Yaşamımda iz bırakan anılar-10
Ankara’da 1976 Eylül-Aralık günlerim ve Rızgari grubuna katılmam-2
Ablamların evi dardı ve üç tane de çocukları olduğundan rahat edemiyordum. Bir öğrenci yurduna yerleşmem için Yusuf Andiç’e danışınca; “Devlet yurtlarına girmek zor, zaten çoğu faşistlerce işgal edilmiş durumda, fakat istersen Diyarbakır Yurdu ile bir konuşayım. Çok zorda kalırsan Yenimahalle’de Van Yurdu var oraya yerleşmen sorun olmaz” dedi. Yusuf Diyarbakır Yurdu yöneticileri ile konuşmuş fakat kendilerinden olmadığım için beni almak istemeyince Yusuf onlarla kavga etmişti. Beni Yusuf’la birlikte gördüklerinden Rızgarici sanıyorlardı, hâlbuki daha kararımı vermemiştim. Diyarbakır Yurdu o dönem Şıwancılar adıyla anılan grubun elindeydi.
Kahveye gelenlerden biri de İsmet Ateş’ti. Kahveye geldiğinde genelde yalnız oturur, ona karşı bazılarının davranışları soğuk olduğu dikkatimi çekmişti. Bir gün Yusuf’la birlikte otururken masamıza geldi, Yusuf’la önceden de tanışmaktaydı. Yusuf beni tanıştırmış ve İsmet Ateş’in Ankara DDKD kurulduğunda ilk başkanı olduğunu söyledi. DDKD kurucularının çoğu tutuklanırken İsmet aylarca firar gezdiğini, tutuklanma kararı kaldırılınca Ankara’ya döndüğünü, Hukuk Fakültesi’ni bitirmek için birkaç dersinin kaldığını da ekledi. İsmet’le giderek samimi olmaya başladım. DDKD kurulurken neredeyse bir gençlik lideri gibi saygı gördüğünü, fakat sonra hemşehrisi Abdullah Öcalan’a takılmaya başlayınca DDKD’den uzak durduğunu, Öcalan’ı Kürdistan’a götürüp birçok Kürt çevresiyle tanıştırdığını sonradan da ayrıldığını öğrenmiştim. İsmet Ateş’in hiçbir grupla ilişkisi olmayınca ondan rahatça Kürt solu ve önderlerini sorarak epeyi bilgi sahibi oldum.
Arada bir Yusuf’la Cebeci semtinde bulunan Siyasal Bilgiler Fakültesi arkasında bulunan Öğrenci Yurdu’na giderdik. Hemen hemen tüm Türk Solu grupları, bir kısım Kürtler de bu yurda gelip toplanmaktaydılar. Büyük bir salonu olan yemekhanede boş masa ararken bir masada biri el kol hareketleri ile yüksek sesle tartışırken yanlarından geçtik. Yusuf gülümseyerek; ”O konuşan kendini Kürdistan lideri gören Abdullah Öcalan’dır,” dedi. Konuşurken karşısındakine bakmaması dikkatimi çekmiş ve sorunca Yusuf; “onun bir gözü şaştır ondan,” dedi. İsmini Ankara’ya gelince duyduğum Öcalan’ı ilk kez görmüş oldum. Onunla ilgili ilk arkadaş çevresinden olan Faruk Vakıfahmetoğlu, İsmail Hakkı Mütevellizade ve İsmet Ateş’ten çok şeyler duydum.
Yusuf; “Van Yurdu’nda bir seminer var gelmek istiyorsan birlikte gidelim,” deyince gidelim dedim. Yenimahalle’de bulunan Van Yurdu’na gittik. Salon kısmında Yurt’ta kalanlarla birlikte ileride ASDK-DER kurucuları olanların bir bölümü de oradaydı. 15-20 kişi civarı salonda toplandık. Semineri yanlış hatırlamıyorsam Derviş vermekteydi, konusu ise felsefe üzerineydi. Önceden ablama; “gece eve gelemezsem merak etmeyin arkadaşlarda kalıyorum,” demiş ve o gece Van Yurdu’nda kaldım.
Tandoğan Meydanı’nda arada bir mitingler olmakta, ayrıca faşistlerce vurulan devrimcilerin cenaze töreni bir protesto mitingine dönüşüp Karşıyaka Mezarlığı’na kadar yürürdük. Karşıyaka Mezarlığı’nda çok kişinin ziyaret ettiği mezarlara bakınca Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan, Hüseyin İnan ve elli metre civarı yakında olan Ulaş Bardakçı’nın mezarlarını görmüş oldum. İlk katıldığım mitinge Kürt gruplarının hemen hemen tümü aynı pankart altında katılmaktaydılar ve sloganlar da ortaktı. Giderek her grup kendi pankartı arkasında katılmaya başladı. Önce Özgürlük Yolu tarafları, sonra da Şıvancılar ayrı katılmaya başladı. Ben ise Yusuf’la birlikte Rızgari grubuyla katılmaktaydım. Rızgari grubuna Van Yurdu’ndan gelenlerle iskâncı Kürtlerin yoğun olduğu Balgat semtinden gelenler az da olsa bir kalabalık oluşturmaktaydı. Yenişehir Kahvesi’nde sık sık oturmakta, arada bir de Faruk ve diğer arkadaşlarla, genelde ise Yusuf, Yusuf Ziya ile Kızılay’a çıkıp Bakanlıklar’ı geçip Kuğulu Park’a kadar yürürdük.
Yusuf’la Komal Yayınevi’ne daha sık gitmeye başladım. Orada Hatice Yaşar, Orhan Kotan, Mümtaz Kotan ve yayınevinde çalışan Zülküf’le de tanıştım. Bir defasında İbrahim Güçlü de gelmişti. Onun Ergani’de oturduğunu duymuştum. Geçen yaz aylarında olan Silvan Mitingi’nde pankart yüzünden başlayan tartışmalarda sorunu yatıştırmak için çaba gösterdiğini de görmüştüm. Komal’da sohbet edip bana; “Eğer Çermik’e geldiğinde Ergani’de görüşelim,” demişti. Yusuf; “Kızılay Merkezi’nde bir tanıdık olduğunu sana karşılıksız öğrenci kredisi alalım,” demiş fakat Kızılay’a düşmek aklımın ucundan geçmediği için gurur sorunu yapıp kabul etmemiştim. Yusuf ise; “senin adına yapalım al parayı bize ver,” demesini de kabul etmemiştim. Hâlbuki maddi zorluklar da çekmekteydim, sonradan düşündüğümde hata yaptığımı anlamıştım.
Akşam bölümünde okuyacağımdan okul açılınca akşamları gitmeye başladım. Okula gidişimin ikinci günü sınıfı ülkücü faşist öğrenciler basıp bizlere nutuk çekip; komünistleri, vatan düşmanlarını bu okula sokmayacaklarını, söyleyip sınıftan birini yazı tahtasının önüne çıkarıp; “Bu ülkücü arkadaş sınıf başkanıdır, arkadaşın talimatlarına herkes uyacak,” diyerek sınıftan ayrıldılar. Sınıfta Kırşehir Kürtlerinden biri olan Mahmut’la da tanıştım, ben, Nihat ve Mahmut birlikte oturmaya başladık. Diğer Bingöllü arkadaş da fazla politikayla uğraşmamasına rağmen o da bizimle oturup kalkmaktaydı. Biraz tedirginlik duymakla birlikte okulu bitirmek üzere olan arkadaşların mezuniyet tezleri ve projelerini aradan çıkarmak için sabırlı olmalıydık. Sınıfta başkan atananla bir gözü kör olan biri ikide bir tehditler savurmaktaydı.
Okul Öğrenci Derneği de okula gidip faşist işgali kırma kararı aldığından okula tüm riskleri göze alan bir grup gelmeye başladı, aralarında Yusuf da vardı. İnşaat bölümü birinci katta olduğundan topluca inşaat katına geldiklerinde faşistler de koridora yığılmış, polisler ise arada bulunmaktaydı. Alt katlardan slogan yarışını duymaktaydık. Devrimci öğrenciler; “Kahrolsun Faşizm” atarken ülkücü grup ise; “Kahrolsun Komünistler” seslerini duyunca yerimizde duramıyorduk. Ders yapılamayınca devrimci öğrenciler polis zoruyla okulu boşaltmaktaydılar. İlk gelen grubun elli kişi olduğunu Yusuf söylemişti, giderek sayı artmaya başladı. Nihat öğretim üyelerinin okula giriş çıkış kapısını bildiğinden akşamları biz oradan çıkmaya başladık.
Bir akşam derslerin sonuncusunu beklemeden merdivenlerden inerken inşaat katında iki kişi benden Ülkü Ocakları’na yardım için para isteyince param yok dedim, onlar ise para vermem için beni zorlayınca, Öğretim Üyelerinin giriş çıkış kapısına yakındım ve aniden birinin yüzüne yumruğu indirip kapıya koşmaya başladım. Kapı açıktı ve koşarak kendimi Tandoğan’a doğru devrimcilerin hakim olduğu yere attım. Artık okula gidemezdim, grupla gitmeye karar verdim. Benden birkaç gün sonra sınıfın azılı faşisti olan Kör Nihat’a sataşınca Nihat onu bir güzel dövmüş, polisler sınıfa girip Nihat’ı gözaltına almış ve okul girişinde bulunan karakolda ifadesini alıp bırakmışlar. Grup sayımız gittikçe çoğalmakta, hangi bölümde kimler okuyorsa birlikte katlara çıkmaya başladık. Kimya katında ikinci sınıfta devrimciler kalabalıktı ve koridora egemen olunca bizler de rahatça koridora çıkıp onlarla dolaşıyorduk.
Yine bir gün Yusuf’la Zafer Çarşısı’nı gezip kitaplara bakarken Ümit Fırat’ın dükkânında Mehmet Uzun’la karşılaştık. Kafeteryaya gidip oturup sohbet ettik. Mehmet Uzun hâlimi, durumumu, okulu sordu, ben de ona o zaman sol jargonda Türkiye için yarı feodal, yarı sömürge terimi kullanılmaktaydı. Mehmet Uzun’a; Bu sömürgeciliği tam anlamak istediğimi, kendisi yarı sömürge olan bir devlet sömürgelere sahip olabilir mi? sorusunu sorunca bana geniş anlattı. Ardından İtalyan bir yazar olan Raimonda Luraghi’nin SÖMÜRGECİLİK TARİHİ kitabını da tavsiye etmişti. Kafeteryadan kalkınca Ümit ağabeyin kitapçı dükkânına gidip sorunca bir adet raftan çıkarınca satın aldım. Eve gidince hemen okumaya başladım, sömürgecilik ve sömürge uluslarla ilgili iyi bir bilgi sahibi oldum.
(Devamı var...)