29 yıl önce 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta düzenlenen Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında Madımak Oteli’nin Radikal İslamcı bir grup tarafından yakılması ve çoğunluğu Alevi olan küçük çocukların da içinde olduğu 33 yazar, ozan, düşünür ile 2 otel çalışanı yanarak ya da dumandan boğularak hayatlarını kaybetti. Katliama tanık olanlar, televizyon ekranlarına yansıyanlar güvenlik görevlilerinin ellerinden geleni yapmadıkları görüşünü savunmaktadır. Katliamdan ağır yaralı olarak sağ çıkan Aziz Nesin, olaylardan sonra yaptığı basın açıklamasında dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i ve Tansu Çiller/Erdal İnönü (DYP-SHP) koalisyon hükümetini sert bir şekilde eleştirmiş, “Bir devlet var, diyordum ben. Bir devlet var, inanılacak devlet var. İyi-kötü, yanlış yapıyor-doğru yapıyor ama devlet var. Elbette bunu önleyecekler. Bu kadar ödün verilemez, diye düşünüyordum. Yanılmışım” ifadelerini kullandı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, “Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş. Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır. Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır” ifadelerini kullandı. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” ifadelerini kullandı. Dönemin Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, “Ne yapayım, yetkim yoktu” ifadelerini kullandı. Dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu, “Aziz Nesin’in halkın inançlarına karşı bilinen tahrikleriyle halk galeyana gelerek tepki göstermiştir” ifadelerini kullandı.
Sivas katliamı Türkiye tarihinin en kanlı katliamlarından biri olarak tarihe geçti ve hala aydınlatılmadı. Sivas Katliamının 29 yılında bağlantı kurduğumuz katledilenlerin ailelerinin avukatlarından Şenal Sarıhan ile katliamın iç yüzünü ve dava sürecini konuştuk.
'KATLİAM ÖNCESİ SAĞ BASIN AZİZ NESİN’LE İLGİLİ TAHRİK EDİCİ HABERLER YAPIYORDU'
29 yıl öncesine 2 Temmuz 1993 gününe dönmek istiyorum. Olayları ilk nasıl duydunuz?
Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Merkezi’nde yönetim kurulu üyelerimizle toplantıdaydık. Saat 17.00’de toplantı salonunun kapısını çalan sekreter arkadaşımız, “Televizyonu izledim. Sivas’ta kötü şeyler oluyor” dedi. Sivas’ta Pir Sultan Abdal Derneği’nin (PSAKD) Kültür Bakanlığı’nın katkıları ile düzenlediği şenlikler var. Şenliğe çoğunluğu sol aydınlardan ve derneğin tiyatro ve semah ekiplerinden oluşan kalabalık bir sanatçı grubu katılıyor. Aralarında yazar Aziz Nesin’de var. Sivas’ta sağ basının özellikle Aziz Nesin üzerinden şenliğe yönelik olarak tahrik edici haberler yaptığını biliyoruz. Üstelik, 1978 yılının 3-7 Eylül günleri arasında çoğunluğu Alevi olan Ali Baba Mahallesi’nden başlayarak yayılan 10 insanın katledildiği, 93 kişinin yaralandığı, binlerce ev ve iş yerinin de tahrip edilerek gerçekleştiği kalkışmanın acıları belleğimizde. Bu kaygıyla, toplantıyı kesip, haberleri izlemeye kafeteryaya geçtik.
'ADIM ADIM KATLİAMA GİDİŞİN HABERLERİ YANSIYORDU'
Sivas Katliamı olayları haberlere nasıl yansıyordu? İlk tepkiniz ne oldu?
Arkadaşlarımla televizyon ekranlarına kilitlenmiştik. Haberci, 13.30’da Paşa ve Meydan Camilerinden çıkan beş yüz bin civarındaki grubun, Vilayet Binası’na doğru yürüdüğünü, bu grubun Aziz Nesin, Vali ve Hükümet aleyhinde, şeriat lehinde sloganlar attığını, bu grubun hükümet binası önünden uzaklaştırıldığını, aynı grubun bu kez de etkinliklerin yapıldığı Kültür Merkezi önüne gitmekte olduğunu, polis müdahalesine oturarak karşı koyduklarını, Vali’nin tugay komutanını arayarak yardım istediğini, İçişleri Bakanı ve Başbakan’a faksla bilgi verildiğini, Tokat ve Kayseri’den kuvvet istendiğini, oturan grubun tekrar Hükümet binasına hareket ettiğini, yolda bir kafenin taşlandığını, yeniden Kültür Merkezi’ne döndüklerini, buraya taşla saldırdıklarını, iki polis ve iki sivilin yaralandığını, giderek sayıları beş bini bulan göstericilerin Madımak Oteli’ni sarmaya ve taşlamaya başladıklarını anlatıyordu. Bu sırada ekrana Sivas’tan bir görüntü ve Belediye Başkanı’nın konuşması yansıdı. İçimiz titreyerek ekrana kilitlendik. Herkes birbirine soruyor. “Kötü bir şey olur mu?” her birimiz farklı yanıtlar veriyoruz. En çok kullanılan cümle “Yok canım, yardım istenmiş, olay büyümez, engellenir. Sivas koca şehir. Güvenlik güçleri var. Asker var. Bir şey olmaz” Gözümüz kulağımız haberlerde ortada dolanmaya başlıyoruz. O sırada telefonlara sarıldık. Tanıdığımız vekil, yetkili, haberci kim var hepsini arıyoruz. Onları da otelden Aziz Nesin aramış. Arif Sağ aramış. Sakin olmaları, mutlaka yardım gideceği söylenmiş. Ne var ki durum çok farklı. Televizyon adım adım katliama gidişin haberlerini yansıtıyor.
'HİÇBİR EMİR YA DA TALİMAT AZGIN İRTİCAYI DURDURAMADI'
Devletin gözü önünde korkunç bir katliam gerçekleşti. Engellenemez miydi?
6 Temmuz 1993 günü, Dikmen Pir Sultan Abdal Kültür Derneği (PSAKD) Ankara Şubesi önünden Karşıyaka Mezarlığı’na akan insan selinin içindeyiz. Öfkemiz, bacaklarımıza derman olmuş. Meclisin önüne dek sessiz yürüyen topluluk, Meclis önünde isyanda. Haklı bir isyan. Elleri bağlı bir iktidar. Elleri bağlı bir iktidar ortağı. Kimse yardıma koşamadı. Hiçbir emir ya da talimat azgın irticayı durduramadı. Sonra dosyalardan öğrendik polis tutanağı, eylemcilerin sayısını 15.000 olarak verdi. Gerici kuruluşlar, Şenlikten önce Sivas’a yüzlerce araçla insan taşıdılar. Onları, belediyeye ait konaklama yerlerinde ve yatılı kuran kursları merkezlerinde barındırıp, ertesi güne hazırladılar. Katliamdan sonra da Sivas’tan sayısız araç ayrıldı. Polis, onların çıkışını engellemedi. Ellerini kollarını sallayarak geldiler, katliamı gerçekleştirip, öylece döndüler. Daha sonra da bu kişilerin fotoğraf ve video kayıtlarından eşkallerinin belirlenmesi ve yakalanmaları için bir çaba harcanmadı. Gidenlerin bir kişi olsun sanık sandalyesine oturtulmadı. Olaydan bir gün önce polis faksına “Müslümanlar” imzalı bir bildiri geldi. Tüm işyerleri ve ev posta kutularına da bırakılmış olan bu bildiri de “ Tanrı ve Peygamber adına hesap sorma” çağrısı yapılıyordu.
'BU KATLİAM HUKUK ÇEVRELERİNE SORUMLULUK YÜKLÜYORDU'
Dava süreçleri nasıl başladı?
Biz ne yapmalı idik? Madımak’ın yakılmasını engelleyememiştik. Ancak, davanın tarafı olup, hukuk önünde hesap sorabilir ve belki yeni katliamlar için caydırıcı bir güç olabilirdik. Ancak, bu katliam, bizim dışımızdaki hukuk çevrelerine de sorumluluk yüklüyordu. Türkiye Barolar Birliği (TBB) her siyasi görüşten avukatın örgütü olmasına karşın, katliamın amacının Cumhuriyet ve laikliği hedef alması nedeni ile davaya kurumsal olarak katılma kararı almıştı. Bütün grupların bu yapı altında ortak çalışması kararı aldık. Birkaç siyasi grup dışında tüm avukatlar, davanın tarafı olarak görev yapacaktık. Birlik Başkanımız, Önder Sav, Ankara Baro Başkanı Erdal Merdol, PSAKD avukatı Mehti Bektaş ve ben sözcü olarak saptandık. Dosyanın incelenmesinde ÇHD’li avukat arkadaşlar da görev yapacaklardı.
'20 GÜN GİBİ KISA BİR SÜREDE KATLİAMIN SORUŞTURMASINI TAMAMLADILAR'
Sivas katliamı davası ilk ne zaman açıldı?
Sivas Cumhuriyet Başsavcılığı, 15.000 eylemcinin katıldığı bu katliamın soruşturmasını 20 gün gibi kısa bir sürede tamamlayarak 22.07.1993 günü 78 sanık hakkında Sivas Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açtı. Bu davada sanıklar, 35 kişiyi yangın çıkarmak sureti ile öldürmek, anılan eylemi yardım yolu ile kolaylaştırmak ve teşvik etmekle suçlandılar. Ayrıca, görevli memura mukavemet ve 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na aykırılık nedeni ile 102 sanık hakkında Sivas Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Sivas’ta Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin (DGM) bulunmayışı nedeni ile 94 Sanık hakkında da 3713 Sayılı Terörle Mücadele Yasası’nın 7/1-2. maddelerine aykırı davrandıkları savı Kayseri DGM’de dava açıldı. Savcılık, eylemin siyasi niteliği, şeriatçı kalkışma oluşu, Anayasa’nın ihlalini amaçlaması gibi bir kanı ileri sürmediği gibi DGM’de açtığı davada sanıkların hangi örgüt ya da örgütlere üye olduklarına ilişkin de iddiada bulunmadı. 15.000 kişinin gerçekleştirdiği eylemi organize eden bir terör örgütü ya da örgütleri yoktu! İktidar temsilcilerinin söylediği gibi “ Galeyana gelmiş sıradan bir topluluk “ katliamı gerçekleştirmişti!
Davaların açılması üzerine dosya fotokopilerini almak üzere Sivas’a giden arkadaşlarımız, büyük bir şaşkınlıkla döndüler. Alelacele açılmış olan davada soruşturma eksik bırakılmış, fotoğraf ve video kayıtları yeterince ya da hiç incelenmemiş, saldırganların kimlikleri ve arkalarındaki örgütler saptanmamıştı. Bu konuda tefrik edilmiş bir dosya da bulunmuyordu. ÇHD’li avukat arkadaşlar, tek tek üstlendikleri sanıklar hakkında dosya incelerken, Hayriye Özdemir başkanlığındaki bir grup arkadaşımız da olay video ve fotoğraflarından eylemci kimliklerini saptama çalışmasına başladı. Oysa böyle bir araştırma doğrudan doğruya savcılık makamının ve emniyetin görevi idi. Dosyaları inceliyor ve düzenli toplantılar yapıyorduk. Bu toplantılarda, incelemelerimizde, gerçekten tesadüfen olaya katıldığı sonucuna vardığımız kişiler varsa bu konudaki değerlendirmelerimizi de açıkça ifade etme kararı aldık. Eylem çok vahimdi. Soruşturma sürecindeki özensizlik kimi hatalara neden olabilirdi. Biz maddi gerçekliğin saptanmasında adil olmakla doğru sonuç alabilirdik. Grubumuz, toplu bir dava da ortak çalışma deneyimine siyasi davalar nedeni ile sahipti. Ancak, ilk kez, farklı hukuk birimleri ile çalışıyorduk. Şunu söylemeliyim ki yargılamanın ilk dönemi bu birliktelik, birbirini besleyerek başarı ile sürdü.
'DAVALARIN SİVAS VE KAYSERİ’DE SÜRMESİ GÜVENLİK SORUNU YARATACAKTI'
Yargılama nasıl başladı? Dava neden Ankara’ya taşındı?
Davaların Sivas ve Kayseri’de sürmesi güvenlik sorunu yaratacaktı. Ayrıca mağdurların önemli bir kısmı Ankara’da yaşıyordu. Sivas, onların acılarını da kanatan bir yer olacaktı. Bu nedenle müdahil avukatlar olarak, davanın Ankara’ya naklini talep ettik. Yargıtay 10. Ceza Dairesi , 18.08.1993 günü anılan dosyaların güvenlik nedeni ile Ankara’ya aktarılmasına karar verdi. Dosyaların Ankara’da ilgili mahkemelere ulaşmasının hemen ardından Ankara 3. Ağır Ceza ve 19. Asliye Ceza Mahkemeleri, 14.10.1993 günlü 1993/1185 -551 Sayılı kararları ile eylemin, sıradan bir adam öldürme ya da Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Yasası’nın ihlali olmadığı, doğrudan doğruya Anayasal düzeni değiştirmek, özellikle laiklik ilkesini ortadan kaldırarak şer’i bir devlet kurmak kastı ile işlendiği, bu nedenle de görevli Mahkemenin, kendileri değil, DGM olduğu görüşü ile görevsizlik kararı verdiler. Ankara DGM , Yargıç Albay Ertan Erunga’nın ayrışık oyu ile bu isteği reddetti. Bunun üzerine ortaya çıkan olumsuz görev uyuşmazlığını inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesi, 8-9-11.1993 tarihli kararları ile Ankara DGM’nin görevsizlik kararını kaldırdı. Görevsizlik kararını vermiş olan heyet, özünde ihsas-ı rey de bulunmuştu. Yargı etiği gereği, aksi görüş sunmuş olan başkan ve üye davadan çekilebilirdi. Bunu yapmadılar. Görevlerini sürdürdüler! Daha önce birleştirme istemine olumlu görüş vermiş olan Albay Erunga ise bu sırada isteği dışında Erzurum’a atandı!..
'YAŞAMLARINI YİTİRENLERİN AVUKATLARIYDIK'
İlk duruşma günü neler yaşandı?
Yargılama sürecine yüzlerce sanık avukatı katıldı. Biz de yüzlerce idik. Ancak daha ilk günden başlayarak çeşitli engellerle karşılaştık. İlk duruşmaya, müdahilliğimiz hakkında karar verilmediği gerekçesi ile almak istemediler. Bu hukuksuz bir iddia idi. Müdahale isteğimizin duruşmada ifade edilmesi ve karar altına alınması gerekiyordu. Ayrıca müdahilliğimizin önünde hukuki bir engel de bulunmuyordu. Yaşamlarını yitirenlerin ya da yaralıların avukatlarıydık. Mahkeme Başkanı ile görüşmek için ısrar ediyorduk. Bu sırada polisin fiili saldırısına maruz kaldım. Bu saldırıya, arkadaşlar tepki verdiler. Sonuçta duruşmaya girmeyi başardık. Bizim dışımızda duruşmaya gelen müdahil asillerden dernek başkanı Murtaza Demir ve Emel Uzman’ın da aralarında olduğu bazı arkadaşlar da darp edildiler ve engellenmek istediler. İlginçtir, sanık avukatlarının birçoğu ilerleyen zamanlarda devletin önemli kademelerinde önemli görevlere getirildiler. Bakan oldular, milletvekili oldular
'DURUŞMA SALONUNU EYLEM ALANI YAPTILAR'
Sanıklar, duruşma salonunda Madımak Oteli önündeki tavırlarını sürdürdüler. O tarihe dek hiç tanık olmadığımız bir sanık profili ile karşı karşıya idik. İlk ve izleyen duruşmalarda, anlatımlarına başvurulan otelden sağ kurtulan müdahilleri, tanıkları, tehdit ettiler. Müdahil avukatlar dahil olmak üzere görgü tanıklarını ve müdahil ailelere küfür ve hakaret yağdırdılar. Duruşma salonunu kavga ve gösteri alanı yaptılar. Duruşma sürerken, oturdukları bankların üzerine çıkıp namaza durdular. Heyet, bu disiplinsizlikle baş edemediği gibi neredeyse görmezden geldi. Her duruşmada bu tablonun yinelenmesi ve bu durumun basına yansımasından rahatsız olan Mahkeme, sonuçta bu disiplinsizliğin kamuoyuna yansımasını önlemek için duruşmayı basına kapattı.
'SİVAS KATLİAMI ŞERİATÇI ÖRGÜTLER KOALİSYONU TARAFINDAN GERÇEKLEŞMİŞTİR'
Peki bu yaşananlar karşısında sizlerin tavrı ve savunmanız ne oldu?
Katılan avukatlar olarak bu yasağın kaldırılmasını aksi halde duruşmalara katılmayacağımızı ifade eden dilekçe sunduk. İstemimiz reddedildi. Karar gününe dek duruşmaları dışarıdan izledik. Yapılan işlemlerin tutanaklarını aldık. Kamudan gizlenen bir duruşmanın tarafı olmak istemedik. Ancak avukatlık görevlerimizi de ihmal etmedik. Esasla ilgili savunmamızı hazırlayıp sunduk. Bu metinde, “Sivas Katliamı Şeriatçı Örgütler Koalisyonu tarafından gerçekleştirilmiştir” başlığı altında, eyleme katılan kişiler ve onların üyesi oldukları dinci-gerici örgütlerin adlarını Mahkemeye sunduk Hizbullah, İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi, İslam Cemiyet ve Cemaatler Birliği (Kara Ses), İslami hareket örgütü, Aczimendiler, Süleymancılar, Nurcular, Fetullahçılar, Med - Zehracılar, Nakşiler, Menzilciler, İskender Paşa Camii Çevresi, İsmail Ağa Camii Çevresi ve merkezi yurt dışında bulunan kuruluşların bu olayla ilişkilerinin araştırılması gerektiğinin altını çizdik. Olayın hemen ardından İBDA_C’nin yayın organı olan Taraf Dergisi Sivas katliamını “Şanlı Sivas Kıyımı – İhtilale en yakın adım” olarak değerlendirmişlerdi. Konuya ilişkin yayınlarında şu açıklamalar yer alıyordu.
( Taraf Dergisi: Ağustos 93, Kasım 93, Ocak 94 tarihli 30,33 ve 35. Sayıları) “Sivas ayaklanması. (Büyük Doğu İBDA hareketi önderliğinde şekillenen) Devrimci Milli Kurtuluş Cephesini biraz daha meydana çıkaran, biraz daha bütünleştiren, kaynaştıran bir hareketliğin tezahürüdür.” “Sivas’ta insanlarımız , yargılama ve cezalandırma hakkını kullandılar.” “ İslam’ın önüne çıkanların tepelenmesi çok normaldir. Fakat bu topraklarda yaşayan Müslümanların asıl hedefi, TC’nin ta kendisidir. Bu asla unutulmamalıdır. “ “Artık Türkiye’de laiklik ve demokrasiye inanmayan büyük çoğunluk var. Bu çoğunluk çeşitli cemaatler içinde yer alsalar da kıvılcım beklemektedirler. Öncü İslamcı militanlar bu hazırlığı yapmaktadırlar.” “ Gerçek Müslümanlar İBDA_C bayrağı altında toplanıyor. Açık bir gerçektir bu. Sivas’tan yükselen ‘İşgalciler, defolun ‘ haykırışı bu toplanışın bir başarısıdır. “
'SANIKLAR YARGIÇ KÜRSÜSÜNE BOZUK PARA FIRLATTILAR'
Davalar nasıl sonuçlandı?
26.12.1994 günlü kararları ile 26 Sanık hakkında, TCK’nın 450/6. maddesi gereğince idam cezası verip bu cezayı 765 Sayılı TCK’nın 65/3 ve 51/1. maddeleri gereğince indirerek sonuç olarak 15 yıl ağır hapis cezasına hükmetti. 37 kişinin berat ine karar verdi. 60 Sanık ise; 2911 SY gereğince üçer yıl hapis cezasına mahkûm edildiler Mahkemeye göre eylemin siyasi bir amacı yoktu. 35 insan, adliyken yakarak öldürülmüştü. Eylemin vahameti karşısında bu ödül gibi bir ceza idi. Mahkeme, kendini görevli saymadığı gündeki gibi düşünüyordu. Onların bu ödülüne karşılık, sanıklar ceplerindeki bozuk para, çakmak, kalem ne varsa Mahkeme heyetinin yüzüne fırlatarak onlara teşekkür ettiler. Bekledikleri her halde beraat idi.
'YAKALANMAYANLAR ELLERİNİ KOLLARINI SALLAMAYA DEVAM EDİYORLAR'
Sivas katliamı sanıklarından kaç kişi yargılandı? Kaç kişi tutuklandı?
Yargılama sırasında salınmamış olan ve TCY’nin 146/1. maddesi nedeni ile hüküm kurulmuş olan sanıklar, yasa değişikliği nedeni ile cezaları “Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezasına” dönüştüğü için halen cezaevlerindeler. Diğer sanıklardan kaçının cezasının infaz edildiği konusunda elimizde resmi ya da gayri resmi hiçbir bilgi bulunmuyor. Sanıkların bir bölümü, ilk kararla salınmış olmaları nedeni ile tutuksuz idiler. Bu sanıkların hemen tümünün cezalarının infazı yapılamadı. Sanıklar, yurt dışına kaçtılar ve büyük çoğunluğu bugüne dek Türkiye’ye iade edilmediler. TCK’nın 146/3. Fıkrasından ceza alanların ya da bu madde gereğince haklarında dava açılmış olanlar ise ancak zaman aşımı dolduktan sonra Türkiye’ye kendiliklerinden dönüp, cezasızlıkla kurtuldular. Sanıkların iadeleri konusunda Adalet Bakanlığı kanalı ile yapılan tüm başvurular olumsuz yanıtlandı. Muhtemelen 2911 ve 3713 Sayılı yasalardan ceza istenen iddianamelerin yanında her nasılsa toplu katliam - öldürme iddianamesi görülemedi. Ülkemizin Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası ve Terörle Mücadele Yasası’nın uygulanmasındaki olumsuz izlenimi nedeni ile sanıklar korundu. Aksi halde, Alman makamlarının 35 insanı katleden bu sanıkların iade istemini reddeden yazılarında, gerekçe olarak “İnsan hak ve özgürlüklerini ihlal eden bir eyleme rastlanmadı” bilgisi yer almazdı. Bu durumu hukuk mantığı ile çözmemiz mümkün değil.
'VAHİT KAYNAR TÜRKİYE’YE GETİRİLEMİYOR'
Aranan sanıklara ne oldu?
Sanık Vahit Kaynar. Davamız sürerken kırmızı bültenle arandığı gerekçesi ile Polonya’da yakalandı. Öğrendik ki Almanya’da büyük bir zenginlik içinde yaşarken gezmeye gittiği Polonya’da tesadüfen yakalanıyor. Aradan günler geçti. Adalet Bakanlığı süresi içinde dosyasını tamamlayıp Polonya’ya gönderemedi. Bu dosyaları bu denli geciktiren nedir? Yakalanmış olan Sanık, serbest kaldı. Onu buraya hangi hukuksal güç iade edecek? Hakkında TCK’nın 146/1. maddesini ihlal etmekten verilmiş kesin hüküm bulunuyor. Cezası 04.05.2001 tarihinde kesinleşti. Henüz ceza zaman aşımı da dolmadı. Fakat ilginç olan bu sanığın sürekli yaşadığı Almanya’nın da sanığı iade etmemiş olması. Onlara göre Kaynar, insan haklarını ihlal eden bir eylem içinde olmamış. 35 insanın yakılarak öldürülmesi bir insan hakkı ihlali değil. Ya da ellerine ulaştırılan iddianamelerde bir eksiklik var.
'TÜM ARANANLAR GİBİ ERÇAKMAK DA KORUNDU'
Tefrik edilen dosyalarla ilgili süren yargılanmalardan haberdar edilmedik. Nadiren yakalanan ya da TCY’nin 146/ 3. Maddesi gereğince zaman aşımından yararlanmak için dönüp mahkemeye başvuran sanıkların yargılanmaları da müdahil tarafa tebliğ edilmedi. Örneğin, yakalanamadığı için dosyası ana davadan tefrik edilmiş olan Cafer Erçakmak özelinde yaşadıklarımız, emniyet güçlerinin ve adli makamların bu davaya yaklaşımını göstermek için ilginç bir örnek oluşturuyor.2009’da Erçakmak’ın tefrik edilen dosyasına, aranmakta iken yakalanmış olan altı sanık ekleniyor. Süren yargılama avukatlar olarak bize ve müdahil asillere tebliğ edilmiyor. Dava, esasla İlgili görüş aşamasına geliyor ve Savcılık tüm sanıklar hakkında zaman aşımı nedeni ile düşme talebinde bulunuyor. Bu davayı tesadüfen izleyen basın emekçisi beni arayarak, davadan haberim olup olmadığını soruyor. Habersizim. Koşup dosyaya ulaşıyorum. Erçakmak yönünden dava zaman aşımı süresi henüz dolmadı. Bu nasıl bir talep? Kısaca bu aşamadan sonra davaya katılıyor ve diğer sanıklar yönünden de zaman aşımı olamayacağını, eylemin insanlığa karşı suç olduğunu iddia ediyoruz.
'YOK DENİLEN EVDE ERÇAKMAK’IN CENAZESİ ÇIKTI'
Erçakmak, Aziz Nesin’i itfaiye merdiveninden iterek düşürmek isteyen kişi değil mi?
Evet, Erçakmak, o günleri yaşayanların anımsayabileceği gibi, yanmakta olan otelden çıkmak için kendisine uzatılan itfaiye merdiveninden inmeye çalışan yaşlı Aziz Nesin’i iterek, düşürmek isteyen Belediye Meclis üyesi. 18 yıl ele geçmedi. Almanya’da olduğu bilgisine sahiptik. Alman makamlarından o ve diğer 15 kişi ile ilgili iade istemimiz hep reddedildi. Erçakmak hakkındaki davaya katılmamızdan bir süre sonra çok emin bir kaynaktan Fransa’da olduğu bilgisi geldi. Bu bilgiyi mahkeme ile paylaşarak, iadesi için girişimde bulunduk. Sanık Kırmızı bültenle Fransa’da aranırken bir yandan da polis, rutinini sürdürüyor ve Sivas’taki evinde de arıyordu. Dosyaya, emniyet görevlileri tarafından tutulmuş, “ Evini aradıklarını ve bulamadıklarını” yazan sayısız tutanak girmişti. Ancak daha sonra “ yok” denildiği evden Erçakmak’ın cenazesi çıktı. Gizlice gömüldü. Türkiye’ye ne zaman ve nasıl geldi? Hep Türkiye’de mi idi? Ya da 18 yıl Türkiye’de nasıl saklandı? Bir insanın 18 yıl saklanmasını ancak örgütlü bir yapının sağlayacağı açık değil mi? Bu dosyada neden örgütler araştırılmadı? Olayın sızması üzerine Mezarlık müdürü olayı ihbar etmek zorunda kaldı. Yaşadığımız çok sayıda güven sarsıcı olay nedeni ile mezarını açtırarak DNA testi yaptırdık. Test sonucu o olduğu söylendi. Ayrıca mezarı başında oğlu ve mahalle muhtarı kendisini teşhis etmişti.
'DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY YAKINLARINI YİTİRMİŞ OLANLARIN ACISI VE ÜLKEMİZ ÜZERİNE DÜŞEN KATLİAM GÖLGESİ'
Erçakmak dosyasının diğer sanıkları Şevket Erdoğan, Köksal Koçak, İhsan Çakmak, Hakan Karaca, Yılmaz Bağ, Necmi Karaömeroğlu savunmalarında kendi memleketlerinden evlendiklerini, çocuk sahibi olduklarını, askere gittiklerini hatta ehliyet aldıklarını, kimsenin kendilerini yakalamadığını, arandıklarını bu nedenle bilmediklerini savundular. Emniyet, Ordu, Nüfus Müdürlüğü, Belediye. Biliriz ki arananların kayıtları bu merkezlerde hep vardır. Onlar aranmadı mı? Ya da arayanlar arıyormuş gibi mi yaptılar? Bu sanıklar hakkındaki iddianame, 16.06.1994 tarihini taşıyor.17 yıl. Bu yargılamada, sanıkların, olay günü çekilmiş olan fotoğraflarından bugünkü yüzleri ile birleştirerek teşhise çalışacaktık. Ancak sanıklar, istemimize karşın hiçbir duruşmaya getirilmediler. Zaman delilleri karartıyor. Zaman insanı bile değiştiriyor. Değişmeyen tek şey yakınlarını yitirmiş olanların acısı ve ülkemiz üzerine düşen katliam gölgesi.
'SİVAS KATLİAMI İNSANLIĞA KARŞI İŞLENMİŞ BİR SUÇTUR'
Katliam belli ki hedef alınarak örgütlü yapılmıştı. Ne diyeceksiniz bu duruma?
Sivas’ta gericiliğin yakarak kurban ettiği mağdurların tümü sol görüşlü, ilerici, devrimci insanlardı. Çoğunluğu Aleviydi. Bu nedenle mağdurların, felsefi düşünceleri ve inançları nedeniyle hedef alındıkları açıktı. Kaldı ki ülkemizde Aydın ve Alevi kıyımı, Çorum’da, Maraş’ta ve yine Sivas’ta yinelenmiş ve yüzlerce insan bu saldırının kurbanı olmuştu. Saldırıların, örgütlü , sistemli ve planlı olduğu da tartışmasız ortada idi.
İnsanlığa Karşı suç tanımının TCY’na 2005 yılında girmiş olması nedeni ile “kanunsuz ceza olmaz” itirazının insanlığa karşı suçlarda ileri sürülemeyeceğine ilişkin olarak: “Bu madde, işlendiği zaman uygar ülkeler tarafından tanınmış, hukukun genel ilkelerine göre suç sayılan bir eylem veya ihmal nedeniyle bir kimsesin yargılanmasına ve cezalandırılmasına engel değildir” diyen İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi’nin 7. Maddesinin 2. Fıkrasını mahkemeye anımsattık. Ayrıca olayımız yönünden insanlığa karşı suç, diğer uygar ülkeler tarafından tanımlanmış ve cezalandırılmıştı. Birleşmiş milletler Savaş Suçları ve İnsanlığa karşı Suçlar Bakımından Kanuni Sınırlamaların uygulanmayacağına Dair Sözleşme’nin 1. maddesinde ise: “Hangi tarihte işlenmiş olursa olsun aşağıdaki suçlar yönünden zaman aşımı süresi uygulanmaz” denilerek, işlendiği ülkenin iç hukukunda ihlal oluşturmayan fiiller olarak kabul edilseler bile, ister savaş zamanında ister barış zamanında işlenmiş olsun 8 Ağustos 1945 tarihli Nürnberg Uluslararası Askerî Mahkemesi’nin şartında tanımlanan ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 13 Şubat 1946 tarihli kararlarında teyit etilen İnsanlığa Karşı Suçlar, Silah Zoruyla Tahliye Etme veya İşgal ve Ayrımcılık politikasının uygulanmasından kaynaklanan gayri insani eylemler zaman aşımından yararlanamayacak suçlar arasında sayılmaktadır.
'İNSANLIĞA KARŞI SUÇLAR YÖNÜNDEN KAMU GÖREVLİSİ OLMA KOŞULU ARANMIYORDU'
İnsanlığa karşı suç savınıza mahkeme ne cevap verdi?
Mahkeme, esasla ilgili görüşümüzde ifade ettiğimiz bu savlarımıza ilginç bir yanıt verdi. Cafer Erçakmak yönünden suçun, TCY’nin 146/1. maddesinin ihlal niteliğinde olduğunu kabul etti. Mahkeme, kısa kararında daha ileri bir adımla Erçakmak’ın eyleminin, kamu görevlisi olması nedeni ile de TCY’nin 77. maddesi kapsamında düşünülebileceğini, yani insanlığa karşı işlenmiş bir suç olduğunu da ifade etti. Ancak, sanığın ölmüş olması nedeni ile davanın düşürülmesine karar verdi. Diğer sanıklar yönünden ise Savcılık Makamı, eylemlerinin TCY’nin 146/3. maddesi içinde değerlendirilmesi gerektiğini iddia ederek, yargılama sırasında yaşamını yitirmiş olan Yılmaz Bağ dışında kalanlar için bu suç yönünden davalarının dava zaman aşımı nedeni ile düşürülmesini talep etti. Mahkeme de, 13.03.2012 günlü kısa kararını açıkladığı duruşma tutanaklarında; “Erçakmak ve Bağ dışındaki sanıkların eylemlerinin TCY’nin 146/3. maddesi kapsamında olduğu” eylemlerinin, niteliği itibariyle insanlığa karşı suç olmasına karşın, “sanıkların kamu görevlisi olmayıp, sivil olduğu ,ayrıca olayın asli maddi faili değil, fer’i şerik olarak yargılandıkları, 765 Sayılı TCK’nin 146/3. maddesinde öngörülen hürriyeti bağlayıcı hapis cezasının 5 yıldan 15 yıla kadar hapis olduğu ” gerekçesi ile ortadan kaldırılmasına karar verdi. Yılmaz Bağ yönünden ise davanın, ölüm nedeni ile ortadan kaldırılmasına karar verdi. Oysa, insanlığa karşı suçlar yönünden kamu görevlisi olma koşulu aranmıyordu. Ne yazık ki Yargıtay da bu yönden yaptığımız temyiz istemimizi kabul etmedi. Karar onaylandı. Bu dosyayı Anayasa Mahkemesi’ne taşıdık. 2014 Esası ile henüz mahkemede bekliyor.
'ÜÇ SANIK YÖNÜNDEN DAVA DEVAM EDİYOR'
Sivas Davası, halen Almanya’da yaşamakta olan Murat Songur, Eren Ceylan ve Murat Karataş haklarında gıyaplarında devam ediyor. Bugüne dek iadeleri sağlanamadı. Boş sanık koltuklarına gidip gelmeye devam ediyoruz. Bu üç sanık dahil 15 kişi aranıyor. Dokuzu hakkında TCK’nin 146/1. Maddesinden verilmiş ve kesinleşmiş müebbet hapis cezası bulunuyor. Kesinleşme 04.05.2001 tarihli. İç hukukumuza göre ceza zaman aşımına tabi. Diğer üçünün cezası 146/1. Olur diye bozulmuştu. . Onlar yönünden iç hukukumuza göre zaman aşımı süresi 2023 de doluyor. Ancak yukarıda da söylediğim gibi biz insanlığa karşı suç olduğu savındayız. Ve zaman aşımı nedeni ile davanın düşürülmesini hukuka uygun bulmuyoruz.
'KATLEDİLENLERİN AİLELERİ YAKINLARI GERİ GELECEK DİYE DEĞİL YENİ KATLİAMLAR OLMASIN DİYE DİRENİYORLAR'
Katliamın üzerinden 29 yıl geçti, son olarak neler diyeceksiniz?
Katliamın 29. yılındayız. Aileler, ilk günden bu yana ısrarla davalarını takip ettiler. Başta Alevi kuruluşları olmak üzere demokratik kitle örgütleri de davanın sahibi ve izleyicisi oldular. Örgütlülüklerini geliştirdiler. Onların bu kararlılığı, sayımız azalsa da avukatları olarak bizlere de güç verdi. Onlar yakınları geri gelecek diye değil, yeni katliamlar olmasın diye direniyorlar. Ama olmadı: Katliamlar sürüyor. Davalar da. Kaderleri birbirine benzeyerek... Ama bir gün mutlaka acılar bitecek. İzninizle şunu da eklemek isterim, Madımak yanarken “Haydi yola düşelim” diyen Av. Ümit Öncül, “Nereye” diye soran Av. Cevat Balta, dava sözcülerinden Av. Erdal Merdol, meslek ustalarımız Av. Şakir Keçeli, Av. Veli Devecioğlu ve adlarını hemen anımsayamayacağım, duruşmalarda omuz omuza durduğumuz pek çok arkadaş, olaya ilk tanıyı koyan Yargıç Ekrem Çelenk bugün Madımak şehitleri ile toprak altında buluştular. Onları da saygıyla anmak isterim.
Esra Çiftçi / +GERÇEK