Ne söylenmemesi gerekiyorsa söyleyen ve ne yapılmaması gerekiyorsa yapan CB Erdoğan sayesinde dünya yüzünde hiç yaşanmamış öyle bir kriz çıkmıştı ki…
İyi ki tarih yazacak da inanacaklar; yoksa şu son bir hafta içinde yaşadığımız 10 Büyükelçi rezaletini torunlarımıza anlatsak, dedemiz uçmuş, Alzheimer olmuş diyeceklerdi.
Osman Kavala hiçbir suçu olmadan, hiçbir mahkumiyeti bulunmadan, sırf CB Erdoğan kendisine Gezi’den taktı diye, AİHM’nin kesin kararına rağmen tam 4 yıldır tutuklu olarak yatırılmaktaydı.
Kendisine “Soros artığı” diyen Erdoğan’ın bizzat kendisinin Soros’la fotoğraflarının yayınlandığı ve Bülent Arınç’ın “2002'de Soros baş tacımızdı” diye hatırlattığı bir sırada.
***
ABD, Almanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda büyükelçileri 18 Ekim’de Kavala’nın durumunun “Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleriyle ve milli kanunlarıyla uyumlu şekilde adil ve hızlı biçimde sonuçlandırılması”nı isteyen bir bildiri yayınladı.
Tepki, Tek Adam’dan da önce, Osman’ı 4 yıldır içeride tutan Yargı’dan geldi. Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca, “Hiçbir organ, makam, merci veya kişinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir, talimat veremeyeceğini, genelge gönderemeyeceğini, tavsiye ve telkinde bulunamayacağını” bildirdi. Fakat herhalde bazı şeyleri ilave etmeyi unutmuştu:
Mesela, “CB Erdoğan hariç” demeyi. Mesela, AİHM kararlarına uymanın Türkiye’nin imzası icabı ve ayrıca AKP’nin Mayıs 2004’te Anayasa Md. 90/5’e getirdiği değişiklik gereği zorunlu olduğunu. Mesela, mahkemelerimizin AYM kararlarından ve daha ötesi AİHM kararlarından tamamen bağımsız hareket ettiğini. Mesela ve en önemlisi, 1991’den beri insan haklarının “iç mesele” olmaktan tamamen çıktığını. …
***
Tek Adam’ın tepkisi iki ayrı yerde ve zamanda en sert biçimde geldi: "Talimatı Dışişleri Bakanımıza verdim, 'Bu 10 büyükelçinin bir an önce istenmeyen adam ilan edilmesini hemen halledeceksiniz' dedim (…) bizim bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz.” Bu laf bana, General Kenan Evren’in “Asmayalım da besleyelim mi?”sini hatırlattı nedense.
Bu arada, CB Erdoğan’ın mutemet adamları büyükelçilere hakaret etti. İçişleri Bakanı Soylu “Edepsizsiniz” dedi, TBMM Başkanı Şentop da, “Hiç yaşanmamış bir terbiyesizliktir”.
Ne söylenmemesi gerekiyorsa söyleyen ve ne yapılmaması gerekiyorsa yapan CB Erdoğan sayesinde dünya yüzünde hiç yaşanmamış öyle bir kriz çıkmıştı ki, bundan kurtulmayı hayal etmek dahi güçtü. Savaş zamanında bile böyle şey görülmemişti. Üstelik büyükelçilerin tamamı ya dost yahut müttefik ülkedendi. Tabii, karşılığında bu 10 ülkedeki T.C. büyükelçileri istenmeyen adam ilan edilecekti ve cehennemî bir süreç başlayacaktı.
TCMB’nin döviz rezervleri swap hariç eksi 52 milyar dolar iken.
***
Yine de en azından şu anda çıkış var gibi gözüküyor. Yarın öbür gün ortaya çıkar ama, büyük olasılıkla diplomasi dilinin nüansları ve ayrıca CB Erdoğan’ın İngilizce bilmemesi sayesinde. Şunların yaşandığı anlaşılıyor:
Dışişleri devreye giriyor, ABD Büyükelçiliği’ne (diğer 9 ülkenin de tvitle katıldığı) Türkçe ve İngilizce bir metin yayınlatılıyor. Metnin Türkçesi şöyle diyor:
“ABD 18 Ekim tarihli açıklamaya ilişkin bazı soruların yöneltilmesi vesilesiyle, Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesine riayet etmeyi teyit eder.” Bu Md. 41, diplomatların ülke içişlerine müdahale edemeyeceğine ilişkin. Yalnız, riayet etmeyi teyit, açıkça ileriye yönelik bir taahhüt terimi ve bu nedenle de daha önce müdahale edildiği izlenimini bırakıyor okuyanda.
Bu metin yayınlanınca, CB Erdoğan istenmeyen adam kararından “vaz geçiyor”. İngilizce bilse bile hemen vaz geçecek çünkü böyle fantastik bir kararın uygulanması kesinlikle im-kan-sız. Atladığı kuyudan çıkmak için derhal bu ipe sarılıyor.
Oysa İngilizce metin şöyle demekte: “… the US notes that it maintains compliance with Article 41…” Maintain compliance with geçmişe yönelik bir terim; biz zaten içişlerine müdahale etmedik, Türkiye’nin demokrasi ve hukuk taahhütlerine uymasını istedik, daha önce bu yaptığımızı ileride de yapmaya devam edeceğiz, demek.
Bu durumda 10 büyükelçide geri bir adım filan yok. Nitekim, son olarak (25 Ekim) ABD Dışişleri Sözcüsü Ned Price’ın açıklaması durumu iyice netleştiriyor:
“18 Ekim'de ortaya koyduğumuz açıklamanın Viyana Sözleşmesinin 41. maddesiyle tutarlı olduğunu dile getiriyoruz. Küresel ölçekte insan haklarına saygı için hukukun üstünlüğünü yaygınlaştırmaya olan bağlılığımızı teyit ediyoruz ve Türkiye ile Viyana Sözleşmesinin 41. maddesine uygun şekilde diyaloğumuzu sürdürmeye devam edeceğiz.”
***
Bizdeki yandaş basın olayı tabii ki “10 ülke tükürdüğünü yaladı” biçiminde verdi. Oysa dünya basını farklı gördü. Üstelik, emekli büyükelçilerimiz de:
Dışişleri eski müsteşarlarından Faruk Loğoğlu: “Büyükelçilerin yaptığı bu açıklama esasında bir geri adım olarak görülemez. Çünkü Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesi hükümlerine uydukları teyit ediliyor” dedi.
AKP kurucularından emekli büyükelçi ve ilk dışişleri bakanı Yaşar Yakış daha net: "Geri adım atan Türkiye'dir. Erdoğan, istenmeyen adam inadını kırmak durumunda kalmıştır. Türkiye'yi bundan böyle kurtaracak olan AİHM kararlarını uygulamak ve Kavala'yı, Demirtaş'ı serbest bırakmaktır."
Yine büyükelçi ve ayrıca AİHM eski yargıcı Dr. Rıza Türmen, 10 büyükelçi bildirisinin niçin verildiğini anlatmakta: “30 Kasım’da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Osman Kavala davası için toplanacak. Büyükelçiler bu toplantıdan önce ‘sen bu kararı uygula’ diyor. Orada, AİHM kararının uygulanıp uygulanmadığı AİHM’ye sorulacak. AİHM ‘Uygulanmadı’ derse Türkiye Avrupa Konseyi’nden ihraç edilir. Siyasi bedelleri çok ağır olur. Batı ile bağlantı kesilir. Türkiye başka bir yere gider.”
***
Bildirinin niçin verildiğine ilaveten, hangi ortamda verildiğini de yazmak lazım çünkü Batılılar tarikat veya kabile devleti olmadıkları için kafa kafaya tokuşmayı sevmezler. Derece derece giderler, suyun yükselmesi gibi. Bikaç örnek:
Ülkedeki vahim insan hakları ihlallerini ele alan Türkiye Mahkemesi (Turkey Tribunal) Eylül’de Cenevre’de toplandı ve tanıklıkları dinleyerek Türkiye hükümetini mahkum etti. Sivil toplum kuruluşu olduğu için resmî değil. Vietnam konusundaki Russell Mahkemesi’ni hatırlatıyor.
Önemli: FATF, Türkiye’yi kara para aklama “gri liste”sine aldı.
Çok önemli: ABD’de Halkbank yolsuzluğunun dava konusu olacağına karar verildi. Zarrab da tanıklık için hazır.
Hepsinden önemli: AB’nin her yıl yayınladığı Ülke Raporu ilk kez Türkiye’yi Suriye’de “işgalci güç” ilan etti.
***
Bunlar, dışarıdan gelmiş uyarıların bir kısmı. İçeriden de var. TÜSİAD “Dünya Adalet Projesi Hukukun Üstünlüğü endeksinde 139 ülke içinde 117. sıradayız” diye uyardı. Hemen TOBB da “Böyle bir kriz görmedik” diye katıldı.
10 büyükelçiden biri olan Finlandiya temsilcisiyle fotoğraf çektiren Abdullah Gül hatırlattı: “O dönemde sayın cumhurbaşkanı hapse girmişti ve biz sosyalistlerin desteğiyle kendisi için hazırladığımız metne 90 imza toplamış, konuyu Avrupa’nın gündemine taşımıştık”.
Dur bakalım bu zihniyet devam ettikçe daha neler çıkacak. Ama şu anda hiç olmazsa CHP 1930’lardan kalma sefil bir ezberi bozmaya başlıyor gibi.