Engin Yılmaz
Yıl 1955..Tahranın fakir arka mahallerinden birindeki bir sokak çeşmesinde bulaşıkları yıkamak için sıra bekleyen kadınlar arasında yarı aavrupalı giyimi ve bakımlı hali ile diğer kadınlardan ilk bakışta ayırt edilebilen bir kadın göze çarpıyordu.
Bu kadın Ağrı Dağı İsyanında Kürtlerin liderliğini yapmış olan General İhsan Nuri Paşa'nın eşi Yaşar Hanım'dı...
Ceşme sırası bekleyen kadınlar detaylarını tam olarak bilmemekle beraber bu kadının Türkiye de isyan başlatmış önemli bir Kürt liderinin eşi olduğunu zaman zaman aralarında yaptıkları fısıldaşmalarda öğrenmişlerdi.
Utanarak çeşme sırası bekleyen Yaşar hanım sırası gelince etraftaki kadınların rahatsız edici bakışları arasında bulaşıklarını yıkamaya başladı.
Aslında evde kirli bulaşıklar az olduğu halde her zaman yaptığı şeyi bugün de yapmıştı. Bir Kürt lideri olan olan kocasının bir parça ekmeğe muhtaç olduğu komşular tarafından bilinmesin diye evdeki tüm tencereleri çeşme başına getirerek bulaşıkları kabarık göstermeye çalışmıştı.
Halbuki evlerinde fazla bulaşık çıkmıyordu.
Çünkü İran hükümetinin onlara verdiği mültecilik maaşı çoğu zaman evlerinde tek öğün yemek pişirmeye dahi yetmiyordu.
Daha önce Türkiye'den kaçarken yanlarında getirdikleri ziynet eşyalarını satarak bir yük kamyonu satın almışlar ama ondan da zarar etmişlerdi.
Bu yoksulluklarını gören bazı yakın dostlarının " Maaşınızın arttırılması için İran şahına mektup yazalım" önerisini İhsan Nuri kesin bir dille ret etmiş; " Ben bir Kürt lideriyim, Kürt halkını temsil ediyorum, milletimin onurunu İran şahının önünde iki büklüm edemem" demişti....
Aldıkları mülteci maaşı geçinebilmelerine yetmediği için de son zamanlarda karı-koca birlikte kravat örüp satıyorlardı.
Yaşar Hanım; bulaşıklarını yıkarken bir taraftan da geçmişte yaşadıkları çileli hayatlarını düşündü... Düşündükçe
Üzüldü... Üzüldükçe öfkelendi.... Ve öfkesini bulaşıklardan çıkartırcasına onları daha bir hışımla yıkamaya devam etti.
Hayat ne garip bir maceraydı???
Nereden nereye gelmişti....???
Gönül verdiği bir Kürdün peşinden İstanbul'dan Tahran'a uzanan acı, gözyaşı ve katliamlarla dolu çekilmez bir hayatın içinde umutsuzca çırpınıyordu....
Halbuki hayata; Gürcü asıllı, İstanbullu ve varlıklı bir Türk ailesinde iyi bir eğitim alarak başlamıştı...
Mutlu bir hayatı ve belki de parlak bir geleceği vardı...
Buna rağmen, Iğdır'da Askeri doktor olan büyük kardeşi Ali Haydar'ı ziyarete gittiklerinde, Bitlisli bir Kürt ve bir Osmanlı subayı olan Yüzbaşı İhsan Nuri ile tanışmasıyla kaderi farklı bir yöne evrilmişti...
Uzun ince boyu, kavisli bıyığı ve madalyalarla dolu Askeri kıyafetleri içindeki İhsan Nuri'yi ilk gördüğünde ona tarifsiz bir aşkla tutulmuş ve bu yakışıklı adamı Yunan mitolojisinde ki Achilles'e benzetmişti...
Oysaki gördüğü yakışıklı genç subayın damarlarında Kürdistanlı Rüstemê Zal'ın kanı vardı. Ve günü gelince de "Ararat Kartalı" olarak tıpkı atası Rüstem gibi Afrasiyap'ın çocuklarına ve onların Turancılığına karşı Beytüşşebap(1924) ve Ararat (1926-1930) İsyanlarında şavaşacaktı....
Bu, Firdevsi'nin Şehnamede anlattığı Kürdistanlı Rüstem önderliğindeki Ariler ile ve Afrasyap önerliğindeki Turanilerin günümüze kadar süren mücadelelerinin devamıydı...
Tek farkla ki; talih son bin yıldır Rustem'in çocukları olan Kürtlerin yanında değildi...
Ağabeyi Dr. Ali Haydar'ın “İhsan Nuri Kürtçü fikirleri olan ve yerinden durmayan bir subaydır, bir gün gelir sorunlara neden olabilir” uyarısına rağmen onu dinlememiş ve İhsan Nuri ile 18 Nisan 1922 tarihinde Iğdır’da evlenmişti.
Bu Kürt subayı o kadar çok sevmişti ki; hiçbir kimse, hiçbir ses ve hiçbir öğüt yüreğinde hissettiği aşkın sesini bastıramazdı...
Ve Ölüm dahil, hiçbir neden onunla birlikte ömür geçirmesine engel olamazdı...
İhsan ve Yaşar aşkı; isyanların gölgesinde eski masallardan fırlamış, Ararat dağı kadar büyük ve eşsiz bir aşktı..
Sonraki yıllarda "Ararat Kartalı" adıyla anılacak olan İhsan Nuri, 1892 Bitlis'te Cibran aşiretinden bir ailenin çocuğu olarak doğmuştu. Bitlisteki ilk öğreniminden sonra sırasıyla; Erzincan Askeri Rüştiyesini ve 1910 da da istanbul Askeri Akademisinden mezun olarak Osmanlı ordusuna Teğmen rütbesi ile olarak katılmıştı.
İhsan Nuri; Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında Osmanlı ordusunun saflarında Arnavutluk, Arabistan, Yemen, Erzurum, Iğdır ve Çıldır gibi alanlarda savaşa katılmış ve bir çok defa da yaralanmıştı..
Osmanlı ordusundayken Kürt Teali Cemiyetinin nin aktif üyelerinden biri olmuş ve Cibranlı Halit bey ile birlikte Osmanlı ordusu içindeki illegal Kürt subayların yapılanmasının en önde gelenleriden biri olmuştu.
Ayrıca İstanbulda yayınlanan Kürt basınına da zaman zaman yurtsever içerikli yazılar da gönderiyordu.
Osmanlının yıkılması sorası Cibranlı Miralay Halit bey tarafından kurulan Azadi Hareketinin kurucularından olmuş ve evlendikten sonra tayini Iğdır'dan Siirt'e çıkınca da Azadi nin Siirt şube başkanı olmuştu.
İhsan Nuri 1923 te yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti nin Kürtleri yok sayması üzerine Türk ordusu içindeki görevini sorgulamış ve "Kürtleri inkar eden Türk ordusunda görev yapmak Kürtlere ihanet etmektir" demekteydi...
Nihayet, Azadi örgütünün direktifleri doğrultusunda kendisi gibi Kürt olan Rasim, Tevfik, Xurşit ,Ali Rıza ve İsmail Hakkı Şawes gibi subaylarla ve bir miktar Kürt asker ile birlikte Türk Ordusundan firar ederek Tarihe “Beytüşşebap Ayaklanması“ olarak geçen 1924 tarihli isyana katılmışlardı...
İsyanın başarısızlıkla sonuçlanması sonrası önce Suriye'ye ardından da Irak'a geçen İhsan Nuri, Iraktaki İngiliz ordusunun kendileriyle çalışma teklifini "Ben bir Kürdüm bu nedenle sadece Halkımın hakları için savaşırım" diyerek ret etmiş ve Irak'ı terk ederek İrana geçmişti...
İranda ise yakalanarak Zencan şehrinde hapsedilmişti...
Bu esnada Türkiye de kalan ve İhsan Nuri'nin isyan haberini sonradan duyan eşi Yaşar hanım büyük bir şok geçirmiş ve ardından çaresiz Siirt'den ayrılarak ailesinin yanına dönmüştü....
İhsan Nuri Irak'dayken 1925 yılında Türkiye'de Şeyh Sait ayaklanması olmuş, Kemalistlerce kan ve gözyaşı ile bastırılmış olan isyan sonrası Kuzeyli Kürtler için, idamlar, sürgünler ve katliamlarla dolu yeni bir dönem başlamıştı.
Devletin İsyan sonrası başlattığı zulümlerden kaçıp kurtulabilenler Broyê Heskî Telli önderliğinde 1926 yılında Ağrı dağında bir araya gelerek yeni bir isyanın ateşi yakmışlardı.
Ararat İsyanı başladığı esnada İhsan Nuri İran'da hapisteydi.
Kürtlerin o yıllardaki tek çatı örgütü olan Xoybun, Beyrut'ta 5 Ekim 1927 tarihinde düzenenlediği “Kürd Ulusal Kurultay‘ında aldığı kararla; o günlerde İran hapishanesinden yeni çıkmış olan İhsan Nuri'ye "Paşalık" rütbesi ile beraber "Başkomutanlık" görevi ile isyanı yönetmesi görevini vermişti.
O artık Kürt ulusal direnişinin askeri lideri ve "Ararat Kartalı İhsan Nuri Paşa" olmuştu....
İran dan Ağrı dağına giden ve orada liderliği devralan İhsan Nuri, Ağrı İsyanını büyük bir başarıyla yönetmiş, sayıca ve silahça kendilerinden onlarca kat daha büyük bir orduyu Araratın eteklerinde 4 yıla yakın durdurmayı başarmıştı...
Türk ordusunun temsilcileri yapılan bir barış görüşmesi esnasında; isyanı sonlandırması karşılığında kendisine teklif edilen tüm rütbe ve makamları da ret etmişti.
Yaşar hanım; Xoybun tarafından isyan sürerken yaşlı annesi ile beraber Suriye, Irak ve İran üzerinden Ağrı dağındaki kocasının yanına ulaştırılmıştı.
Yoldayken kendisini Suriye'de karşılayan Xoybun temsilcisi ve Berazi aşireti reisi Mustafa Şahin Bey ona "Yaşar hanım, gurur durmalısınız kocanız Kürtlerin paşası ve Başkomutanı oldu" demişti.
Bu nedenle Ağrıya ulaştığında karşısında Apoletler ve madalyalar içinde bir İhsan Nuri görmeyi hayal etmişti. Ama İhsan Nuri'yi yırtık ve yamalı yerel Kürt kıyafetleri içinde gördüğünde tam bir hayalkırıklığına uğramıştı.
Hayalkırıklıkları bununla da bitmemişti. Ağrı dağındaki mağaralarda ve kaya oyuklarında Türk uçaklarının bombardımanları altında aç ve susuz yaklaşık 3 yıl yaşamışlardı...
Ve sonra gelen yenilgi... İrana kaçıp İran güçlerine teslim olmaları...
9 ay iran hapishanesinde kalma ve sonra
5 yıl Yezd ve Kirman çölündeki sürgün yılları...
Sonra da Tahranda İran istihbaratı SAVAK'ın gözetiminde mülteci statüsünde zorunlu ikamet...
Yaşar Hanım Geçmiş anılar eşliğinde yıkadığı bulaşıkları bitirdikten sonra çeşme başındaki kadınların her zamanki kendisini süzen rahatsız edici bakışları altında evinin dar ve çamurlu yolunu tuttu.
Geçmişi düşünürken adeta burnundan soluyordu....
Nihayet çamurlu dar sokakların bitiminde ki bir kaç yıldır kiralamış oldukları İki küçük odali evlerine ulaştı. Eve girdiğinde eşi İhsan Nuri'nin; bir taraftan hafta sonuna yetiştirmeleri gereken kravatları örmekle meşgul olduğunu, bir taraftan da hiç çocukları olmadığı için evlatlık olarak yanlarına aldıkları Zehra ve arada bir evlerine ziyarete gelen o dönem lise öğrencisi olan Rahim Şinoyi ile sohbet ettiğini gördü.
İhsan Nuri onlara dertli ve duygulu bir şekilde Kürdlerin içinde bulunduğu kötü durum üzerine konuşuyordu.
Çeşme başından üzgün ve kızgın bir şekilde dönmüş ve çatacak yer arayan Yaşar hanım araya girerek;
-’İhsan Bey daha ne zamana kadar Kürdlerle uğraşacaksın? Birazda bizleri düşün... O uğruna hayatımızı mahvettiğin Kürtler şimdi nerede? Niçin onlarda bizim içinde bulunduğumuz bu esareti ve fakirliği merak etmiyorlar? İran’da ve dünyanın her yerinde o kadar Kürd var, bir kaçı hariç kaç tanesi İhsan Nuri Paşa’nın kim olduğundan ve nasıl yaşadığından haberdar? Eğer sen Kürler için devlete isyan etmeseydin ve Türkiye’de kalsaydın şimdi yüksek bir rütbe sahibi olurdun ve iyi bir yaşamımız olacaktı‘ dedi..
İhsan Nuri, karısının zorluklar içinde sabrı taşmış bir insanın duygusal refleksiyle ve kızgınlıkla bunları söylediğini ama aslında gerçek düşüncesinin bu olmadığını biliyordu...
Ayrıca Yaşar Hanım'ın bir nebze de olsa haklı olduğunu da biliyordu. Çünkü hapis, sürgün ve mültecilikle geçen son 50 yıllık hayatlarında adeta unutulmuşlardı. Her ikisinin birer yeğenleri dışında kendi akrabaları bile onları arayıp sormamıştı...
İhsan Nuri Paşa ördüğü kravattan başını kaldırıp yakın gözlüğünün çerçevesi üzerinden ona bakarak teskin edici bir sesl tonu ile;
- ’Yaşar!... Yaşar!.. ben iyi bir yaşam veya yüksek bir rutbe için mi Kürd Ulusal mücadelesini verdim? Ben her şeyi vicdanım ve Kürtlük şerefim için yaptım. Bu mücadeleye başladığım zaman; yokluğu hapsi, sürgünü ve hatta ölümü bile göze aldım. Ve bundan da asla pişman olmadım... Üzüldüğüm tek şey Ağrı dağında yaktığımız özgürlük ateşinin bugün sönmüş olmasıdır" dedi....
.........
İhsan Nuri ve Yaşar hanım 54 yıl birlikte yaşadılar... Bir birleriyle öylesine özdeşleşmişlerdi ki; biri olmadan diğeri anlatılamıyordu...
Ve İhsan Nuri 1976 yılında bir motosiklet kazası sonrasında, Yaşar hanım ise ondan birkaç yıl sonra öldü...
İkisi de geri dönemedikleri vatanlarının çok uzağında mülteci oldukları Tahran'daki Beheşti Zehra mezarlığına gömüldüler...
İhsan Nuri Paşa öldüğü zaman banka hesabında 1150 Riyal vardı. O dönem bir Amerikan doları 70 Riyal, bir kilo et ise 140 Riyal ediyordu.
Yani Ararat kartalı geride sadece 8 kğ et alınabilecek bir servet bırakmıştı....
Mezarının üzerinde şu yürek burkan Farsça şiiri yazılıdır:
"Ey Kürdistan dağlarının rüzgarları esin!
Ey Bulutlar gürleyip Ağlayın!
Ey ırmaklar Çağlayıp Akın!
Ve Ey kuşlar acı çığlıklar atarak ötün!...
Çünkü Ararat Kartalı Ihsan Nuri bu mezarda vatanından uzakta unutulmuş ve tek başına yatıyor"...
Sanırım bu hazin şiir başka bir söze gerek duymaksızın Kürt olmanın ve Kürtlük için mücadele etmenin anlamını bizlere bir kez daha anlatıyor...
Çünkü Kürtlük:
Zülme uğramaktır...
Çiledir...
İsyandır...
Şavaştır...
Hapis ve işkencedir...
Mülteci olmaktır...
Terk edilmektir...
Unutulmaktır...
Bedel vermektir...
Ve İhsan Nuri gibi, bir mezarda yapayalnız, sahipsiz ve kimsesiz uyumaktır..
Eğer bir gün Tahran'da Ararat Kartalının bu
mahzun mezarına yolunuz düşerse, onun eşi Yaşar Hanıma söylediği ve her onurlu Kürt için serlevha olacak sözünü bir defa daha hatırlayın:
"Ben bu ulusal mücadeleyi; daha iyi bir yaşam ve yüksek bir makam için değil; vicdanım ve Kürtlük şerefim için verdim. Ve bundan da asla pişman değilim"....