Kürtlerin tarihi ve özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında yaşanan olaylar ve isyanlar hakkında yazdığı kitaplar ve araştırmalarla öne çıkan Tarih mütahasısı, araştırmacı yazar Mahmut Akyürekli katıldığı Rudaw TV programında dikkat çekici bir röportaj gerçekleştirdi.
Fırat Üniversitesi Tarih Bölümü’nden 1983’te mezun olan Akyürekli, üniversite eğitiminin ardından Yüksek Lisans eğitimini “Dersim Olaylarının Sebep ve Sonuçları” üzerine yazdığı tez üzerine 1985’te yarıda bırakmış, 10 senelik öğretmenlik hayatını da noktalamış. 25 yıl ticaretle meşgul olmuş.
2010 yılında akademik çalışma ve araştırma alanına geri dönen Akyürekli, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde yüksek lisansını tamamlamış. Tez konusu olan “Dersim Olaylarının Sebep ve Sonuçları”, “Dersim Kürt Tedibi” isimi ile kitap olarak yayınlamıştır.
Ulus devlet Kürt ilişkileri, Yakın dönem Kürt Tarihi, Milli mücadele ve Cumhuriyetin kuruluş dönemi 1. Cihan Harbi Kafkas ve Irak cephesi üzerine çalışmaları bir kısmı Kitap diğerleri ise bir çok dergi ve gazetede makale olarak yayınlanmıştır.
Rûdaw TV’de “Pencemor” (Parmak İzi) programına konuk olan Kitapları bulunan Mahmut Akyürekli ile yapılan Kürtçe röportaj Türkçeye çevrilerek üç bölüm şeklinde yayınlandı.
Tarihçi yazar Mahmut Akyürekli üç bölüme ayrılan röportajından soru cevap şeklinde I. Bölüm:
Sayın Akyürekli, Kürt-Türk ilişkilerinin tarihini anlatan birçok kitap yazdınız. İlk sorum şu olsun istiyorum: Kürt-Türk ilişkileri ne zaman ve nasıl başladı?
Osmanlı döneminde mi öncesinde mi?
Çok da geçmişe gitmeden özellikle Osmanlı döneminde.
Kürtler ile Türkler arasındaki ilişki bundan bin yıl önce Arslan Yabgu (Alp Arslan’ın amcası) döneminde başlamış. Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin kardeşi Arslan Yabgu, Gazneli Sultanı Mahmut tarafından Kalincar Kalesi'ne hapsedildiğinde ona bağlı olanlardan iki bin kadar aile Revadilere sığındı. İlk ilişki böyle başladı.
Revadiler Kürt mirliği miydi?
Revvadi Mirlikten öte Devletti, Selahaddin-i Kurdi’nin (Eyubi) ailesinin kökeni de bu devlete dayanır. Köklü ve döneminde büyük bir devlet. O dönemde (850-1100) Bizans ile İran arasında üç Kürt devleti vardı. Gürcü-Ermeni cephesinde Şeddadi devleti, güneyinde Revvadiler ve bugün Silivan-Meyafarqin, Cizre ve Musul bölgesinde de Mervaniler hüküm sürüyordu. Hemedani, Hasanveyhi (Hêznawi), Ahmedil, Müsafirir gibi mirlik seviyesinde olanları saymıyorum. Türkler o dönem hâlâ Anadolu ve İran coğrafyasında bir devlet kurmamışlardı. Göçebe olarak geliyorlardı. Kürt ve Türk ilişkilerinin başlangıcı bu dönemdedir.
Bu ilişki Selçuklular döneminde yoğunlaşarak devam etti.
“İDRİS-İ BİTLİSİ OSMANLI TARİHİ HAKKINDA SEKİZ CİLT KİTAP YAZDI”
Osmanlı döneminde daha da arttı. Yavuz Sultan Selim döneminde İdris-i Bitlisi ile en üst merhaleye taşınmış oldu. Bitlis-i devrin en iyi tarihçisiydi. Aslında Safevi tarihçisiydi, Safevi sarayında yaşıyordu. Yavuz’un babası Yıldırım (Bayezid) Han ona haber gönderdi. “Sen Sünni’sin, neden Kızılbaşların tarihini yazıyorsun?” diyerek onu davet etti ve ona bir çok vaatte bulundu, teklifler sundu. Bunun üzerinde İstanbul’a geldi, saraya yerleşerek Osmanlı tarihi hakkında sekiz cilt kitap yazdı. Bu kitaplara “Heşt Bihişt” yani Sekiz Cennet adı verilmiş. Her bir kitap bir Osmanlı sultanını anlatıyordu. Ertuğrul Gazi, Osman Gazi, I. Murat, II. Murat’tan Fatih Sultan Mehmet ve Yıldırım Bayezit’e kadar. İdris-i Bitlisi Hacca gitmek üzere Mekke'ye gitmiş fakat dönmemişti. O sırada Yavuz babası Bayezit’e karşı ihtilal yaptı, onu tahtan indirip zehirletti. İdris-i Bitlisi’ye geri dönmesi için haber gönderdi, onu İstanbul’a yeniden davet etti. Yavuz ile ilişkisi böyle başlamış oldu. Bitlisinin aracılığıyla kimi rivayetlere göre 27, kimine göre 32 Kürt miri Safevilere karşı Osmanlılarla ittifak yaptı. Böylece büyük ittifak ve geniş bir ilişki kurulmuş oldu. Kürtlerle Türklerin Osmanlı dönemi ittifakı 1510-1517 yılları arasında başladı desek yanlış olmaz.
Bu ilişki bir egemen sömürge ilişkisi miydi?
Hayır, o dönemde eşit idiler. Her bir Kürt mirinin Osmanlı ile ilişkisi ve statüsü kendine özgün ve farklıydı, gücüne ve nüfuzuna göreydi. Kimi tam özerk kimisi ise kısmi bir imtiyaz sahibi idi.
Yani ayrı ayrı ilişkileri oldu, birlikte değil.
Evet, tek tek oldu. Her bir mirlik kendi gücü ve çapına göre görüş ve taleplerini Osmanlı’ya bildirdiler, onlar da müzakereler edip ortak noktada buluşarak kabul etti. 1840’a kadar da ilişkiler bu çerçevede devam etti.
O hâlde İdris-i Bitlisi Kürtleri mahvetti diyebilir miyiz?
Hayır diyemeyiz. Zamanın şartlarına göre yani tarihsellik çerçevesinde meseleye bakmak lazım, böyle bakarsak “mahffetti “diyemeyiz. Benin kanaatime göre Yavuz Selim’in hışmından kurtarmakla iyilik bile etmiştir. Yoksa aralarında bir birlik olmayan mirlikleri Sultan Selim tepeler geçerdi. Adam ihtilalcı acımasız bir sultan. Hicaz, Mısır Darül harp mıydı? hayır Darül İslam olmasına rağmen hepsini işgal etti. Meseleye birde böyle bakmak lazım.
Neden o kadar çok mir ve aşiret kendisine bir lider belirleyemedi?
Bu Kürt milletinin bir hatası veya kusuru, eksikliği değil. Orta çağda Millet kavramı gelişmemiş, bütün halkların hâli bu. Türkler de bin yıl boyunca devlet kuramadıkları zamanlar var. Türkler arasında saltanat ve hakimiyet için çoğu zaman kardeş kardeşi öldürdü. Osmanlı döneminde Fatih Sultan Mehmet evladının, kardeşinin kâtline cevaz veren fetvayı talimatla Şeyhül İslamdan aldı, ferman çıkardı. Sultan Selim saltanat için Babasının tahtan indirdi, babasını, kardeşlerini oğullarını öldürttü. Hükümranlığı dağılmasın diye.
Selahaddin-i Eyyübi o yolu seçmedi. Vefat ettiğinde o büyük Eyyübi hanedanlığı kardeşler(çocukları) eliyle parçalandı. Kürt mirleri de öyleydi, her biri kendi hükümranlığı ve şahsını savunuyordu. Bu yüzden anlaşamıyorlardı. Kürt Milleti fikri henüz tezahür etmemişti.
Peki İdris-i Bitlisi Osmanlı tarihini yazdı diyebilir miyiz?
Elbette, zaten ilk olarak sekiz ciltlik Osmanlı tarihini o yazmıştır. Şöyle bir not ta düşmekte fayda var; bu güne kadar Türkler o tarihi günümüz Türkçesine çevirmediler. Asıl metin Farsçadır, o zamanlar Osmanlı sarayında yazışmalar Farsça yapılıyordu. Sarayın günlük ve siyasi yazışma dili Farsça, askeri dil Türkçe, İlim dili ise Arapçaydı. Ne yazıkki hala bu eserin tam bir çevirisi yapılmış değil.
Neden?
Neden? güzel bir soru. Biz tarihçilerin bu konuda düşüncesi farklı. Ben şahsen Kürtleri öne çıkarmamakla alakalı bir davranış olduğunu düşünüyorum. Biliyoruz ki Kürtlerin daha beylik döneminde Osmanlı’ya katkısı oldukça fazla. Türkiye’de Kürt tarihçilerin sayısı arttıkça bu daha geniş mikyasta ortaya çıkmaya başladı. Kuruluş döneminde Osmanlının genellikle Müderrisleri, Kadıları ya Kürt yada Kürdi ekolden gelen -Vefailik gibi-müntesiplerdi. Mesela size bugüne kadar gelmiş başka bir enteresan hadiseyi, tahrifatı anlatayım. İstanbul fatihi Mehmet Han’ın hocası olan Mola “Gorani”ye, Mola “Gürani” diyorlardı, Gorani’nin Kürt olduğu bilinsin istenmiyordu. makalelerde kitaplarda ismini tahrif ederek veriyorlardı. Ben dahi Tarih ihtisası yapmayana kadar da öyle biliyordum. “Goran” değil de “Güran” diye tanıtılıyordu ki Kürt olduğu ortaya çıkmasın.
Osmanlı beyliği ilk kurulduğunda İznik’te büyük pirlerinden, akıldanelerinden biri Tacedin el-Kurdi’ydi. Nisbesi bile el-Kurdi’dir, klasik Osmanlı tarihi kaynaklarında da Kürdi nisbesiyle yazılmış ama bugünkü tarih belgelerinde Taceddin Hoca diye geçiyor. Taceddin el-Kurdi demiyorlar.
Bu Ehmedê Xanî’nin bahsettiği Taceddin el-Kurdi ile aynı kişi mi?
Hayır farklı şahsiyetler. Osmanlının kuruluşunda üç önemli şahsiyetten biridir Taceddin el-Kurdi. Diğer kurucu hocalar da aslında farklı değil, Şeyh Edebali Osman Gazi’nin hocası ve kayınbabası, üçüncüsü Davud-i Kayseri’dir ki onun da Kürt olduğunu biliyoruz. Şeyh Edebali aynı zamanda Taceddin el-Kurdi’nin damadıdır. Taceddin el-Kurdi, bir kızını Şeyh Edebali’ye, diğerini de Çandarlı Kar Halil Efendi’ye vermişti. Şunu da ilave edelim bunların cümlesi Vefaidir. Ebul Vefa e Kürdi müntesiplerindendirler. Daha sonra Hacı Mektaşê Veli de aynı ekolün müntesibi.
“ULUS DEVLET İÇİN SADECE KÜRTLER DEĞİL, ANADOLU’DA YAŞAYAN TÜM MİLLETLERİ YOK SAYDILAR”
Yani bugünkü Türk tarihçiler o dönemde Kürtlerle Türklerin böyle bir ilişki içerisinde olduğunu yazmak istemiyor mu?
Evet. Cumhuriyet döneminde bir ulus devlet inşa edildi. Bu ulus devlet için tek millet gerekiyordu. Diğer milletlerin tümünü yok saydılar daha sonra asimile ettiler. Sadece Kürtler değil, Çerkez, Çeçen, Ermeni, Gürcü ilanihaye Anadolu’da yaşayan tüm milletleri yok saydılar.
Osmanlı sultanlarının da etnik olarak Türk olmadığı, Afganistan’dan veya başka bir yeden geldiği iddia ediliyor, doğru mu bu?
Etnik olarak ataları Türk’tür, o tür bir iddia doğru değildir. Evet, Belh’ten, Afganistan tarafından gelmişler. Zaten öncesinde Anadolu’da, Mezopotamya’da, İran ve Azerbaycan’da Türkler yoktu. Türkler Semerkand, Belh Türkmenistan, Maveraünnehr cihetinde yaşıyorlardı, oralardan İrana sonra da Kürtlerin yardım ve teşvikiyle batıya, Anadolu’ya geçtiler.
Yani sultanlar Türk’tü.
Evet, Osmanlı sultanları baba tarafından aslen Türkler, fakat hiç birinin annesi Türk değil dersek daha doğru bir tespit yapmış oluruz. Çünkü Osman’dan bu yana hiç birinin annesi Türk değil. Anneleri ya Bizans, ya Rum ya da başka milletten.
Yani yarı Türk yarı başka milletten.
Evet, öylede diyebiliriz.
Birinci Dünya Savaşı’nda Kürtler nasıl kandırıldı? Çoğu zaman Kürtlerin de devletin inşasına katıldığı söyleniyor. Neden Kürtler Türklerle ortak olamadı?
Aslında başta 1924’e kadar Kürtlere ortak gibi davranıldı. Nasıl ortaktı? Yedi düvele karşı ulusal kurtuluş savaşı verildiğinde Kürtler Türkleri satmadı, destek verdi yanlarında durdu. Bin yıldır iki millet birlikte yaşıyor, birbirlerine karışmış durumdaydı. Bu milletler İtilaf devletlerine karşı müşterek bir varlık mücadelesi verdiler. I. Dünya Savaşı sadece Türklerin harbi değildi, Kürtlerin de harbiydi. Osmanlı döneminde 1908’e kadar da Türk ile Kürt arasında bir fark yoktu. II. Abdülhamid devrinde Askeri ve mülki idarede özelikle Kürtler tercih edilmekteydi. Birinin Kürt veya Türk olması değil, Müslümanlığı ve Osmanlıya hizmet derecesi önemliydi. Bu ayrım daha sonra ortaya çıktı. Ayrım 1908 İttihat ve Teraki'nin iktidarı, hakimiyeti ile ortaya çıktı. Onlar genellikle Pan-Türkçü hareket içinde gelen Turancılardan oluşuyordu. Cumhuriyet kurulurken ittihatçıların bir kısmı safdışı kalmasına rağmen kurulan devlet “Türkiye” adıyla kuruldu. 1908 İhtilalinden sonra başlayan siyasi akım devem etse de, ilk anayasada bu ayrım yoktu, 1923 te Lozan'da istenen sonuç alınıp Cumhuriyet ilan edilince 1924’te ikinci anayasa yapıldı, artık Mustafa Kemal’in kafasındaki devrim tamamlanmıştı. Amaçlarına ulaştığı için Mustafa Kemal gizili ajandasın uygulamaya başladı. Onun zihninde bir ulus yaratma fikri vardı; tek millet, tek dil, tek vatan. Bu nedenle Kürtleri görmezlikten geldiler, görmek istemediler. Sadece Kürtleri değil, diğer etnik toplumları Çerkezleri, Boşnakları Arnavutları Arapları, Tatarları ( Türk değil, Moğol’durlar). Gürcüleri de görmezlikten geldiler, anlayışlarına göre herkesin artık Türk olması gerekiyordu.
Türklük kavramına da kendi sözlüklerinde verdikleri anlam 1924 Anayasasında: “Türkiye'de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese 'Türk' denir” şeklindeydi. Türklük bir emiri vaki, oldu bitti ile dayatıldı.
“MUSTAFA KEMAL’İN DE MUHTEMLEN ASLI TÜRK DEĞİLDİ”
Mustafa Kemal’in de muhtemelen aslı Türk değildi. Bunu teyit eden tarihi hadiseler de var. Uşağı Cemal Grand’ın hatıratında şöyle bir anekdota yer verilir: Atatürk’ün içki sofraları meşhurdur. Yine bir gün Çankaya Köşkünde kurulan sofrada arkadaşları ile içerken lavabo ihtiyacı için alt katta iniyor. Mutfakta alt katta dolayısıyla mutfağın önünde geçiyor. Tam bu sırada aşçısı uşağına, “Siz Selanikliler aslen Yahudi’siniz, Türk değilsiniz” şeklindeki hitabını duyuyor.
Atatürk de Selanikli. Duyduklarını üstüne alınmıyor ve masaya dönüp aleme devam ediyor. Uşağı ile aşçısı yemeği getirdiklerinde Atatürk arkadaşlarına dönüp “Benim için bazı kimseler -Selanikte doğduğumdan- Yahudi olduğumu söylemek istiyorlar. Şunu unutmamak lazımdır ki Napole’on da Korsikalı bir İtalyan'dı, ama Fransız olarak öldü ve tarihe Fransız olarak geçti.”(Cemal Granda Atatürk’ün Uşağı idim. Hürriyet Yayınları İstanbul 1973 , S.204-206
Yani şunu demeye getiriyor, “Ben Makedon veya Yahudi isem de Türkiye’ye hizmet ediyorum, Tarihe de Türk olarak geçeceğim.” Zaten öylede oldu, en büyük Türk hatta Türklerin Atası olarak tarihe adını yazdırdı. İddia yanlış değil, aslına bakarsanız Türkler çekik gözlü, buğday tenli, değirmi suratlı tipolojileri belli. Atatürk ise sarışın, mavi gözlü, Türklerde böyle bir tipoloji yok. Atatürk için belki Biyolojik olarak Türk’tür demeyebilirsiniz fakat kendi dünyasında, felsefesinde kendini Türk görüyordu.
Zaten etnik mensubiyette daha çok sosyo psikolojik bir mesele değil mi? Biyoloji ile meseleye bakılmıyor. Hitleri istisna tutuyorum. Kafasındaki devleti kurdu, bunu ulus merkezli inşa etmek bir ulus adına yapmak durumundaydı oda Türklük üzerine inşa ederek adını Türkiye koydu. Türk devletinin rolmodeli Fransa’dır. Cumhuriyeti Ulus-devlet felsefesi ile kurdu. Ulus-devletlerde de tek millet, tek dil olur, ortaklık ve şerklik kabul edilmez.
“ATATÜRK’ÜN DE BAŞLANGICINDA UMUDU KÜRTLERDİ”
Elinizde bir çok belge var ve Osmanlıcayı da okuyabiliyor ve yararlanabiliyorsunuz. Şeyh Mahmud Berzenci’nin Atatürk veya Türklerle ilişkisi var mıydı?
Evet, ilişkisi vardı, hatta çok yoğun bir ilişkisi vardı. 1919’da Erzurum Kongresi düzenlendiğinde Şeyh Mahmud Berzenci’nin 1918 de başlattığı mücadeleden örnekler verilerek anlatıldı. Atatürk’ün Şeyh Mahmut’ta hitaben yazdığı mektup İngilizlere esir düştüğü için Şeyh’e ulaşmasa da bu gün sureti elimizde. Atatürk’ünde başlangıcında umudu Kürtlerdi, çünkü organize aşiret gücü mücadele için iyi bir dayanaktı. Türkler böyle bir yapıya sahip olmadıkları için umut Doğu’daydı. Osmanlı coğrafyasında emperyalistlere karşı ilk başkaldıranlar Kürtlerdi. Şeyh Mahmud Berzenci’ydi. Mustafa Kemal ve arkadaşları İlk Kongrelerini boşuna Doğuda Erzurum’da, Sivas’ta yapmadılar.
Türk tarihçilerle arada bir yüz yüze tartıştığımızda “Kürt milli mücadelesi olmasa Türk milli mücadelesi olmazdı” diyorlar. Tabii bunu teke tek görüştüğümüzde söylüyorlar, medya önündeki tartışmalarda veya akademik çalışmalarında bunları söylemekten imtina ediyorlar.
Peki bunun belgesi nedir?
Oldukça çok belgesi var. Revanduz'a gönderilen Özdemir Bey’in hatıraları, Refik Hilmi, Ahmet Taqi’nin hatıraları. Türk Genelkurmay Başkanlığının yayınladığı ”I. Dünya Harbinde Türk Harbi Irak İran Cephesi “adlı iki ciltlik devasa bir eser, Mehmet Emin Zeki Beg’in Irak Cephesi notları ve daha bir çok belge. Hatıraların bazıları da yeni ortaya çıktı, bir kısmını da biz bulduk.
Şeyh Mahmut’un ilk hareketinin sebebi Süleymaniye’de Türkler çıkınca İngilizlerin girmesini engellemekti. 6. Ordu Kumandanı Halil Paşa kendisine mektup gönderip onu “Azl olunmaz Kürdistan Emiri” ilan ediyor (1918). Bu mektup ta elimizde…
İkinci Şeyh Mahmut Hareketinde (1922-1923) İngilizlere karşı savaşmaya başladığında Ahmet Taqi vasıtasıyla Türkiye’den yardım talebinde bulunuyor. Ankara hükümeti Özdemir Bey’i destek için Revanduz'a gönderiyor. Ancak 19232’te Lozan'da İngilzler'le anlaştıktan sonra destekten vaz geçiliyor, Özdemir Türkiye’ye çekiliyor. Kürtler açısında acıklı bir hikaye. Bu konu bu ropörtaj hacmini aşan bir mesele, inşallah kısa bir zaman sonra çıkacak olan Musul meselesini işlediğim kitabımda bu konuyu yeni ve bugüne kadar kullanılmamış belgeler ışığında genişçe işleyeceğim.
Şeyh büyük bir mücadele veriyor ve daha sonra tutuklanıyor, Hindistan’a sürgün ediyorlar ve bir süre orada kalıyor. Geri döndüğünde İngilizler ona şöyle bir teklifte bulunuyor: “Bir Kürt krallığı kuralım sen de kral ol.” Nitekim Kürdistan Kıralığı ismiyle bir oluşumda yapıyorlar. Şeyh Mahmud buna başlangıçta sıcak bakıyor fakat İngilizlerin güvenilir bir millet olmadığını bildiği için inandırıcı bulmuyor. Şeyh büyük ihtimalle şunuda düşünmüştü, “bin yıldır Türklerle birlikte yaşıyoruz, altı yüz yıldır da Osmanlılarla birlikteyiz, birlikte bir geçmişimiz yaşamışlığımız, ortak tarihimiz var.” Altı yüz yıllık tarih bir kenara itilemez. Bu yüzden Osmanlılarla bağlantı kuruyor destek istiyor. Bu belgelerin tamamı, mektuplar vs. Osmanlı arşivlerinde, Genelkurmay Başkanlığı arşivinde mevcuttur.
Siz bu belgeleri gördünüz mü?
Evet, elbette.
Ya sonrası?
Mahmut Akyürekli: Mustafa Kemal Paşa’da Özdemir Bey’i gönderiyor. Özdemir, Antep düşman işgalinden kurtarıldığında milis komutanıdır. Yani gerilla savaşını çok iyi biliyordu. Özdemir Bey Revanduz geliyor. Çok değil 60-70 kişilik bir müfrezesi var yanında. Bölgedeki aşiretlerle görüşüyor, Hemavendi, Dizai, Pişdar, Talabani, Barzani ….aşiretler Özdemir’e, Şeyh Mahmud’a destek veriyorlar. Kendisi de Şeyh Mahmud ile ittifak kurarak İngilizlere karşı mücadele veriyor.
Özdemir ile Şeyh Mahmud ‘la görüşmüşler mi?
Bir defa da değil, birçok defa görüşmüşler. Daha sonra da aralarında on maddelik bir anlaşmaya yapılmış. Bu bilgileri “Kürtlerle Türkler Bin yıllık Geçmişin Kısa Tarihi” adlı kitabımda yayımladım. On madde de Özerk Kürdistan nasıl kurulacak, idari meseleleri vs. nasıl olacak onlara yer verilmiş.
Türkler bir Kürdistan olmasını kabul etmiş mi peki?
Evet elbette bir Kürdistan’ın varlığını kabul etmişler. Zaten daha önce 1918 de Osmanlı Süleymaniye köysancak ve Kerkük‘ten çekilirken Şeyh Mahmut’ta "Kürdistan Emiri" unvanı vermişti, Özdemir Beyin zamanında yapılan anlaşma ikinci Kürdistan idaresi kabulüdür, Türkler açısında.
Özdemir bu anlaşmanın asıl nüshasını bir yüzbaşısı ve Süleymaniyeli Refik Hilmi, Ahmet Taqi Fettah Bey ile Ankara’ya gönderiyor. O dönem Türkiye Başbakanı da Rauf Bey’dir. Özdemir, Rauf Bey’e ve Mustafa Kemal’e ayrı ayrı mektup gönderiyor. “Bu gelenleri dinleyin, bunlar bizim için önemli, bu topraklar bizim için mukaddestir, kaybetmemeliyiz” ikazında bulunuyor. Mustafa Kemal’in yaveri Ankara Ulus’ta bu heyeti bir otelde misafir ediyor. Refik Hilmi, Amet Taqi ve Fettah Efendi iki-üç ay boyunca Türkiye’de kalıyorlar. Sanırım Rauf beyle de görüşüyorlar.
Fakat Atatürk ile görüşemiyorlar.
Maalesef, onlara sürekli “Mustafa Kemal sizinle bugün veya yarın görüşecek” deniliyor. Bu sırada İsmet İnönü Lozan’da İngilizlerle bir pazarlık içerisinde. Bu pazarlığı yaptıklarında sürekli Kürt silahını kullanıyorlar. Dolayısıyla gelen heyeti Ankara’da hoş tutuyorlar ta ki Lozan’da imza atılana kadar.
“LOZAN’IN TEK KAYBEDENİ VAR O DA KÜRTLERDİR”
Yani burada Kürtlere hile mi yapıldı?
Devletin politikası o dönem böyle. İster hile yapıldı ister kullanıldılar deyin kim burada ne anlıyorsa onu söylesin. Onu için ben her “fırsatta Lozan’ın tek kaybedeni var o da Kürtlerdir” tekrarına düşüyorum.
Yani bir yandan Özdemir’i Kürtlerle görüşmeye gönderiyorlar, diğer yandan da Lozan’da İngilizlerle pazarlık içerisindeler.
Biraz da öyle. İngilizlere karşı bir pazarlık yapmaları gerekiyordu. Elleri güçlü olmalıydı. Türkler, İngilizlere karşı Kürtlerin marifetiyle ellerini güçlü tutabildi. Lozan’da anlaştıklarında mesele kapatıldı. Mustafa Kemal’de Refik Hilmi’lerle görüşmedi. Bir yetkili otele gelip onlara “Gazi hasta sizinle görüşmeyecek, geri dönebilirsiniz” dediler. Belgelerini alıp Süleymaniye’ye binbir türlü zahmet ve buruk bir vaziyette geri döndüler.
Refik Hilmi hatıralarında buna genişçe yer vermiş. Ahmet Taqi’in hatıralarında da var. Zaten Türklerle Kürtlerin arasındaki mesele de buradan itibaren patlak veriyor.
Musul meselesi Lozan’da halledilmedi ve Türklerle İngilizler arasında bir sorunmuş gibi bırakıldı, bir yıl sonrasına ertelendi. Mustafa Kemal çok akıllı bir adam. Lozan’da Musul meselesi üzerinde Türklerle İngilizler ve diğer Avrupa devletleri arasında bir tartışma olmuş olsaydı, karşı taraf çoğunluktaydı, Türkiye tek başına baş edemezdi. İngilizler de Musul petrollerini Türklerle yalnız konuşmak istiyordu. Onlar da ortaklarını baypas ettiler. Bir yıl sonra Musul sorunu üzerine konuşalım ve çözelim dediler. Bu İngilizlerinde işine geliyordu, müttefiklerini böylece Musul'dan uzak tutular. Amaç Musul petrollerine yalnız sahip olmaktı. Muhtemelen Lozan’da Musul meselesinin çözümü Türklerle İngilizlerin gizili mutabakatlarından, sözlü antlaşmalarından biriydi...
Bir yıl sonra Musul meselesinin iki muhatap Türklerle İngilizlerdi, diğer dokuz Avrupa devleti safdışı edildi. Oldukça ince bir politika.
Nüfus etnik yapı vs. konular hep pazarlıklarda masadaydı, Türkiye Musul Vilayetinde Plebisit (halk oylaması) Kozunu masada hiç düşürmedi. Türklerin en büyük kartı Nüfus meselesiydi.
Kürtler Kerkük nüfusunun (Sancak genelinde) dörtte üçüne sahipti, Musul Vilayeti genelinde de Kürtlerle Türkler nüfusun çoğunluğunu sahiplerdi.
Gerçekten de o zaman demografya Kürtler den dolayı Türkler lehineydi.
"ŞEMSEDDİN SAMİ MUSUL KÜRDİSTAN’IN BİR PARÇASI DİYOR”
Kürtler çoğunlukta mıydı, bunun belgeleri var mı?
Osmanlı arşivlerinden Musul Salnamelerini (yıllık) çıkardık. Dönemin Musul katibi tek tek yazmış. Musul’un nüfusu kaç, Kürt nüfusu kaç, Türk nüfusu kaç, Kerkük’te kaç Kürt yaşıyor, kaç Türk, kaç Ermeni, kaç Yahudi yaşıyor, tüm bunlar detaylı olarak işlenmiş.
Ulaştığınız belgelerde ne yazıyor? Kürtlerin çoğunlukta olduğunu yazıyor mu?
Kamus-ül Alem ve Kamus-ı Türki’de Şemseddin Sami, Kerkük Sancağının dörtTe üçünün Kürt olduğunu söylüyor. DörtTe biri ise diğer milletler (1909).
Yani Musul vilayeti ile birlikte Bağdat ve Basra vilayetleri ile Irak’ı kurdular.
Bu bahsettiğim nüfus oranı Kerkük için. Musul’da da Kürt nüfusu yoğun. O zaman Kerkük, Koysancak, Süleymaniye Musul’un Sancakları
Musul coğrafyası hakkında Osmanlı arşivlerinde ne yazılıyor. Kürt bölgesi olarak mı geçiyor?
Evet, Kamusü’l Alem’de yine Şemseddin Sami, “Musul Kürdistan’ın bir parçası” şehridir diyor. Bu bilgiler Şemseddin Sami’nin yazdığı Kamusü’l Alem adlı Osmanlı ansiklopedilerinden var tek tek çıkarıp yazdık. Belgeleri size de vereceğim.
1920’lerde Kürtler isyana başladı. Koçgiri isyanı ve katliamı üzerinde bir kitabınız da var. Bu isyana kimler öncülük etti, kimler katıldı ve neden başarısız oldu?
Cumhuriyet tarihinin başlangıcında Kürtlerle Türkler ilk defa Koçgiri’de karşı karşıya geldi.
Koçgiri dediğimiz coğrafya sadece Sivas’ta bugün o ilçeyi kapsayan bölge mi?
Sivas ile Dersim arasındaki bölge. Kockiri aşireti bölgeye ismini vermiş. Bölge adını bu aşiretten alıyor. Türkler Koçgiri diyor ama aslen Koçkirî’dir. Yani göç edenler “koçer” anlamında. Abdülhamit döneminde Koçkirî aşiretinin lideri Mustafa Paşa ’idi. 1877’de Osmanlı-Rus savaşları sırasında Osmanlı askerleri Erzurum ile Sivas arasında tipiye yakalanıyor ve birçoğu boğuluyor. Mustafa Paşa aşireti ile birlikte sağ kalan Osmanlı askerlerini topluyor ve Üç ay boyunca besliyor. Bu nedenle Abdülhamit ona Paşalık unvanı veriyor, taltif ediyor, (Hilat) ödüller gönderiyor. Ferman gönderip oğlu Alişan Bey’i de okula aldırıyor. Alişan Bey daha sonra Koçgiri kaymakamı oluyor. Alişan Bey’in 1919 da tayini Divriği’ye çıkmış. O da Sivas’ın bir ilçesi.
Bunlar hangi tarihte gerçekleşiyor?
1919 Eylülünde Mustafa Kemal Erzurum’da kongreyi yapmış, ikinci kongre için Sivas’a gelmek üzere yola çıkmış. Yol Koçkıri’de geçiyor. Bölgede geçerken bütün ikazlara rağmen Koçkıri aşireti Mustafa Kemal’e ilgi göstermiyor. Çünkü onlar Osmanlı’dan yana. Osmanlı aileye paşalık vermiş. Tabi işin birde siyasi sebebi var. Biliyoruz ki 1918’de İstanbul’da Kürdistan Teali Cemiyeti kuruluyor. Kürdi bir cemiyet, başkanı Seyyid Abdülkadir-i Nehri’ydi. Koçkırili Mustafa Paşa’nın özel katibi Alişer Efendi, Oğlu Haydar Bey Kürdistan Teali Cemiyeti mensupları. Onlar cemiyetin çizgisinde Hilafet taraftarı bir düşünceye sahipler.
Kürt Teali Cemiyeti Hilafet Tarftarı mıydı?
Kuruluşundan bir müddet sonra Cemiyetti kuran Kürt aydınlar arasında bölünme yaşandı. Bedirhaniler, Cemil Paşazadeler ve Babanlar “Biz özgürlük ve bağımsız bir devlet istiyoruz” dediler, bunlar bir gruptu. Diğer gurup Seyyid Abdülkadir, Cibranlı Halit Bey, Kemal Fevzi gibi bir çok subay ve entelektüelden oluşuyordu. Onlar da bağımsız bir devlet değil de, Şeyh Mahmud Berzenci gibi otonom bir yapıyı savunuyorlardı. Yani Osmanlı hilafetine, İstanbul’a bağlı ama özerk bir statü istiyorlardı. Bu nedenle Kürt aydınlar içerisinde ayrım yaşandı. Koçgirililer Seyyid Abdülkadir’in taraftarlarıydı dolayısyla özerkl ve hilaftten yanaydılar. O dönem Kürdistan Teali Cemiyeti “Jîn” adına bir dergi çıkarıyordu. O dergiyi günün şartlarında yaya ulaklarla İstanbul’dan Sivas’a getiriyorlar, halka okuyor ve propaganda yapıyorlardı. Kendilerinin, kimliklerinin farkındaydılar. Koçgiri Kürtleri diğer bölgelerde yaşayan Kürtlere oranla daha çok okur-yazardı. Mesele Alişer çok iyi bir hatip ve şairdi.
Koçkırililer Sivas’a geçen Mustafa Kemal’i karşılamadılar. Mustafa kemal(Atatürk) Sivas Kongresi’nden sonra Osmanlı’dan ayrı bağımsız bir hareket olduklarını deklare etmesini tepki ile karşıladılar. Sivas’ta hilafeti savunanlar ile daha sonra Ankara’da devlet ilan eden teşkilat arasında gerginlik yaşandı. Bu tarihlerde Yıldızeli’nde Postacı Nazım, Çorum’da Ayanoğlu, Yozgat’ta Çapanoğlu başkaldırısı yaşandı, Koçkıri Kürtleri bu ayaklanmalara destek verdi. Çünkü Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını Hilafete isyan etmiş çete olarak görüyorlardı. Kuvvacılık onlara nazaran çetecilikti. Osmanlı’yı destekliyorlardı. Mustafa Kemal ve arkadaşlarını “ehli anarşist” görüyorlardı.
Dini nedenleri de var mıydı?
Öyle sanılıyor ama Koçgiri isyanı aslında siyasi ve etniktir. Belki buna ayrıca, Mustafa Kemalin geçmişte kendisine karşı gösterilen ilgisizlik sebebiyle ders verme düşüncesini ilave edebiliriz.
“KOÇKIRİ KIRMI” KİTABI ADETA ROMAN GİBİ GÜNÜ GÜNÜNE BELGELERLE YAZDIM”
Koçgiri isyanında bağımsız bir devlet talep edildiğini söyleyebilir miyiz?
Hayır, bağımsız bir Kürdistan talebi değil, otonomi. Hareketin liderlerinden Alişer Ankara’ya yazdığı mektupta taleplerini “Mümtaz bir vilayet”; özel statüye sahip bir vilayet olarak bildiriyor. Liderleri bu fikirdeydi. Bu fikre sahip oldukları için Cumhuriyetçilerle anlaşamadılar. Yozgat, Konya, Çorum gibi yerlerde hilafet taraftarları ayaklandığında Koçkırililer onlara da destek verdiler. Bu nedenle Ankara da Koçkırililerden haz etmedi. Dolayısıyla isyan başladığında Koçgiri’nin üzerine orantısız güç ,asker gönderildi, kırım, katliam yapıldı. Bir aşireti katlet edildi. Koçgiri olaylarının 85 yıl boyunca hiçbir belgesi elimizde yoktu. Bu belgeler saklı tutuluyordu. Araştırmacılara açılması yasaktı 2015’te bu belgelere bir şekilde ulaştım, tam altı bin üç yüz sayfadan oluşan bir koleksiyon.
Sadece Koçgiri ile mi ilgiliydi?
Sadece Koçgiri ile ilgili. Öncesinde Koçgiri ile ilgili elimizde hiç bir belge yoktu. Yani anlatıldığı üzere böyle bir olayın olduğunu biliyorduk ama aslının ne olduğunu bilmiyorduk. Bu belgeler elime ulaştığında üzerinde çalışmaya başladım. “Koçkıri Kırmı” adlı kitabı adeta roman gibi günü gününe bu belgelerle yazdım. Fakat sağlığım bozuldu belgelerden birini okurken rahatsız oldum, kalbimde ritim bozukluğu oluştu, tansiyonum yükseldi.
O belgede sizi bu kadar etkileyen ne vardı?
Şimdi de hatırlayınca daralıyorum. Acı veren olaylardan birini anlatayım: Koçgiri’nin liderlerinden birini iki oğlu ile köy meydanına getiriyorlar. Babanın boynuna bir ip geçirip gemici, bahriye bağı ile bağlıyorlar (Bahriye bağı çektiğinizde sıkar, bıraktığınızda artık gevşemez) İpin bir ucunu bir oğluna, diğer ucunu da öbür oğlunun eline veriyorlar. Milis askerler oğullardan birine tüfeğin süngüsü ile vurduğunda, adam irkilip ileri atılınca babasının boynundaki bağ sıkılmaya başlıyor, aynısını diğer oğluna yapıyorlar. Her bir oğul üç beş asker süngü darbesi ile perişan oluyor. Tabi her defasında süngü darbesinden sakınırken ellerinde olmadan babalarının boynundaki ipi daha çok geriyorlar ve baba boğuluyor. Düşünün….Babayı evladına boğdurdular, böyle bir zulüm yaşandı. Bunu Topal Osman yaptı. Topal Osman çok zalim biriydi, Koçgiri’de büyük bir kırım yapıldı.
Bu anlattıklarınız yazıya döküldü mü, Topal Osman kimdi?
Evet, bunları tek tek yazdım. Topal Osman Mustafa Kemal’in fedaisiydi. Daha sonra Muhafız Alay kumandanıydı. Meclis’te Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey’i öldürdü. Meclis ayağa kalktı Atatürk mecbur kaldı, üzerine asker saldı ve öldürttü. Kısaca Koçgiri’de böyle bir zulüm gördük. O belgeyi okuduktan sonra üç ay boyunca belgelere bakamadım, bakmaya tahammül edemedim. Koçgiri’nin bende hatırası hala devam eden yüksek tansiyondur.
Belgelere göre Koçgiri’de kaç kişi öldürüldü?
Belgelere göre İki bin, iki bin beş yüz kişi öldürüldü demek mümkün. Zaten bir aşiret kaç kişi olabilir ki?
Kadınlar ve erkeklerle birlikte mi?
Kadın, erkek, çoluk çocuk hepsi. Çok sayıda kadın ve kızı alıp götürdüler. Aynı şey Dersim’de de yaşandı, bir kısım kızları götürdüler.
Topal Osman ve etbaı yağma ve talan yaptı, yüz bin baş büyük ve küçükbaş hayvana el konuldu.
Dersim’den de bahsedeceğiz. Koçgiri’de kimseyi sağ bırakmadılar yani?
97 köyü yaktılar. Aşireti teslim olmaya mecbur etmek için Köyleri yakıp yıktılar.
Koçgirililer direnmedi mi? Silahlı değiller miydi?
Evet silahlıydılar, aşirettiler çünkü. Hükümete karşılık verdiler fakat kuvvetleri yetmedi. Orantısız bir güçle karşı karşıya idiler. Sonrasında kırım başladığında bir çoğu kaçıp Dersim’e sığındı. Mesela Alişer de Dersim’e geçti.
Alişer Koşgiri isyanının liderlerinden biriydi...
Evet, Mayıs 1921’de Dersim’e geçti ve 1937’ye kadar da orada firari yaşadı. Alişer eşi Zarife Hanımla birlikte.
“ÖLENE KADAR ZARİFE HANIM TÜFEĞİ OMUZUNDA, TABANCASI BELİNDE EŞİ ALİŞER’LE BİRLİKTEYDİ”
Zarife Hanım da silahlıydı.
Silahlıydı. Zarife Hanım 1920’den 1937’ye kadar da Alişer’le birlikteydi. Her dem tüfeği elinde, kaması kemerinde, tabancası belinde olarak kocasının yanındaydı. Maalesef 1937 de İkisi de Seyit Rıza’nın yeğeni Reber’in adamları tarafından öldürüldüler. Seyit Rıza’nın yeğeni devletin milisiydi. Adamları gidip kaldıkları mağarada onları kandırdılar ve öldürdüler. Tabi onlar gelenlerin bu amaçla geldiğini bilmiyordu. Mağara erişilmez bir yerde. Kendim de gidip o mağarayı gördüm. Öyle bir uçurum ki içeride olan silahlı iki kişi bir orduya karşı durabilir. Fakat onlar gelenler Alişer’i kandırıyor, yiyecek getirdik, konuşalım diyorlar. Alişer ile Zarife Seyit Rıza’nın akrabaları ve Kürt oldukları için onlara inanıyorlar, ihanet için geldikleri akıllarına bile gelmiyor. Mağaraya girdiklerinde silahlarını çekip Alişer’i vuruyorlar. Zarife de onlara karşılık veriyor ikisini öldürüyor. Daha sonra kendisi de öldürülüyor. Alişer’in başını kesip Türk kumandanına getiriyorlar. Ölene kadar Zarife Hanım tüfeği omuzunda, tabancası belinde eşi Alişer’le birlikte firardı.
Çocukları yok muydu?
Hayır yoktu.
Dolayısıyla modern Türkiye tarihinde ilk katliam Koçgiri’de olmuş diyebiliriz...
Evet. İlk olarak Koçgiri’de, hem Kürtler hem de genel olarak.
Azadî örgütü Kürtler için de bir gelişmeye işaret ediyor. Bu örgüte dair belgeler var mı?
Daha önce elimizde doğru dürüst bir belge yoktu. ismine Azadî deniliyordu ama nasıl bir yapılanma olduğu pek bilinmiyordu. Gizli bir örgütlenmeydi. Azadî’de daha sonra yapılan bir tanımlama idi. Orjinal ismi “Kürdistan İstiklal ve İstixlas (xlas) Komitesi’”dir. Yani Kürdistan Kurtuluş ve Bağımsızlık Komitesi. Başkanı da Cibranlı Halid Bey’dir. Kendisi bir Osmanlı subayıydı, Abdülhamit döneminde aşiret mektebinde okumuştu, çok bilgin, ihlaslı biriydi.
Azadî nerede kuruldu?
Belli bir mekanı yoktu ancak merkezi Erzurum’du. Çünkü Halid Bey’in kendisi Erzurum’da ikamet ediyordu.
Lokal bir örgüt müydü?
Hayır, toplumsal ve milliydi. Seyyid Abdülkadir ile ilişkileri vardı, Yusuf Ziya, Süleymaniyeli İsmail Hakkı, Kemal Fevzi, Tevfik Bey, tüm bunlar osmanlı subaylarıydı. Cemil Paşazadeler gibi Kürt aydınları ve birçok subay örgütün içerisindeydi. İhsan Nuri, Binbaşı Kasım da Azadî mensuplarıydı. Başkan Cibranlı Halid beydi, herkes ona değer verirdi, sevilen biriydi.
Azadî’nin varlığını ispat eden herhangi bir belge veya fotoğraf var mı?
Halid Bey’in Binbaşı Kasım’a yazdığı mektupları elimizde. Mektuplarda Kasım’ın hareketlerini beğenmediğini ve yaptıklarının kendisi için iyi olmadığını belirtiyor. Bir yerinde Azadî'ye kast ederek, “Eskiden Kürt meselesinde sen benden daha gayretliydin, şimdi niye karşısın?” diye soruyor.
Ayrıca Rus belgelerinde, özelikle Rusların Erzurum Konsolosluğu belgelerinde Azadî yapılanması ile ilgili belgeler var, onlarla görüşmeler yapılmış. Azadî adına Kemal Fevzi Ruslarla görüşmüş ve destek istemiş. Yine Lazistan ve Karadeniz mebusları ile görüşmeler yapılmış, kısaca uzun yılar sonra az da olsa bazı belgelere ulaştık.
Hangi yıllarda oluyor bunlar?
Kesin gün vermek mümkün değil öyle bir belgeye hala sahip değiliz fakat benim kanaatime göre 1923 sonbaharında Azadî kurulmuş, bir yıl sonra 1924’te de Beytüşşebap meselesinde ifşa olmuş. İfşa olduktan sonra 13 Eylül 1924’te Erzurum’da Yusuf Ziya tutuklanıp Bitlis’e götürülüyor. 24 Kasım’da da Cibranlı Halid Bey tutuklanıyor. Böylece oluşum sona eriyor. Ömrü bir buçuk yıl kadar fakat tesiri oldukça fazla.
Binbaşı Kasım’ın Azadî örgütünü ifşa ettiği ve ihbar ettiği söyleniyor. Bu doğru mu?
Kürtlerde şöyle bir davranış biçimi gelenekselleşmiş, bir insanı çok rahat kahraman ilan edebilirler aynı şekilde dönüp hain de yapabilirler. Mesele bilgisizliktir.
Ama mesele tarihtir.
Tarih ise belge ister, kanıt ister. Mesela Kasım haindir diyorlar. Fakat ihanet belge gerektirir, ispat gerektirir. Kasım başlangıcından itibaren Şeyh Said hadisesinin içinde yok ki. Ayaklanma umutsuzluğa evrilince Şeyh İran’a gitmek için Kasım’ı buldurup yanına alıyor, ondan rehberliğinden. Çünkü Kasım 1. Dünya Harbinde Hemedan'a kadar giden süvari bir birliğin başındaydı. Bölgeyi biliyordu, bacanağı olan Şeyh Said onun bu bilgisinin farkındaydı ondan istifade etmek istiyor. Başından beri işin içinde olmayan bir insan nasıl ihanet etsin. Şunu da not düşmekte fayda var, belki Azadi için Kasım’ın ihanetinden bahsetmek mümkündür diyebiliriz.
Fakat o Türk askerleri için çalışmış.
Mahmut Akyürekli: Süleymaniyeli Tevfik , İsmail Hakkı, Mehmet Emin Zeki Bey, Şerif Paşa da 1920'lere kadar Osmanlı (Türk) Ordusu mensubu subaylardı. Zeki Beg 1924 yılına kadarda da bu görevine devam etti. Bunların hepsi Osmanlı subayları. Kasım da Osmanlı subayıydı. Mesela Şeyh Said isyanını bastırmak için bölgeye gönderilen ve o kadar Kürt’ü katleden Osman Nuri Paşa kimdir biliyor musunuz? Binbaşı Kasım, Cibranlı Halid, İsmail Hakkı, İhsan Nuri ile birlikte Ruslara karşı harp etmiş bir devir onların silah arkadaşı.
“BEYTÜŞŞEBAP HADİSESİ YANLIŞ ANLAŞILMA SONUCU PATLAK VERDİ”
O hâlde Cibranlı Halid Bey ve Azadî nasıl deşifre oldu?
Cemil Paşazade Ekrem hatıralarında Yusuf Ziya’nın sıcak kanlı bir insan olduğunu, yerinde rahat durmadığını ve onun hatası olduğunu yazıyor. Haklı olabilir diye düşünenlerdenim. Çünkü askerlerinin çoğu Kürt, subayları da Kürt olan Beytüşşebap Alayının isyanıyla bu iş patlak verdi. Yusuf Ziya’nın kardeşi Ali Rıza da bu alayda sanırım yüzbaşı. Yusuf Ziya, Ali Rıza’ya bir telgraf çekiyor. Telgrafta, “Dayanın, ilkbaharda o bölgede bir ayaklanma başlatacağız” diyor, şifreli olarak. Mayıs 1925’ten bahsediyor. Yani 7-8 ay sonra. Kardeşi ve arkadaşları bunlardan biriside İhsan Nuri’dir. Şifreyi yanlış çözüyorlar “ayaklanma başlatın” şeklinde anlıyorlar. Beytüşşebap hadisesi böylesi bir yanlış anlaşılma sonucu patlak verdi. Bu olaylar başladığında Türkiye Hükümeti bir şeyler olduğundan şüpheleniyor, tabii, telgraf da ele geçiriliyor. Bunun üzerine o bölgede bir isyan başlayacağı ihtimalini değerlendiriyorlar. O zamana kadar da kimse ne Azadî’yi biliyor ne de Kürtler içerisinde bir ayaklanma hazırlığı olduğundan haberdar. Yani Ankara bunu bilmiyor. Ayrıca bölgedeki askerlerin hepsi de Kürt; Diyarbakırlı gençleri Bingöl’de, Bingöllü gençleri Muş’ta, Muşlu gençleri Bitlis’te askere almışlar. 1925’ten sonra bunu değiştirdiler. Kürt gençleri en batıya, Edirne’ye, Keşan’a, Avrupa sınırlarına askere göndermeye başladılar. Ama o dönemde henüz Osmanlı yeni yıkılmış ve Cumhuriyet yeni kurulmuştu, o yüzden imkansızlık nedeniyle bölgedeki askerler hep bölgenin insanlarından oluşuyordu. Azadî’nin bölgedeki tüm subaylar içerisinde örgütlenmesinin sebebi buydu.
Amacı neydi?
Azadî’nin bir amacı var, bunları Cibranlı Halid Bey’in mektuplarında da görüyoruz. Daha önce Kazım Karabekir ile de konuştuklarını düşünüyorum. Atatürk’e karşı muhalif bir siyaset istiyorlar Türkiye’de. Benim kanaatime göre ilk başta Azadî bağımsızlığı amaçlamıyor, otonomiyi amaçlıyor Kürdistan Teali Cemiyeti ile aynı çizgide. 1923 te Cumhuriyetin ilanı ve sonrasında 1924 Anayasası ile Kürtlerin bu umutları çöküyor, onlarda Mustafa Kemal’e karşı başka bir hükümet olsun istiyorlar. Kazım Karabekir Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kurmuş, bu parti iktidar olsaydı muhtemelen ne Şeyh Said ayaklanması olurdu ne de diğer hadiseler…
Mahmut Akyütekli’nin Kitapları
- Dersim Kürt Tedibi (1937-1938)
- Şark İstiklal Mahkemesi (1925-1927)
- Gerekçe ve Hükümleriyle Şark İstiklal Mahkemesi Kararları I Cilt
(Diyarbakır- Elâzığ yargılamaları)
- Gerekçe ve Hükümleriyle Şark İstiklal Mahkemesi Kararları II Cilt
(Elâzığ Yargılamaları)
- Koçkıri Kırımı (1920-1921)
- Kürtlerle Türkler (Bin Yılık Geçmişin Kısa Tarihi)
- Binbaşı Kasım’ın Hatıraları (Azadi ve Şeyh Sait Hakkındaki İfadeleri)
- Kürt Meselesi safahatında. Refik Hilmi (Çeviri)