Türkiye, PKK faktörünü gerekçe göstererek, Irak ve Suriye'nin egemenliği altında olan bölgeler de dâhil, Kürdlerin yaşadığı bütün topraklara müdahaleyi bir hak olarak görmektedir.
Bu toprakları Dünya devletleri coğrafik olarak, Kürdler de hem coğrafik hem de siyasi olarak Kürdistan olarak görmektedirler.
Türkiye, PKK 'terör'ünü gerekçe göstererek, BM, AB'ye göre Irak ve Suriye'de Kürdlere göre ise Kürdistan'da asker bulundurmayı 'milli güvenlik' meselesi olarak sunarken PKK, çeşitli adlar altında Avrupa devletlerinde, Rusyada, bazı eski doğu bloku ülkelerinde faaliyet halindedir.
Peki, PKK 'terör örgütü'nün bu faaliyetleri Türkiye’nin milli güvenliğini tehdit etmiyor mu? Yani bu devletlerin sınırları içindeki faaliyetler tehdit değil mi? Verili mantığa göre bal gibi tehdit! Öyleyse şu soruyu sormak yerinde olur:
Türkiye, PKK’nin faaliyet gösterdiği bu ülkelerde, 'milli güvenliğini' tehdit eden bu faaliyetlere karşı ne zaman operasyon düzenleyecek? Bu devletlerde de askeri üsler kurarak operasyon yapacak mı? Asker bulunduracak mı?
Tabii ki bunu yapamayacak. Çünkü dünya kamuoyu, Türkiye'nin kullandığı ve gerekçelendirdiği PKK terör örgütü argümanına pek de itibar etmiyor. Bu konuda Türkiye dünyaya karşı inandırıcılığını yitirmiş gibi görünüyor. Bu nedenle, Türkiye'nin halisane düşüncelerle Rojava'da 'Güvenlik Koridoru oluşturması, bu 'Güvenlik Koridoru'nu kontrol etmesi, sevk ve idaresini bizzat yürütmesi talebi BM ve AB'ye, en önemlisi de Kürtlere pek te inandırıcı gelmemektedir.
Gelelim 3,5 - 4 Milyon mülteci sorununun gerekçe gösterilerek güvenlik koridorunun oluşturulması ve bu mültecilerin bu bölgeye (Güneybatı Kürdistan'a) yerleştirilmesi projesine...
Türkiye mültecileri hem güvenlik sorunu hem de ciddi bir ekonomik küflet olarak görmekte bu gerekçe ile talep edilen güvenlik koridoruna bu mültecileri yerleştirerek ve istihdam ederek sorunu çözmek istediğini beyan ediyor.
Bu güvenlik koridoru BM'ye göre Suriye sınırları içinde ve Kürdlerin kadim topraklarında yer alıyor. 3,5 - 4 milyon olduğu söylenen bu mülteci nüfusunun güvenlik koridoruna yerleştirmek, sonuçta, bir etnik kimliği diğer etnik kimlik karşısında azınlık durumuna düşürecektir. Doğal olarak demografik yapı değişecektir. Bu proje demografik yapıya direk müdahaledir. BM'ye ve insan hakları evrensel beyannamesine göre bu bir 'etnik temizlik' anlamına gelir ki Dünya kamuoyunun bunu kabul etmesi mümkün değildir. Türkiye de bunu bildiği için Avrupa'ya şu tehdidi savuruyor: "kapıları açarız, 3,5 milyon sığınmacıyı operasyona karşı çıkanlara göndeririz."
Peki diyelim ki, Türkiye kapıları açtı ve mülteciler karadan ve denizden Bulgaristan ve Yunanistan üzerinden AB devletlerine giriş yapmaya başladılar. Bu durumda AB devletleri, başta Yunanistan ve Bulgaristan olmak üzere, Türkiye’nin kullandığı 'milli güvenlik' gerekçesiyle, Türkiye'nin Trakya bölgesi ve sahil şeridinden Kıbrıs’a kadar olan bölgeyi güvenlik koridoru oluşturmak için işgal edebilirler mi? Türkiye’nin bu tehdidine, 'tedbir olarak bu koridora asker göndererek milli güvenlik kaygılarımızı gidermek istiyoruz' deseler Türkiye ne yapar?
Elbette ki 3,5 - 4 milyon mülteci Türkiye için ciddi bir sorundur. Fakat çözüm, PKK gerekçe gösterilerek Rojava’daki demografik yapıyı yok etmede aramak değildir. Günümüz dünyasında bunun hayat bulması mümkün değildir. Kabul edilebilir bir çözüm projesini muhatap aktörlerle hayata geçirmek mümkündür. Fakat PKK'yi gerekçe göstererek Kürdlerin yaşam alanlarına, kazanımlarına siyasi ve askeri müdahalede bulunmak dünyada kabul görmeyecektir. Bu gerekçe ile müdahalenin amacı, toplumsal dayanaklarını yitirmiş iktidarın yeniden taban bulmasını sağlamaktır. Bu bile gerçekleşebilir bir hedef değildir.