sadece içinde olduğumuz zamana göre değil bir gelecek perspektifine de anayasa metninde ve ruhunda yer vermelidir.
Diyarbakır Barosu olarak, her fırsatta ve her platformda dile getirdiğimiz üzere bir darbe ürünü olan ve toplumun ihtiyaçlarını karşılamayan bundan dolayı da defalarca değişikliğe uğrayan mevcut 1982 Anayasasının yerine yeni bir anayasaya ihtiyaç duyulduğuna ilişkin görüşümüzü bir kez daha tekrarlamak isteriz. Toplumun ihtiyacı olan, demokratik, sivil ve kuvvetler ayrılığına dayanan yeni bir anayasadır.
Bu vesileyle bir kez daha siyasal iktidardan siyasi partilerin,sivil toplum örgütü ve kuruluşlarının yani toplumun tüm kesimlerinin hazırlık sürecine dahil edileceği demokratik,özgürlükçü ,evrensel insan haklarına dayalı ülkedeki bütün farklılıkları ve zenginlikleri gözeten yeni bir anayasa yapım sürecinin başlatılmasını; mevcut değişiklik taleplerini içeren paketin sorunların çözümüne katkı sunmayacağı inancı ve yeni sorun alanları yaratacağı kaygısıyla meclis gündeminden çekilmesini talep ediyoruz