O gün sıra bendeydi, gardiyanın “Bir kişi gelsin” komutuyla ok gibi yerimden fırladım ve tekmil vererek, esas duruşta bekledim. Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi’nin günlük rutininden biri her havalandırma öncesi, birinin öne çıkıp, Andımız, İstiklal Marşı ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni, koğuşa rehberlik ederek okumasıydı. Gardiyan “Başla” dedi. Andımızı sorunsuz söyleyip, İstiklal Marşı’nın 10 kıtasını okumaya başladım. On kıtanın, on kıtasını da kazasız belasız geride bıraktım. Her şey iyi gidiyordu, günü dayak yemeden geride bırakma umudum daha da güçleniyordu. Aslında havalandırma ritüeli, bize dayak atma bahanesinin bir tür teatral sahnesiydi. Yüz seksen kişilik koğuşta hem Türkçe bilmeyen hem de okuma yazmayı öğrenememiş tutsakların sayısı, neredeyse yarı yarıyaydı. Herkes başta Andımız, İstiklal Marşı ve gençliğe hitabeyi ezberlemek zorundaydı. Bu zorunluluk kişisel bir zorunluluk değildi çünkü ceza hepimizi kapsıyordu. Birinin eksiklik ve hatasını bütün koğuş ödüyordu.
Dayak yeme nedenlerini azaltmak amacıyla kendi aramızda yirmi kişilik bir gurup oluşturduk. Eğer gardiyan herhangi birini işaret etmemişse, “Biri gelsin” dediğinde, sırası gelen arkadaş öne fırlayıp, o güne rehberlik edecekti. Bu yöntem sayesinde dayak yeme seanslarımız nispeten azalmıştı. O gün ben görevli olduğumu için, Andımız ve İstiklal Marşı sınavını geride bırakmış ve sıra gençliğe hitabeye gelmişti. Hitabeyi ezberden okumaya başladım. Bir süre sonra gardiyan “Dur” dedi. Durdum, gardiyan elindeki kitaptan okuduğum metni takip ediyordu. Kitabı öteki gardiyana verdi ve daha bana yaklaşmadan uzaktan karnıma bir tekme savurdu. Sırt üstü yere düştüm. Düştüğüm yerde, elindeki copla her yerime rastgele vurmaya başladı. Nefes nefese kalıncaya kadar dövdü beni ve kalk yeniden başla dedi.
Kalktım esas duruşa geçtim ve hitabeyi yeniden en başından okumaya başladım. Ben okurken gardiyan yeniden “Dur” dedi, durdum, “Soyun” dedi. Üstümde hiçbir şey kalmayacak şekilde soyundum. “Domal” dedi, domaldım ve elindeki copla kalçalarıma tam elli cop vurdu. Cop sayısını sadece ben saymamıştım. Sonradan sayan arkadaşlarımda aynı sayıyı teyit ettiler. Ellerine ayaklarıma ve cinsel organıma de copla vurduktan sonra “Tekrar baştan başla” dedi.
Tekrar baştan alarak hitabeyi söylemeye başladım. Kural şuydu ben söylüyordum, koğuş söylediklerimi tekrar ediyordu. Sanırım aynı yerde ve aynı cümlede gardiyan beni yeniden durdurdu. “Kanalizasyon mazgalını aç” dedi. 5 No’lu da her havalandırmanın orta yerinde bir kanalizasyon mazgalı vardı. Mazgalı açtım. “Şimdi gir içine” dedi. Kanalizasyon çukuruna girdim. “Batır kendini ve ben başına copla vurmadıkça çıkma bok çukurundan” dedi. Pis suyun içine gömüldüm. Her tarafım başım dahil suyun içindeydim. Nefesim tükenmeye başlamıştı. Nefes almak zorundaydım yoksa boğulacağımdan kesin emindim. Tam ne olursa olsun çıkacağım derken başıma bir cop darbesi geldi. Derin bir nefes aldım. “Tekrar bat” dedi. Tekrar battım. Üçüncü batıştan sonra adeta kıyamet koptu.
Henüz kendime gelmiştim ki bir bölük askerin saldırısına uğradık. Beşe on kalaslar, demir çubuklar ve coplarla önüne geleni dövmeye başladılar. Hem dövüyorlar hem de bizi havalandırmanın bir köşesine sıkıştırmaya çalışıyorlar. Her yer kan revan içinde, kafa göz yarılmaları, kırılan kol ve bacaklar, üst üste istif edilmiş bedenler.
Döve döve hepimizi bir köşeye sıkıştırıp bedenimizden bir tepe yaptılar ve askerlerden biri en üstümüze çıkarak göklere bayrak çekti. O günün finali bununla bitmedi. Bizim koğuşumuz ikinci kattaydı. Askerler her merdivenin başına ikişerli gurup olarak düzen aldılar. Havalandırmadan başlayarak biz sürünmeye başladık. Teker teker sürünerek merdivenlerden yukarı çıkıyoruz ve merdivenin iki yanındaki askerler bize ellerindeki her neyse onunla öldüresiye dövüyordu.
Akşam bize verilen “Atatürk ilke ve inkılapları tarihi” adlı kitaptan hitabeye baktım. “Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere” cümlesindeki “daha elim” sözcüklerini atlıyormuşum. O gün orada nerede hata yaptığımı hiç bilemedim. Sanırım daha “elim”e hale düşmemin/düşmemizin nedeni bu “daha elim” olandı.
12 Eylül gününden 2 gün sonra 14 Eylül günü, altı ay kaldığım 7. Kolorduya bağlı istihkam taburundan 5 No’lu Cezaevi’ne toplu olarak nakledilmiştik. 12 Mart 1980 tarihinde 12 Mart muhtırasını protesto ederken gözaltına alınmıştım. İlk altı ayı istihkam taburunda geçirdikten sonra nakledildiğimiz 5 No’lu cezaevinde bütün koşullar değişmişti. 5 No’lu Cezaevi’nde ilk üç ay bize dayatılmak istenen her şeye karşı direnç göstermiştik. Üçüncü ayın sonunda cezaevi iç güvenlik amiri değiştirildi ve yerine Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran atandı. Ve belki de insanlık tarihinde pek az görülmüş zulüm devri başladı. Bu cehennemi daha ilk gününden başlayarak 3 yıl 8 ay yaşadım.
K24