Güney Kürdistan’da 25 Eylül 2017 günü yapılacak olan bağımsızlık referandumu ile ilgili olarak, ABD ve Avrupa Devletleri’nin ‘’referandumun zamanı değildir, erteleyin’’ yönlü söylemleri, aslında daha çok ‘’diplomatik’’, ‘’gevşek’’ bir söylem olarak yorumlanabilir. Ama bu tutum bizlere 2003 Yılında Saddam Hüseyin Rejimi’nin yıkılışından sonraki ilk dönemlerde ABD’nin sergilediği tutumu biraz anımsatıyor.
1991 Körfez krizi, Güney Kürdistan’da artık geriye dönüşü olmayan bir özgürlüğün kapısını açtı.
Bilindiği gibi Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgalinden sonra, ABD ile müttefik güçlerin müdahalesi sonucunda, hem Saddam Kuveyt’ten çekildi, hem de Güney Kürdistan’ın 3 şehri Kürdistan halkının ayaklanması sonucu ‘’Kürdistani Cephe’’ tarafından Saddam Rejimi’nin egemenliğinden kurtarıldı.
1991’den Sonra ‘’Irak Kürdistan Bölgesi’’ halkı, kendisini ‘’federe bölge’’ olarak tanımlayarak, Hewler, Süleymaniye ve Duhok şehirlerini kapsayan 5 milyon nüfuslu bir alanda bir Parlamento ve Hükümet kurdu ve kendi kendisini yönetmeye başladı.
Nisan 2003’te yine ABD ve müttefiklerinin müdahalesiyle Saddam Hüseyin Rejimi yıkıldı.
Saddam Rejimi yıkıldıktan sonra ABD Başkanı George W. Bush, Irak'ı idare etmesi için Paul Bremer’i görevlendirdi. ‘'Irak Valisi’' lakaplı Bremer Irak'ı 14 ay boyunca yönetti.
Paul Bremer, ‘’Irak’’ın idari yapısı için her ilin bir eyalet olacağı bir ‘’eyalet sistemi’’nin Irak Anayasası’nda yer almasını önermişti. Yani 18 İlden oluşan ‘’Irak’’, 18 Eyalet olarak Bağdat Merkezli yönetilecekti. P.Bremer’in önerdiği sistemde otonom veya federe bir ‘’Kürdistan Bölgesi’’ yoktu.
Paul Bremer, Kürtlerin 1991’den beri varolan fiili ‘’Federe Kürdistan Bölgesi’’ni ve Kürdistan Bölgesel Hükümeti ile Parlamentosu’nu yok sayarak, il bazında ‘’Eyalet Sistemi’’ni önermekteydi.
O dönem Irak’ta ‘’Geçici, Dönüşümlü Başkanlık Sistemi’’ vardı. Kürtler adına Sayın Calal Talabani ile Sayın Mesud Barzani de bu dönüşümlü, geçici sistemin içindeydiler.
Paul Bremer, ‘’Eyalet Sistemi’’ni Sayın Celal Talabani’nin ‘’Geçici, Dönüşümlü Başkan’’ olduğu dönemde öneriyordu. Ve Sayın Talabani bu öneriyi kabul etmişti. Zaten Şii ve Sunni Arapların liderleri bu sisteme dünden razıydılar.
Ama Sayın Mesud Barzani Paul Bremer ‘in ‘’Eyalet Sistemi’’ önerisine sert bir tepki gösterdi. Sayın Mesud Barzani ‘’Kürdistan halkının 1991’den beri süre gelen kazanımlarını yok sayan hiç bir öneriyi kabul etmeyeceklerini, Kürdistan’ın federe bir bölge olarak kabul edilmesi gerektiğini’’ ısrarla savundu.
Sayın Mesud Barzani’nin bu tutumu ABD ve Sayın Barzani arasında bir gerginliğe yol açtı. Hatta sadece bu nedenle, Sayın Mesud Barzani’nin bir kaç gün Paul Bremer ile görüşmediği bilinmektedir.
Sayın Mesud Barzani’nin bu kararlı duruşu hem Sayın Talabani ve tüm Kürt partilerinin Sayın Barzani’yi desteklemelerini sağladı, hem de ABD’ye, Paul Bremer’e geri adım attırdı ve Irak Anayasası’nda Irak Kürdistan Bölgesi Federe bir bölge olarak anayasal bir nitelik kazandı.
Tarihin yeni bir tekerrürü ile mi karşı karşıyayız?
Bugün benzer bir durum ‘’Bağımsızlık Referandumu’’ ile ilgili olarak gündemdedir. Kürdistan Bölge Başkanı Sayın Mesud Barzani ısrarla referandumun yapılmasını istiyor; ABD ve bir çok dünya devleti ise, ‘’henüz referandumun zamanı değil, erteleyin’’ demektedirler.
Sayın Mesud Barzani, ABD ve bir çok devletin ‘’Referandum’u erteleyin’’ önerisine karşın ‘’Referandum 25 Eylül 2017 günü yapılacaktır; bundan geri adım atmayacağız’’ demektedir.
2003’te Saddamı devirmiş bir ABD ve O’nun Sivil Yöneticisi Paul Bremer’e ‘’hayır’’ diyerek ‘’risk’’ üstlenen Sayın Mesud Barzani, sonuçta bu ‘’risk’’li tutumu ile ‘’Federe Kürdistan’’ı Irak Anayasası’na koydurmuş ve bunu ABD, Irak ve tüm dünyaya kabul ettirmişti.
Bugün de ABD, Irak ve bir çok dünya devleti karşı çıkmasına rağmen, Sayın Mesud Barzani Referandum’da ısrar ederek, yeni bir ‘’risk’’i üstleniyor. Ama haritaların değişeceği, ‘’Irak’’ adında bir devletin sadece kağıt üstünde kaldığı bir konjonktürü iyi okuyan Sayın Mesud Barzani, ‘’Referandumu gerçekleştirmenin getireceği risk, Bağdat’ın izlediği siyaset nedeniyle Kürdistan halkının bugüne kadar elde ettiği tüm kazanımların heder olması riskinden daha fazla değildir’’ diyor.
Yoksa tarihin yeni bir tekerrürü ile mi karşı karşıyayız?
Bağımsızlık Referandumu kararı Güney Kürdistan’daki partilerin büyük çoğunluğunun ve etnik, dini, mezhepsel en geniş kesimlerin kabulü ve sahiplenmesiyle, artık geri döndürülemez bir mecraya girmiştir.
Parlamento’nun aktifleştirilmesi kararı da, hem bu yolu daha sancısız bir hale getirecek, hem de yaşanan ekonomik, siyasi ve idari iç sorunların çözümünde büyük bir rol oynayacaktır. Ama, açıktır ki, iç sorunlara çözüm önerileri ve yaklaşımları ne kadar farklı olursa olsun, hiç bir partinin referandumu iç sorunların çözümüne endekslemesi veya iç sorunlara kurban etmesi kabul edilemez.
Biliniyor ki Bağdat Yönetimi Irak Federal Anayasası’nı yok saydı, Kerkük ve 140. Madde kapsamındaki diğer bölgelerin referandumunu engelledi, %17’lik Kürdistan bütçesini keserek Kürdistan halkını açlıkla terbiye etmeye çalıştı. Pêşmerge gücünün bütçesinin Merkezi Hükümet’in bütçesinden karşılanması gerekirken bu yapılmadı ve pêşmerge IŞİD’e karşı yalnız ve silahsız bırakıldı. Açıktır ki Bağdat Yönetimi, bu siyasetiyle, Kürdistan halkının kendisine sunmuş olduğu eşit ortaklık kredisini tüketmiştir. Bu şartlar altında Referandum ve bağımsızlık ilanı hem Kürdistan halkının meşru ve demokratik bir hakkıdır, hem de kendi yaşamını sürdürmesinin olmazsa olmaz koşulu, tek çaresi haline gelmiştir.
Bağımsızlık referandumunu desteklemek dünya devletlerinin tarihsel ve vicdani bir borcudur
Sykes-Picot ile, Lozan ile Kürdistan halkına büyük bir haksızlık yapan, 100 Yıl boyunca Kürtleri görmezden gelen dünya devletleri, Saddam rejiminin yıkılışının ilk yıllarında bu siyasetlerini Paul Bremer’in ‘’Eyalet Sistemi’’ önerisiyle devam ettirmeye çalıştılar. Şimdi de ‘’Referandumu erteleyin’’ diyerek bu haksızlık tekrarlanmaya çalışılıyor. Ama Saddamı devirerek Kürtlerin özgürlüğüne de büyük bir kapı açan ABD ve dünya devletlerinin, IŞİD’e karşı en büyük müttefikleri olan Irak Kürdistan Bölge Yönetimi’ni yalnız bırakmamaları gerekiyor. Orta Doğu’da tüm etnisite, din ve mezheplerin birlikte, demokratik bir ortamda yaşama şansını yakaladıkları bu ‘’özgürlük adası’’nın daha da gelişmesi ve ve daha güçlü ve renkli bir özgürlük bahçesine dönüşmesi için destek sunmaları gerekiyor.
Referanduma ve Kürdistan halkının ‘’Bağımsızlığa Evet’’iradesine saygı ve kabullenme, başta ABD olmak üzere tüm dünya devletlerinin omuzlarında duran vicdani, insani, tarihsel ve siyasi bir borçtur. Kürdistan’ın bağımsızlığına destek sunmak artık, ABD, Avrupa Devletleri, Rusya ve dünya devletleri için ortak çıkarların bir gereği olarak da kabul edilmelidir.
Referandumun yapılmasına karşı çıkmak; halkın iradesine başvurmak gibi en temel demokratik bir hakkın kullanılmasına karşı çıkmaktır. Referandumda ‘’Evet’’e karşı çıkmak ise, Güney Kürdistan halkının tüm kazanımlarını, hak ve özgürlüklerini ayaklar altına almaya çalışan ve Kürdistan halkının geleceğini belirsizliğe sürükleyen mevcut sistemin devamını onaylamaktır.
Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı, bilinmelidir ki, empoze edilmeye çalışıldığı gibi yeni savaşların değil, tam tersine Orta-doğu’da barış ve istikrarın en önemli kapılardan biri olacaktır. Türkiye, İran, Suriye ve Irak Yönetimlerinin de artık şiddet,çözümsüzlük ve öteleme siyasetine son vererek, diyalog yoluyla, barışçıl, siyasal, demokratik çözümlere ‘’evet’’ demeleri, en doğru ve en makul yol olarak bugün kendisini daha bir dayatmaktadır. Bağımsızlık referandumu bu yolda bir ‘’tehlike’’ olarak değil, bir şans olarak görülmelidir.
Kürdistan Bölge Başkanı Sayın Mesud Barzani ile birlikte 7 Haziran 2017 günü referandum kararını alan ve bugün bu kararı destekleyen herkesi bu tarihi, ‘’risk’’li, ama onurlu tutumlarından dolayı kutluyor, onları desteklediğimizi bir kez daha yinelemek istiyorum.
Güney Kürdistan’daki halkımızı da hem kendi geleceklerini, hem de dünyadaki tüm Kürt ve Kürdistanlıların geleceğini belirlemede tarihi bir rol oynayacak olan bu referanduma en yüksek katılım ve en yüksek ‘’Evet’’ oyuyla, bu ‘’risk’’i risk olmaktan çıkarmaya, tüm dünyanın kabulleneceği bir gerçekliğe dönüştürmeye çağırıyorum.