Diyarbakır'da hatırı sayılır Bitlis(li) nüfusu var. Tıpkı çevredeki kimi yerleşkelerden farklı zamanlarda gelip yerleşenler gibi.
Bitlislilere sorarsanız sözleri ortaktır; "muhacirlikte kaçarcasına gelip yerleştik Diyarbekir'e. O, ilk gelenlerden sonra başkaları da takip edip geldiler işte" derler.
Babaları önce 93 harbinde, sonra da 1914'de birinci dünya savaşı yıllarında Bitlis'ten gelip kente yerleşen iki aileden dostturlar Hakkı Tanaman ile Yakup Baloğlu.
1926 yılında kentin Alipaşa mahallesinde doğar Doşo. Kendisinden önce anası dokuz çocuk doğurur. Hiçbiri yaşamaz. Onuncu çocuk olarak Doşo olunca, biraz da kilolu bir çocuk. Komşuluklarında olan Meryemana Süryani Kadim Kilisesinin müştemilat bölümünde yaşayan bir Ermeni komşu kadına gidip gösterir anası küçük Yakup'u. Diğer dokuzu gibi onunda başına bir şey gelmesinden korkar. Komşu kadın "merak etmeyin, bunun her tarafı et, goştodur, doşodur bu, toraman bir çocuk, yaşar" der. Ve o Ermeni komşu kadının yakıştırması ölünceye kadar Doşo'ya ad olur, Yakup adını resmi işlerde hariç, kimseler bilmez!
Ki yıllar sonra kendisine "Doşo adının nerden geldiğini" soranlara; "bir Ermeni komşumuz daha ben bebekken beni görünce bu çocuk gürbüz, güçlü kuvvetli, Doşo bir çocuk demiş ve o gün bugündür adım Doşo kaldı" demiş.
Bitlis muhaciri babası, memleket kimliğine bağlıdır. Oğlu Diyarbekir doğumlu olsa da "geldiğimiz aile köklerimiz, memleketimiz unutulmasın" diye Bitlis nüfusuna yazdırır Doşo dahil tüm aile efradını...
Küçüklüğünde bir terzinin yanında çıraklık yapar. Sonra seyyar gazeteciliğe merak sarar.
Gazete satıcılığı işine merak sarınca aynı yıllarda eski kentin iki ayrı kavşak noktasında birlikte başlarlar gazete bayiliğine. Yetmişli yıllardır ve Suriçi Dağkapıdan başlayıp Mardinkapıya kadar uzanan en uzun ve itibarlı Gazi Caddesinin iki köşesinde; Hakkı usta Suriçi Dörtyol'da Onur Palas Oteli'nin köşesinde, Doşo ise Dağkapı meydanına bakan noktada başlarlar gazete işine...
Kızı Nazlı'nın babasından aktardığına göre; Doşo önceleri meyve kasaları üzerinde, sonra tahtadan kerevetler üzerinde, daha sonra da İşte o malum ölünceye kadar kaderi olan büfede sürdürür gazete bayiliği işini.
Marangoz Fuat İplikçi'nin oğlu Tevfik ise; "Doşo, gazete bayi kulübesini hem şair hem de gazete satıcısı Sezai Yılmaz'dan devraldı" diye anlatır.
Sezai Yılmaz'ı yabana atmayın, iyi şairdir. Sonradan Doşo'ya yadigar kalacak küçücük kulübe nice ayak üzeri şiir muhabbetlerine mekânlık etmiştir, tanığı Mehmet Mercan'dır.
İşte, Doşodan önce mekânın sahibi Sezai Yılmaz'ın şiirlerinden biri.
"Bir kahveye oturmaya göreyim
Sevdam depreşir pikabın plağında
Bunca türkülerden gönlümcesi
'Şerbet, senin dudağında dilinde...'
Hatırası başka başka her türkümün,
Elimde kadeh olunca görme.
Bütün günahlarım boynuma yar,
'Beni görüp yüzün öte döndürme...'
Hayli sonra Sezai Yılmaz Ankara-Diyarbakır yolunda trafik kazasında vefat eder.
Muhtemelen Doşo'nun kasa ve kerevetlerden mürekkep tezgahının Sezai Yılmaz'ın büfesi ile buluşmuş yeni halidir Doşo'nun gazete bayii mekânı.
İşte iki dostun bu gazete bayiliği serüveninde talih bu ya! Yaver gider ve tez zamanda Hakkı usta(Tanaman) o yıllarda adı GAMEDA(gazete-mecmua dağıtım) olan (şimdilerde YAYSAT) ana bayi olur. Doşo ise ömrü billah yerinde tali bayi olarak kalır.
Doşo iyi iş yapan bir gazete bayidir o yıllarda.1972-76 yılları arasında öğretmen okulunda öğrenci iken Doşo'nun yanında çalışan Tekin İzgezer'in ifadesiyle "hesap kitap bilmez, parayla pulla işi olmaz. Hep yalnız, sakin, 'kızdırılmadıkça' kimseye kızmayan, kim kendinden borç para isterse çıkarıp veren" bir adamdır Doşo.
Sonraki yıllarda arada bir biriken gazete borcunu ödeyemediği için Hakkı ustanın çocukları YAYSAT'tan gazete vermeyi keserler. Hakkı usta kızar çocuklarına "bakın" der "biz Doşo ile aynı zamanlarda başladık gazete bayiliğine, şans bize güldü 'ana bayi' olduk. Doşo tali bayi olarak yerinde kaldı. Siz onun çocukları da olabilirdiniz. Bu sebeple gazete parasını zamanında ödeyemese de onun gazetesini sakın kesmeyin. Hakkımı size helal etmem, bilesiniz!"
Ödeme yapamamasının ya da ödeyememesinin gerekçeleri de vardı elbette. Doşo hesap kitap bilmezliği nedeniyle adeta günübirlik yaşardı.
O yılların Dağkapı ve Suriçi Dörtyol'u; gazeteci Ramazan Yavuz'un tabiriyle adeta "şehrin Babıalisi" idi. Kentteki bütün ulusal ve yerel gazetelerin büroları o civardaydı. Birçoğu da günlük gazetelerini Doşo'dan alırlardı.
Ayrıca kentte hayli sayıda olan "Siyasi" dernekler de bedelini daha sonra ödemek üzere günlük gazetelerini Doşo'dan alırlardı. Ödemeleri de insaflarına kalırdı. Doşo onlardan zamanında para alamayınca ödemelerini de zamanında yapamazdı. Ama geç de olsa öderdi.
Yine çırağı Tekin İzgezer'in anlatımını doğrulayan kızı Nazlı'nın, babası Doşo'nun ölümünden epey sonra evlerine ziyarete gelen eski bir çırak; bir miktar parayı Doşo'nun eşine verip "ana hakkınızı helal edin, ben Doşo abinin yanında çalışırken çok parasını çaldım ve yedim" der.
Doşo'nun çeyrek biletine milli piyangodan iyi bir ikramiye çıkar 70'li yılların sonunda ,dostu arkadaşı Hakkı Tanaman "sana kalsa bu parayı çar-çur edersin" der ve elinden tutup önce doşoya lise caddesinde bir ev satın aldırır o parayla, sonra da 1978 Aralık ayında baş göz edip evlendirir.
Doşo, 70'li yılların popüler siyasetçisi Bülent Ecevit hayranıydı. Ecevit dediysek siz "Karaoğlan" anlayın. Hani Ecevit'in mavi gömlekli kalın siyah bıyıklı ve "umudumuz Karaoğlan" olduğu yetmişli yıllar.
Aslında Doşo'nun Ecevit hayranlığı CHP'li oluşundan kaynaklanıyordu. Büfesinin duvarında İsmet İnönü'nün rengi soluk fotoğrafı hep dururdu da, yetmişli yılların ikinci yarısında bu kez küçücük büfenin camına bir de mavi gömlekli Ecevit fotoğrafını asmıştı. O büfe yıkılıncaya kadar da o fotoğraf hiç inmedi.
Koyu Fenerbahçeliydi, bir de daha Diyarbakırspor altmışlı yılların ikinci yarısında kurulmadan çok önce kentin spor siciline düşmüş bir kaç yerel takımından biri olan Aysporu tutardı.
1977 yerel seçimlerinde Mehdi Zana Diyarbakır belediye başkanlığını kazanmıştı. Doşo, Zana'ya oy vermemiş her zaman olduğu gibi CHP'yi desteklemişti. Bunu bilen Başkan Mehdi Zana biraz da "muziplik" olsun Doşo kızsın diye sık sık Doşo'ya zabıtaları gönderip "büfenin yıkım kararı var kaldıracağız" derlerdi.
Her defasında komşusu dostu rahmetli Mahmut Erdinç'i yanına katıp belediyeye giderdi Doşo, dayanırdı Belediye Başkanı Zana'nın kapısına ve "ma babam bêle oli!" derdi! Zana'da "hadi Mahmut'un hatırına affettik, bu defa da erteledik" dediğinin tanığı o yıllarda Başkan Zana'nın en yakınındakilerden Aydın Hasar'dır.
Paris'te yaşayan Diyarbekir'li akademisyen Şeyhmus Güzel Doşo'yu anlatan bir yazı yazar 90'lı yıllarda. Yazıyı ünlü resim sanatçısı Abidin Dino okur. Diyarbakır'da Doşo'nun kulübesinde bir sergi açmak isteğini dile getirir.
O yıllarda Diyarbakır'da olan Yılmaz Odabaşı, Doşo'ya konuyu açar ve Abidin Dino'nun ününden filan söz eder. Doşo; "yok babam yok ne Abdo Dino'si ne hâl, o bizim mahlenin delisidir. Oni, eyi tanıram. Bax soyadı da Dîno'dur, yani delidir zaten. Onda para ne gezer. Hem para gazetede var, resimde para ne gezer, baxilar geçiler!" der.
Öztekin Çaçan anlatmıştı o yılların GAMEDA çalışanı Hüseyin'in tanıklığıyla; 80'li yıllarda Tursil Markasının bir kampanyası nedeniyle Emel Sayın'ın da içinde yer aldığı bir grup kente gelir. O yıllar, kimi gazetelerin temizlik ürünlerini promosyon olarak gazete ile verdiği yıllardır. Doşo'nun büfesi yoğun uğrak yeri ve kentin Dağkapı meydanında olduğundan Doşo'nun evine kampanya kapsamında ziyarete giderler.
Emel Sayın, sorar Doşo'ya; "Çamaşırları yıkarken ne kullanıyorsunuz?", Doşo "Sabun" diye cevap verir...
Sonrasında Evde çamaşır makinası olmadığı anlaşılır ve Emel Sayın kampanyayı yürüten firmadan Doşoya "Çamaşır makinası" sözü alır...
Bunun üzerine Doşo "bundan sonra banyoda yıkanırken bile tursil kullanacağım söz" diye Emel Sayın'a takılır...Basarlar kahkahayı.
78 kuşağı ile sanki gönülden arkadaştı Doşo.
Pek kızan biri olmasa da bam teline basıp Doşoyu kızdırmak kentin mukallit simalarınca bir ritüeldi adeta.
Ecevit'e laf atmak, Fenerbahçe iyi oynamamış ve o hafta yenilmişse Doşoya Fenerbahçe üzerinden takılmak, kızması için yeter sebepti. "Senin eco'ya(Ecevit) ne oldi Doşo, eskiden güvercindi, şimdi karga oldi haa!" derlerdi, "ula oğlım o erkek adamdır, erkek ha!" derdi Doşo.
"Muhalif dergiler gazeteler" satıyor diye öldüresiye dövüp kafasını satırla yarmıştılar 1990'ların başında. Doksanlı yılların ilk yarısı coğrafyada "faili meçhul" cinayetlerin kol gezdiği zor yıllar!
Hurdahaş olmuş bedeni bir saat yerde kalır. Hastaneye götürürler. Tedavisi yapılıp, başını sararlar. Hastaneden ayrıldığı gün; "Ula ben ecevitçiyem, siz necisiz!" deyip yaralı kafasına şapkasını geçirip tekrar işinin başına döner.
İstanbul'a gider bir ara, Diyarbakır'dan tanıdığı Aydın Hasar'a uğrar. "Elim bu aralar dar, biraz paraya ihtiyacım var" der.
Aydın; "şu an müsait değilim ama bir kaç güne kadar ya sana Mahmut Erdinç aracılığıyla yollarım, ya da anam yakında Diyarbakır'a gelecek. Onunla sana para yollarım" diye cevap verir.
Doşo döner Diyarbakır'a ve Mahmut Erdinç "para işi ne oldu" diye merak edip sorunca; "valla bilmiyem, ya para yollayacağını ya da anasını yollayacağını söyledi" der ve Mahmut basar kahkahayı...
Yeğenlerinden biri İsmet Rıza Baloğlu'nun yıllar sonra yerinde ifadesi ile "belki okumamıştı ama o tam bir sosyalistti, bu düşünceyi tam anlamıyla temsil ediyordu" der Doşo için...
Kızı Nazlı bu kuzen tespitini doğrularcasına "babam demokrat bir adamdı. İşinde de demokrattı. Sattığı gazeteler, dergiler arasında ayrım yapmazdı. Ölümünden sonra, biri 'Doşo, bazı gazeteleri saklar satmazdı' diye yazmıştı. Okuyunca çok üzülmüştüm. Babamın benimle siyasi görüşleri aynı değildi, ama bana istediğim dergi, gazete ve kitapları bizzat kendi elleriyle okumam için getirirdi" der.
Otuz yıl boyunca onca belediye başkanı, vali, bürokrat, milletvekili, siyasetçi geçti kentin sicilinden de, Doşo orada, dağkapıdaki hepi topu bir kaç metrekarelik kırık dökük kulübesinde hep durdu. Dağkapı burcunun karşısındaki büfesinde durdu, yaz, kış dört mevsim 12 ay tam otuz yıldan fazla...
Nasıl, nereden, ne zaman gelip hayatlarımızın bam teline hergün bir / birkaç günlük gazete ya da mecmuayla merhaba etti kimseler bilmez! Ama o yılların Diyarbekirinde yaşayan ve okur olarak yolu Doşo ile kesişen her bireyin Doşo ile ilgili mutlaka bir hatırası vardır...
Sonra, sonra 2005 yılında sessiz sedasız "hadi bana eyvallah!" bile demeden, hatta birçoğumuzun da hiç haberi olmadan çekip gitti hayatlarımızdan Doşo...
Çoğumuz gerçek adını dahi bilmedi belki Doşo'nun...
Ailesinin sitemi ile sessiz, sahipsiz, arayanı soranı olmadan; aile fertlerinin dışında kimselerin son günlerinde hastanede dahi sormadan öte yakaya göçüşünün hüznüdür Doşodan geriye kalan!
Vefatının hemen ertesinde taziyesine gelen adı bende saklı hemen bitişiğindeki ve pek anlaşamadıkları ifade edilen bir başka büfe sahibi komşusunun sözleri manidardır: "Doşo, yaşarken ben sana çok haksızlık ettim. Hakkını helal et..."
Hem, siz bakmayın benim "Doşo" diye yazmama! Bizim kuşağın hemen tümünün "Doşo abisi" idi o...
Doşo, sevgili Doktor İbrahim Halil Kağar'ın yerinde vurgusuyla içinde hiç ama hiç "büyümeyen bir çocuk"su naiflikti. Nevi şahsına münhasır Diyarbekir'li tipinin belki de nadir son örneklerinden biriydi.
Doşo, hüzün dolu bakışların adamıydı. O insani, mahzun ve kelamı gözlerine mahpus bakışı, onun olmazsa olmazıydı...
Ve belki o malum şarkıyı hep kendine söyledi Doşo, nam-ı diğer Yakup!
"Ben bir Yakub idim kendi halımda,
Mevlanın kelamı vardı dilimde"...