Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza Efendi, 1967 yılında tedavi için Ankara’ya gelir. Yeğeni ve damadı Abdülmelik Fırat’ın evinde, oğlu Fuat Fırat ve gazeteci Doğan Kılıç ile aile ortamında, Kürtçe ve Türkçe, uzun bir sohbet yapar. Sohbet kayda alınır. Üzerinden 55 yıl geçtikten konuşmalar belli başlıklar altında toplanır ve geçtiğimiz günlerde yorumsuz bir şekilde basılır.
Şeyh Said’in oğlu Şeyh Ali Rıza Efendi, 1898 yılında Erzurum-Hınıs’ın Kolhisar köyünde doğar. Babasının ve Hınıs Müftüsü olan amcası Şeyh Bahaeddin’in rahle-i tedrisinden geçer. 25 yaşında ilim icazeti alır. Şeyh Said Hareketi patladığında 27 yaşındadır; hem siyasi hem de askeri olarak babasının en yakınındaki isimlerden biridir. Babası adına Kürt Teali Cemiyeti’nin lideri Seyyid Abdülkadir ile görüşür, harekât esnasında Malazgirt Cephe Komutanlığı görevini üstlenir. Siyasi ve askeri açıdan oynadığı merkezi rolden ötürü, Şeyh Said’in bacanağı ve Kürt İstiklal ve İstihsal Cemiyeti’nin (Azadî) lideri Cibranlı Halit Bey’in eniştesi olan ve Şeyh Said’i askerlere teslim eden Binbaşı Kasım tarafından “harekâtın asıl beyni” olarak tanımlanır.
İsyan bastırıldığında, Ali Rıza Efendi 1925 yılında önce İran’a, ardından Irak’a geçer. Her iki ülkede Seyyid Taha, Şeyh Mahmut Berzenci ve Simko gibi Kürt siyasetinin önde gelen isimleriyle temasa geçer. Hoybun Cemiyeti’nin kuruluş çalışmalarına katılır, sonradan görüş ayrılıkları nedeniyle cemiyetle bağını keser. 1928’de “Şeyh Said Vakası Affı” ile Türkiye’ye geri döner. 1935’te ailesiyle birlikte Kırklareli-Sergen’e ikinci kez sürgün edilir. Trakya’da çok güç koşullar altında, çocuklarını ve yeğenlerini eğitmeye ve yaşamını idame ettirmeye çalışır. 1970 yılında vefat eder, cenazesi Kolhisar’daki aile mezarlığına defnedilir.
Ali Rıza Efendi, 1967 yılında tedavi için Ankara’ya gelir. Yeğeni ve damadı Abdülmelik Fırat’ın evinde, oğlu Fuat Fırat ve gazeteci Doğan Kılıç ile aile ortamında, Kürtçe ve Türkçe, uzun bir sohbet yapar. Abdülmelik Fırat, bu sohbeti dört adet AGFA makara banda kaydeder. Aile, bilhassa darbe dönemlerinde başlarına bir hal gelmemesi için bu ses kayıtlarını saklar, özenle muhafaza eder.
Kaydedilmelerinin üzerinden 55 yıl geçtikten sonra Abdülmelik Fırat’ın iki etnograf torunu Dılhad Fırat ve Dılşad Fırat, bu ses kayıtlarını kamuoyunun bilgisine sunmak üzere meşakkatli bir işe girişirler. Evvela ihtimamlı bir teknik çalışmayla ses kayıtları dikkatlice çözümlenir, akabinde kaydın deşifresi yapılır ve nihayetinde kayıttaki konuşmalar belli başlıklar altında toplanıp yorumsuz bir şekilde basılır.*
“Bizi alakadar eden şey, hilafet makamı idi”
Ali Rıza Efendi’nin sohbeti belli bir düzen içinde ilerlemez. Abdülmelik Fırat, Fuat Fırat ve Doğan Kılıç, akıllarına gelen her suali ona yöneltirler, o da berrak bir zihinle onlara cevap verir. Sohbetin önemli bir kısmını Şeyh Said Hadisesi oluşturur. Ali Rıza Efendi, Kürtler ile Osmanlı Devleti arasındaki en önemli bağın “din” olduğunu belirtir. Farklı zamanlarda İngilizlerin ve Rusların, Kürtleri Türklere karşı kışkırtmaya gayret gösterdiğini ama Kürtlerin, büyük bir anlam atfettikleri din ortaklığından ötürü bunlara yüz vermediğini söyler.
“Din, Kürtlerle Osmanlı arasında iyi bir anlaşma zemini oluşturdu.” (s. 13)
Kürtlerin, devletle bütün münasebetlerinin İslamiyet üzerinden kurulduğunu, hilafetin kaldırılmasıyla Kürtlerin inançlarının, örf ve adetlerinin lağvedildiğini ifade eder. Hilafetin kaldırılmasının arkasında İngilizlerin olduğunu düşünür. İngilizlerin, hilafete son vermeleri halinde, Kemalistlere kendilerine kimsenin dokunmayacağına dair teminat verdiğini ileri sürer.
“Velhasıl hilafeti ortadan kaldırdılar. Ardından Osmanlı hanedanının var olan her şeylerini ellerinden aldılar. Yurtlarından kovdular, yemek vermediler, bu bizi alakadar etmiyordu. Bizi alakadar eden şey, hilafet makamı idi. Yoksa iki taraf da aynıydı.” (s. 17)
“Bizim alakamız yok, geliniz ha geliniz!”
Zamansız ve hazırlıksız olarak başlamasına karşın Şeyh Said’in başarıya ulaşabilme ihtimalinin yüksek olduğunu iddia eder. İsyanın bastırılmasını ise üç nedene bağlar: İlki, Fransa’nın rolüdür. Fransa’nın Adana-Halep-Mardin tren hattını açarak Türk hükümetine bölgeye ağır top ve asker sevkiyatı yapma imkânını tanıması, Şeyh Said’e ağır bir darbe indirir. Son derece sınırlı asker ve silah gücüyle devletin kendilerine galebe çalmasının söz konusu olmadığını, nitekim isyan başladığında çok kısa sürede hızla ilerlediklerini ve kontrolü ele geçirdiklerini, bölgedeki askerleri teslim aldıklarını, ancak Fransızların yol vermesiyle başlayan sevkiyatla birlikte dengenin devlet lehine değiştiğini söyler.
İkincisi, bölgedeki ağa ve şeyhlerin devlet lehine tavır koymasıdır. Ali Rıza Efendi, isim isim hangi ağanın, aşiretin ve şeyhin devlet tarafında yer aldıklarını kayda geçirir. “Bu ağalardan şeyhlerden olmasa hükümet cesaret edemezdi.” Şeyhlerin ve ağaların kıskançlıklarından ve kısır düşüncelerinden ötürü hükümeti bölgeye getirmek için yoğun bir gayret sarf ettiklerini vurgular.
“Bunlar yazdılar hükümete, bizim bir alakamız yok, geliniz ha geliniz! Yoksa hükümet cesaret etmezdi.” (s. 28)
Üçüncüsü de, Binbaşı Kasım’ın ihanetidir. Ali Rıza Efendi, Harbiye’de eğitim almış Kasım’ın çok zeki bir adam olduğunu teslim eder. Kasım’ın Şeyh Said’i yakalayıp teslim etmesinin harekâtının sonunu getirdiğini vurgular. Önderlik eden kişinin çok mühim olduğunu, onun yakalanmasıyla umut ve direnç noktalarının çöktüğünü söyler.
“Yani, Şeyh Efendi yakalanmasaydı harekât yine başarıya ulaşırdı.” (s.33)
“Gidin meseleyi müzakere yoluyla çözün”
Ali Rıza Efendi, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ile Başbakan Ali Fethi’nin meseleyi müzakere yoluyla çözme taraftarı olduğunu söyler.
“Ağalar, şeyhler tarafsız kalsalardı, o bile yeterdi, tarafsız kalsalardı yine yeterdi. Telgraf vermeselerdi yine yeterdi. Mustafa Kemal Paşa, Bedri Bey’i bir de Mehmet Bey’i, kaç tane mebusu yanına çağırtmıştı, gidin bu meseleyi müzakere yoluyla halledin demişti. Ali Fethi de başvekildi, o da o fikirdeydi.” (s.36)
İlginç bir iddiadır bu; zira Falih Rıfkı ve Yakup Kadri gibi Mustafa Kemal’in en yakınındakilerinin tanıklıklarının muhtevası farklıdır. Ali Fethi’nin sertlik yanlısı olmadığı ve müzakereci bir kimlik taşıdığı doğrudur ama Mustafa Kemal için aynı şey söylenemez. Hatta Mustafa Kemal’in isyan karşısında fazla yumuşak bulduğu için Ali Fethi’yi görevden aldığı ve sert tedbirleri icra etmek üzere başbakanlık koltuğunu İsmet İnönü’yü verdiği belirtilir.
“100 panot için böyle şeyler yapmayız”
İsyan başarısızlıkla sonuçlandığında Ali Rıza Efendi, İran’a geçer. O ve yanındakiler İran’da genel olarak iyi muamele görürler. İranlı yetkililer, ilk günden itibaren onları Türklere vermeyeceklerini garanti ederler. Ancak İngilizler zorlayınca Ali Rıza Efendi Bağdat’ın yolunu tutar.
O Irak’ta iken Kürt siyaseti hareketlenmeye, yeni bir Kürt örgütü kurmak için yapılan çalışmalar hızlanmaya başlar. 5 Ekim 1927’de Lübnan’da Kürt milliyetçi örgütleri ile Irak, Suriye ve İran’a sığınmış Kürt aydınları ve Taşnak kökenli Ermenilerin katılımıyla Hoybun (Xoybûn) kurulur. Ali Rıza Efendi’ye de davet gelir. Ancak Fransızların, Ermenilerin ve Celadet Ali Bedirhan’ın kendisini etkisizleştirmeye çalıştığını dillendirir.
Onunla Hoybun liderleri arasında derin bir ayrışma olur. Ali Rıza Efendi, Hoybun’un altı vilayetin (Diyarbakır, Elazığ, Sivas, Erzurum, Van ve Bitlis) Ermenilere verilmesini içeren bir anlaşma yaptığını, kendisinin buna kesin bir dille karşı çıktığını belirtir.
“Bensiz anlaşmanızı yapın dedim. Sonra anlaşmayı getirdiler bana, dedim ki bu anlaşma ile olmaz. Biz bu anlaşma için kendimizi öldürtmeyiz siz de kazanamazsınız! 100 panot için böyle şeyler yapmayız.” (s. 59)
Hatırat fukaralığı
Dört saat süren sohbet boyunca Ali Rıza Efendi, Kürdistan topraklarında şahit olduklarını ve Seyit Rıza’dan Bedirhanilere, Simko’dan Seyyid Taha’ya, Cemilpaşazadelerden Barzanilere kadar Kürt siyasi aktörleriyle olan ilişkilerini ve anılarını anlatır. Sohbetteki diğer üç kişi merak ettikleri bir kişi veya olayın adı anılınca hemen devreye girerek onunla ilgili soru sorarlar, Ali Rıza Efendi de bildiklerini pek bir yorum katmadan onlarla paylaşır.
Elbette Ali Rıza Efendi, tarihi kendi perspektifinden değerlendirir. Lakin bu, bu kaydın değerine herhangi bir halel getirmez. Zira Cumhuriyet tarihinin kırılma noktalarından biri olan Şeyh Said Harekâtında birincil derecede rol alan şahıslara dair yeterince belge ve özellikle hatırat yok. Ne yazık ki büyük bir fukaralık var bu konuda.
Kuşkusuz, Ali Rıza Efendi gibi 1925’te merkezi bir konumu işgal eden ve harekâtın her merhalesinde bulunup hayati vazifeler üstlenen bir aktörün merceğine muttali olunması, hadiseye dair farklı okumalara kapı aralar ve yorumları zenginleştirir.
Umarım, Şeyh Said hadisesine ilişkin fukaralığı azaltacak bu tür çalışmaların sayısı artar
* Dılşad Fırat-Dılhad Fırat, “Babam Şeyh Said: Şeyh Said’in Oğlu Şeyh Ali Rıza’nın Hatıraları” 40 Kitap Yayınevi, Ankara, 2022.
Perspektif, 27 Şubat 2022