Güney Kürdistan’da yaşanan son gelişmeleri HAKÖZ-HABER'e değerlendiren araştırmacı yazar Vahap Coşkun, PKK’nin Güney Kürdistan’ın statüsünü tanıması gerektiğini söyledi.
1-Irak Kürdistanı’nda yaşanan PDK(KDP)-PKK gerginliği nasıl bir zeminden besleniyor? PKK’nın şiddet odaklı metodu bir yana Barzani çizgisinin Kürt halkının ihtiyaç ve hassasiyetlerine dönük bir perspektif ortaya koyduğunu söylemek mümkün mü?
-Burada önemli olan Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin resmi bir statüye sahip olmasıdır. Bu statü Irak anayasasında tanınmakta olan bir statüdür ve bu statüye uygun olarak Kürtler kendi coğrafyalarında kendi kendilerini idare edecek olan mekanizmaları, kurumları ve kuralları oluşturmaktadırlar. Şimdi bu süreç içerisinde KDP veya Kürdistan’daki diğer partilerin yönetimine yönelik bazı eleştiriler olabilir, yönetimin toplumun taleplerini tam olarak yansıtmadığı ve yerine getirmediğine yönelik eleştiriler de olabilir her yönetime olduğu gibi. Ancak bu PKK’ye Kürdistan yönetiminin meşru statüsünü tanımama, bu statüye kendisini bağlı saymama ve bu statüye zarar verme gibi bir hak vermez. O nedenle burada asıl olan konu PKK’nin Kürdistan’ın statüsünü tanımasıdır, bunu öncelikli olarak belirteyim.
İkinci olarak, her ne kadar son çatışmalar KDP ile PKK arasında bir çatışma olarak nitelendiriliyorsa da bu salt KDP ile ilgili bir sorun değildir. PKK’nin burada mücadele ettiği yapı Kürdistan Bölgesel Yönetimi’dir. Çünkü o yönetimin içinde sadece KDP’li üyeler bulunmamaktadır. Kürdistan’daki farklı siyasi partilere örneğin Yekgırtuyi İslami (İttihad-ı İslam) Partisi’ne bağlı üyeler de o hükümetin içerisinde yer almaktadır. Dolayısıyla bu çatışmalar ve saldırıları PKK ile KDP arasındaki bir çatışma veya gerginlik olarak görmekten ziyade PKK’nin Kürdistan yönetimine yönelik bir saldırısı olarak görmek gerekiyor. Üçüncü olarak da, hiç kuşkusuz bu çatışma en büyük zararı orada Kürtlere vermektedir. Başta can kaybı çok ciddi bir problem ve zaten telafisi imkânsız yaralara sebebiyet veriyor ama diğer taraftan coğrafyaya ve ekonomiye de çok büyük bir zarar veriyor. Örneğin PKK bir petrol boru hattını patlattı, o petrol boru hattının verdiği zarar günde 10 milyon dolardı, petrol boru hattı 10 günde tamir edilip eski işlevine kavuşturuldu, bu süre içerisinde Kürdistan yönetiminin kaybı 100 milyon dolara yaklaştı. Zaten ekonomik krizin yaşandığı Kürdistan bölgesinin, özellikle Suriye’den gelen mültecileri ağırlama konusunda ekonomik olarak çok zorlandığı bir dönemde bir de bu tablo işleri daha da zorlaştırdı, her açıdan Kürtlere zarar veren bir netice doğurdu.
500’ e yakın köyün PKK tarafından işgal edildiği söyleniyor?
Bu konuda daha önce de Rudaw’ın yapmış olduğu bir araştırma var. Yine Kürdistan bölgesindeki yetkililerin yaptığı açıklamalar var. Sayı konusunda muhtelif rakamlar ifade ediliyor ama 500’ün üzerinde köyün olduğu söyleniyor. Bölge PKK tarafından fiili olarak yönetilmeye çalışılıyor. Oradaki yaşamı tamamıyla koordine ediyorlar. İnsanların ne yapıp edeceklerine, imarın ne şekilde olacağına vs. hepsine PKK karar vermek istiyor. Bu anlamda Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin sınırları içerisindeki köylerin Kürdistan yönetimiyle bağlarını kesmek istiyorlar. Bu elbette çok büyük bir sorun. Hiçbir meşru güç kendi topraklarında böyle bir yapılanmanın olmasını istemez, böyle bir yapılanmayı kabul etmez.
2-Irak Kürdistanı’nda son zamanlarda PKK ile PDK arasında yer yer silahlı çatışmaya varan bir gerginlik var. Diğer taraftan PKK’ye yakın olan PYD ile PDK’ye yakın olan ENKS arasında Suriye’nin kuzeyinde ortak bir hükümet kurma çabaları devam ediyor. Irak Kürdistanı’nda çatışan iki taraf Suriye Kürdistanı’nda ortak bir hükümet kurmayı başarabilir mi?
Çok zor bir ihtimal. Kürdistan bölgesinde KDP ve Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin PKK ile meydana gelecek olan bir çatışma çok çeşitli zararlara sebebiyet verecektir. Birincisi Kürdistan yönetiminin enerjisinin boşa akıtılmasını sağlar. İkincisi Kürtlerin uluslararası güçler ile ilişkisini zaafa uğratır. Çünkü son dönemlerde uluslararası camialarda Kürtlere yönelik olumlu bir bakış söz konusudur. Kürtlerin kendi aralarındaki çatışmaları bu bakışın zedelenmesine yol açar. Üçüncüsü ve en önemlisi, sizin bahsettiğiniz husus. Suriye'de Mayıs ayından beri bir Kürt ortak yapısı oluşturmak için yürütülen çalışmalar söz konusu, şimdi bu çalışmaların başarıya ulaşması açısından herhangi bir çatışmanın olmaması gerekir, ama eğer PKK bu siyasetle devam ederse Kürdistan Bölgesel Yönetimi'yle çatışmaları alevlendirirse Suriye'de bir birliğin oluşturması da imkânsız bir hale gelebilir. Yine bu çatışmalar bir şekilde gerginliği Suriye'ye taşıyor. Zaten bu çatışmaların, çatışma haberlerinin çıkmasından sonra Suriye'de, Rojava’da ENKS'ye bağlı büroların saldırıya uğradıklarına yönelik haberler de geldi hatta SDG genel komutanlığı buna izin verilmeyeceğini ifade etti. Dolayısıyla oradaki gerginlik buraya olumsuz bir şekilde yansır ve buradaki birlik çabalarını baltalar.
3-Geçtiğimiz haftalarda Süleymaniye ve Halepçe’de maaşların ödenmemesi gerekçesiyle kitlesel gösteriler yapıldı. Bu gösterilerde parti binaları ve hükümet daireleri ateşe verildi. Halepçe ve Süleymaniye'de yaşanmış olması bir rastlantı mı? Görünürdeki sebebin dışında başka sosyal, siyasal problemler var mı?
- Bu Irak merkezi hükümeti ile Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında bütçe konusunda sürekli sorun yaşanıyor. Bağdat, Erbil'in hak ettiği geliri göndermeyince bu durum çalışanların ücretini ödemekte Kürdistan Bölgesel Yönetim'ini sıkıntıya düşürüyor. Bir de pandemi sürecinin ekonomik krizini eklediğiniz de bu sıkıntılar katlanarak büyüyor. Sıkıntıların olması halinde insanların protesto gösterilerinde bulunması demokratik bir hak ve bu anlamda bir protesto yapmalarında bir beis yoktur. Ancak bu protestoların manipüle edilerek Süleymaniye ve Halepçe’de kısa süre içerisinde bölgesel yönetime karşı bir eyleme dönüştürüldüğünü gördük. Ben bunun aslında en önemli sebebinin Şengal Antlaşması olduğunu düşünüyorum. Şengal Antlaşması PKK'yı, Haşdi Şabi’yi ve İran'ı çok rahatsız etti. Süleymaniye’de meydana gelen olaylar -PKK medyasının ‘serhıldan’ olarak nitelediği- olayların arkasındaki en önemli sebep zannımca Şengal Antlaşması’dır. Süleymaniye olayları Şengal Antlaşması’nın bir intikamı veya antlaşmaya gösterilen bir tepki olduğunu düşünüyorum.
4-TSK tarafından Irak Kürdistanı’nda PKK’ye yönelik olarak yürütülen bir operasyon var. Bölge halkı ve bölge hükümetinin PKK’ye ve bu operasyona bakışı ve yaklaşımı nasıldır?
- Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin PKK’dan tek bir talebi var: Kürdistan topraklarından çıkması. PKK’nın Kürdistan'daki varlığı iki soruna yol açıyor: Bir taraftan Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin meşru otoritesinin tanınmaması, PKK’nın bu otorite yerine kendi fiili otoritesini koymaya çalışmasıdır. Az evvel konuştuğumuz gibi PKK’nın el konulan köylerde hayatı tamamıyla kendi istekleri ve talepleri doğrultusunda organize etmeye çalışmasıdır. Meşru bir yönetim hiçbir yerde bunu kabul etmez bu ciddi bir probleme yol açıyor. İkinci olarak; PKK’nın varlığı Türkiye’nin Kürdistan bölgesine sürekli olarak karadan ve havadan operasyonlar düzenlemesine neden oluyor. Bu operasyonlar Kürdistan bölgesini her açıdan ciddi bir tahribata uğratıyor; coğrafyası tahrip oluyor, ekonomisi tahrip oluyor, siyasal istikrarı tahrip oluyor ve hepsinden önemlisi vatandaşları hayatını kaybediyor. Dolayısıyla istikrarlı bir hayat söz konusu olmuyor sürekli operasyon korkusu içerisinde geçen bir hayat ortaya çıkıyor. Dolayısıyla Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin PKK’dan talebi, PKK’nın bölgeden çıkması, Türkiye’nin de operasyonlarını durdurmasıdır
5-Türkiye’de 2013 yılında büyük bir umut ve heyecanla başlatılan ancak akim kalan bir çözüm süreci oldu. Son günlerde bazı siyasi aktörler tarafından yeni bir çözüm sürecinin başlayabileceğine dair duyumlar alındığı ifade ediliyor. Siyasal ve sosyal anlamda çözüm için uygun bir zemin var mı? Böyle bir süreç başlarsa şayet önceki tecrübelerden de gerekli dersler çıkarılarak nasıl bir yol ve yöntem izlenmelidir?
Ben bu görüşlerin bir temenniden ibaret olduğunu düşünüyorum. Benim görebildiğim kadarıyla bir çözüm sürecinin alt yapısını oluşturacak ne temaslar var ne de görüşmeler. Hükümet bölgedeki durumu anlamak için bazı görüşmeler yapabilir ancak bu görüşmelere haddinden fazla anlam atfedip bunu bir çözüm sürecinin ilk adımı olarak nitelemek bence erkenci bir davranış olacaktır. Benim şahsi kanım bir çözüm süreci olması Suriye’deki gelişmelerle yakından bağlantılıdır. Şu anda sahada olan güçler SDG, Türkiye, Amerika gibi güçler arasında bir ortak mutabakat meydana gelmez ise Türkiye’deki siyasetin değişebileceği kanaatini taşımıyorum. Ancak burada bir ortak zemin inşa edilirse asgari müşterekte buluşulabilirse o zaman Türkiye’deki Kürt siyasetinde bir değişim meydana gelebilir. O sebeple bugün itibari ile bir çözüm sürecinin kıyısındayız bir çözüm süreci başlayacak gibi bir ifadeyi kullanmayı doğru bulmam bunlar çok iddialı ifadeler olur.
6-Irak Kürdistanı’nda 2017 senesinde gerçekleştirilen referandum Türkiye’de cari hükümet tarafından aşırı sert bir tavırla karşılandı. AK Parti iktidarının referanduma gösterdiği tepki, son olarak Kürt sorununa yönelik yapılan açıklamalar da göz önüne alındığında nasıl bir değişimin göstergesi?
Bu tepki tabi çok yanlış bir tepkiydi yani İran bile Türkiye kadar yüksek perdeden bir karşı çıkış sergilemedi. O dönemde kullanılan bazı ifadeler Kürtlerin hafızasında derin ve olumsuz izler bıraktı. Türkiye’nin şu ana kadar temel tezi şuydu: Biz Kürtlerin kazanımlarına karşı değiliz biz PKK’nın terörüne karşıyız. Ancak Kürdistan Bölgesel Yönetimi referandumunda sergilenen aşırı sert tavır bu söylemin altını boşaltan bir unsura sebebiyet verdi. Bu elbette 2015’ten sonra çözüm sürecinin bitmesi, hükümetin yeni bir yola girmesi, MHP ile ittifak kurması gibi etkenlerle doğrudan ilişkiliydi. Bu yeni ittifak, Kürt meselesinin siyasal ve demokratik yollardan çözümüne değil daha çok askeri ve güvenlikçi bir bakışla çözümü üzerine odaklanan bir ittifak. Bu durumda siyasal alanın tasfiye edilmesi, demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlanması gibi sonuçları da beraberinde getiriyor. Böyle bir vasattan çözüm çıkacağını düşünmüyorum. Her ne kadar hükümet ‘Kürt meselesi yoktur’ dese de bugün Kürt meselesi hem içerde hem dışarda bütün boyutlarıyla kendisini dayatıyor. Bütün baskılara rağmen HDP’nin oy tabanını kaybetmemiş olması, Irak, Suriye’de Kürt merkezli yapıların oluşması ve yeni oluşumların oluşma ihtimali, Türkiye’nin bunlarla kuracağı ilişki vb. hususlar bunların hepsi bir Kürt meselesinin varlığına işaret ediyor. Sizin yok demeniz o meselenin varlığını ortadan kaldırmaz. Bu tarz bir siyasetten de bir netice çıkmaz. O nedenle Türkiye’nin tekrar demokratik, siyasal bir bakışı gündemine alması gerektiği kanaatini taşıyorum.