Bilkent Toplantısı, 2019 yerel seçimlerinde seçim ittifakı yapmak üzere bir araya gelen muhalefetin Cumhur İttifakı kadar net ve güçlü olmasa da demokratik rejime dönüşü esas alan bir tür siyasi blok oluşturabileceğini gösterdi. Ancak Toplantı, iki büyük sorunun yanıtını vermiş değil. Sorulardan ilki muhalefetin cumhurbaşkanı adayıyla, ikincisi muhalefetin HDP’yle ‘ne yapacağıyla’ ilgili.
Ukrayna savaşının gölgesinde kalmasaydı daha iyi olurdu ama her halükârda 2023 seçimleri öncesinin kilometre taşlarından biri oldu 28 Şubat’taki toplantı. Altı muhalefet partisi 2023 sonrası için vaat ettikleri hükümet sistemini sıkı bir metinle ve iyi bir lansmanla duyurdu. Bilkent Toplantısıyla beraber 2023 seçimlerine giden yolda bir evre geride kalırken, seçim öncesinin kritik sorularından biri de cevaplanmış oldu. Henüz cevaplanmamış soruların önemini artırıp, iki de önemli riske kapı aralayarak ya da zaten var olan iki riski büyüterek. Kapı aralanan risklere ve cevabı verilen ve henüz cevaplanmayan sorulara geçmeden evvel 48 sayfalık metne dair birkaç şey söylemek istiyorum.
Yukarıda dediğim üzere, sıkı, iyi kaleme alınmış bir metin ortaya çıkmış. Hem içerik hem de biçim itibarıyla. Maruz kaldığımız tek adam rejiminin dayanağı olan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine alternatif bir hükümet sistemini mümkün kılacak, pek çoğu uzun zamandır konuşulan, tartışılan hukuki düzenleme net ve anlaşılır biçimde aktarılmış. Sağlam bir mantık örgüsüyle, lafı dolandırmadan ve iyi bir Türkçeyle. Bu itibarla, “şimdilik görmezden gelinebilir” denilebilecek önemli eksikliklerine rağmen, cömert bir övgüyü hak ediyor metin. Türkiye demokrasisinin cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, adalet ve liyakat gibi çok konuşulanların dışında kalan temel meselelerine dair bir iki zayıf göndermeden başka bir şey olmaması elbette önemli bir eksiklik. Ama, dediğim gibi, “mevzu henüz oraya gelmemiştir” denilerek şimdilik ya da bir süre daha görmezden gelinebilir bir eksiklik.
Toplantı ve metinle hangi sorunun cevaplandığına, önemi artmış sorulara ve oluşan ya da büyüyen risklere gelince…
Bir Cevap
Bilkent Toplantısı’yla cevabı verilen soru şu: (HDP harici) muhalefet bir araya gelip, bir siyasi blok oluşturabilir mi? Toplantı, 2019 yerel seçimlerinde seçim ittifakı yapmak üzere bir araya gelen muhalefetin Cumhur İttifakı kadar net ve güçlü olmasa da demokratik rejime dönüşü esas alan bir tür siyasi blok oluşturabileceğini gösterdi. Ekonomi ve dış politika alanlarında varılacak başka uzlaşmalarla desteklenecek görünen güçlendirilmiş parlamenter sistem uzlaşmasıyla en az üç farklı siyasi geleneği temsil eden altı siyasi parti, demokrasiye dönüş paydasında bir tür bir cephe kurmuş oldu. Bilkent Toplantısıyla kesinleşen bu durum, çoktandır işaretleri verildiğinden sürpriz değildi elbette ama az önemli de değildi. Hele de uzlaşmanın siyasi tarihimizdeki zayıflığını ve içine düştüğümüz belanın büyüklüğünü düşününce.
Öte yandan, muhalefetin demokratik rejime dönüşü esas alan bir siyasi blok kurabilmiş olması bir açıdan epey bir şey olmakla beraber başka bir açıdan ne yazık ki çok da bir şey değil. Münhasıran “2023 seçimlerinde Cumhur İttifakı’nı ve Erdoğan’ı yenmek” perspektifinden bakıldığında toplantı sonrasında oluşan durum “kaldı üç nal bir de at” durumu değil elbette ama “bitti bu iş” durumu hiç değil. Değil, çünkü Bilkent Toplantısının ardından muhalefetin önündeki cevap bekleyen sorular, cevabı verilenden daha önemli. Daha önemli çünkü, bu soruların nasıl cevaplanacağı hem seçimlerin kazanılmasına hem de seçim sonrası durumun nasıl şekilleneceğine dair önemli risklere kapı aralıyor ya da zaten var olan riskleri büyütüyor.
İki Soru, İki Risk
Biri diğerinden bağımsız değil ama cevabı verilmemiş sorulardan ilki muhalefetin cumhurbaşkanı adayıyla, ikincisi muhalefetin HDP’yle ‘ne yapacağıyla’ ilgili. Cumhurbaşkanı adayıyla ilgili soru sıradan: Aday kim olacak? Bu soru bugün ortaya çıkmış değil malum, uzun zamandır soruluyor ve son zamanlarda artık neredeyse sadece iki yan soruyu ima ederek soruluyor: Gösterilecek aday esas olarak ‘seçilecek’ biri mi olacak, yoksa başkanlık yapmayacak biri mi? Soru önemsiz değil çünkü Erdoğan karşısında “seçilebilecek birini aday göstermek lazım” demenin anlaşılmaz bir tarafı yok. Aday seçilebilir biri olmadığı takdirde seçimleri kaybetme ve Erdoğan’la devam etme ihtimali var. Öte yandan “başkanlık yapmayacak birini aday göstermek lazım” demenin de anlaşılmaz bir tarafı yok çünkü başkanlık yapacak biri seçildiği takdirde bir Erdoğan türeviyle baş başa kalmak ihtimali var.
Bilkent Toplantısının ardından henüz cevaplanmamış ilk soru bu ve fakat Bilkent Toplantısının yapılmış olması, bu sorunun nasıl yanıtlanabileceğine dair bir eğilimi güçlendirip, bir riski büyütebilir görünüyor. Güçlenebilecek eğilim malum: Başkanlık yapmayacak bir adayda uzlaşmak. Bilkent Toplantısıyla beraber “Altı siyasi partinin uzlaşıp bir siyasi blok kurabilmiş olması, seçmenlerde Cumhur İttifakı’na denk gelebilecek bir karşı ittifak oluştuğu duygusunu yaratmıştır” varsayımından hareketle muhalefetin adayının seçilmeme riskinin azaldığı düşünülüp başkanlık yapmayacak bir cumhurbaşkanı adayında uzlaşmak eğilimi güçlenebilir. Bir açıdan anlaşılabilir olmakla beraber Bilkent Toplantısıyla beraber muhalefetin adayının seçilememe riski ortadan kalkmış değil. Aslında, çok olağanüstü bir durum olmadıkça seçimlere kadar bu riskin kesinkes ortadan kalkması da pek mümkün değil. Bu itibarla, Bilkent Toplantısının ardından büyüyen ilk risk bu: “Cumhurbaşkanı adayı seçilebilir biri mi, başkanlık yapmayacak biri mi olsun” sorusuna cevaben ikincisi diye karar alıp seçimleri kaybetmek.
Muhalefet ve HDP
Cevaplanmamış ikinci soru da muhalefetle HDP arasında cumhurbaşkanı adayı ve adayın programına dair bir müzakere olup olmayacağıyla ilgili. Bir açıdan bakıldığında, buradaki manzara net, başka bir açıdan bakıldığındaysa hiç değil. “Bir blok olarak muhalefetin HDP’yle ilişkisi ne olacak” sorusuna muhalefet cenahından şimdiye kadar verilen cevaplardan anlaşılan şu: “İlk turda biz yolumuza, HDP yoluna. İkinci turda HDP de bizim yolumuza.” Diğer bir deyişle, “Bir blok olarak muhalefetin HDP’yle ilişkisi ne olacak” sorusuna verilen esas yanıt şu: Bir ilişki olmayacak, HDP ilk turda kendi adayını gösterecek, ikinci turda da (mecburen) bizim adayımızı destekleyecek. Tercümesi: muhalefet HDP’yle ne adayı ne de programını görüşecek ama HDP, muhalefetin kendisiyle müzakere etmeden kararlaştırdığı adayı ve programı destekleyecek. Muhalefetle HDP arasındaki ilişki nasıl olacak sorusuna belli bir açıdan bakıldığında verilen cevap bu ve oldukça net görünüyor.
Ancak aynı soruya başka bir açıdan bakıldığında, verilen cevap o kadar net değil. Muhalefetle HDP arasındaki ilişki bu altı partinin oluşturduğu blokla HDP arasındaki bir ilişki olarak değil de, bloku oluşturan partilerle HDP arasındaki ilişkiler ve blokun cumhurbaşkanı adayıyla HDP’nin ilişkisi şeklinde düşünüldüğünde, ortada yukarıdaki kadar net bir manzara yok. Malum, İYİ Parti ve Demokrat Parti haricindeki dört muhalefet partisinin HDP’yle görüşmek, müzakere etmek konusunda net bir itirazları yok. Bu dört parti değişen biçimlerde Kürt meselesinin çözülmediğini, çözülmesi için bir şeylerin yapılması gerektiğini kabul ettikleri gibi HDP’yle görüşüyorlar ve Bilkent Toplantısının ardından Kılıçdaroğlu, HDP’yle görüşmeye devam edeceklerini belirtti. Bu durum, muhalefetle HDP arasındaki ilişkiye dair şöyle bir soruya kapı aralıyor: Muhalefetin tamamının değil ama itiraz etmeyenlerinin ya da muhalefetin cumhurbaşkanı adayının HDP’yle yürüttüğü bir müzakereden, muhalefetle HDP’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerinde birlikte hareket etmesini mümkün kılacak bir çerçeve çıkar mı? Bu sorunun ima ettiği belirsizlik sürdükçe, muhalefetle HDP arasındaki ilişkiler ne olacak sorusuna net bir yanıt vermek mümkün değil.
Öte yandan, muhalefetle HDP arasındaki ilişkide farklı yollardan ilerleme ihtimali olmakla beraber, Bilkent Toplantısının ardından oluşan manzaranın sebep olduğu özgüvenle beraber HDP’yle müzakere etme seçeneği kesinkes dışarıda bırakılabilir. Toplantının ardından oluşan havanın etkisiyle muhalefet bloku “aslında HDP’ye ihtiyacımız kalmıyor” fikrine kapılarak ya da “ikinci turda Erdoğan ve muhalefetin adayı seçenekleriyle baş başa kalınca HDP’liler nasılsa ikincisini tercih eder” fikrinde ısrar ederek HDP’yle müzakere seçeneğinden uzaklaşabilir.
Bilkent Toplantısının kapı araladığı ya da büyüttüğü ikinci risk de bu ve aslında ilkinden de büyük bir risk ve temelsiz bir hesaba dayanıyor. İlkinden de büyük çünkü, kamuoyu yoklamalarından da anlaşılıyor ki, olur da HDP tarafından da desteklenirse, başkanlık yapmayacak bir adayın cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanması ihtimali az değil. Buna mukabil, HDP tarafından da desteklenmediği takdirde seçilebilir adayın bile Erdoğan karşısında kazanma ihtimali çok zayıf. Zayıf çünkü, muhalefetin HDP’nin desteği alınmadan saptanan bir adayın seçimleri kazanabileceği varsayımı şu tespite dayanıyor: “İlk turda HDP kendi adayıyla yarışır, seçimler ikinci tura kalır, ikinci turda HDP seçmenleri muhalefetin adayına destek verir, seçimleri muhalefetin adayı kazanır.”
Halbuki, seçimler ikinci tura kalsa bile, parlamento seçimleri tamamlanmış olacağı ve HDP alabileceğini aşağı yukarı almış olacağı için, HDP seçmenleri partileriyle müzakereye tenezzül edilmeden saptanan bir adayı destekleme hevesinde olurlar mı, burası muamma. Bu muammaya rağmen muhalefet şuna güveniyor olsa gerek: HDP seçmeninin Erdoğan’a karşı hissettikleri, muhalefet tarafından dışlanmış olmanın yaratacağı hislere galebe çalar ve HDP’liler muhalefetin adayını destekler. Tümden temelsiz olmamakla beraber buradaki sorun şu: HDP seçmeninin ne kadarı bu net hissiyata kapılmaz da ikinci turda muhalefetin adayını desteklemek yerine oy kullanmamayı tercih eder, bunu bilmek mümkün değil. Birazı bile bunu yapsa muhalefetin adayının seçimleri kazanması mümkün olmayabilir. Kaldı ki, bütün bu süreç yaşanırken HDP seçmeninin kararlarını etkilemesi muhtemel aktörlerin neler yapacağını da bugünden kestirmek zor.
Öte yandan, bütün bu hesabın daha büyük yanlışı şu: HDP, kapatılma ve benzeri gelişmelerden ötürü seçmeninin tamamının teveccühüne mazhar olacak bir aday saptayamayabilir. Bu durumda HDP seçmeni muhtemelen büyük bir sürpriz yapmaz, lakin yapılacak ‘orta ölçekli’ bir sürpriz bile seçimlerin ilk turda Erdoğan lehine sonuçlanmasının önünü açabilir. Hele de muhalefet seçilebilir bir adaydansa başkanlık yapmayacak bir adayla seçime girmiş olursa. Diğer bir deyişle, muhalefetin örtük olarak HDP’ye yaptığı “ilk turda herkes kendi adayıyla girsin ikinci turda bizim adayı destekleyin” teklifi, ikinci turu garanti görmesi hasebiyle büyük bir risk içeriyor. Oysa şunu görmekte fayda var: İlk tur öncesinde HDP’yle müzakere edip, HDP seçmeninin desteğini alarak seçime gidilmezse HDP’yle seçmeni arasındaki ilişkinin disiplinini bozabilecek manipülasyonların önü ardında kadar açılmış olacak.
Hülasa, Bilkent Toplantısı bir önemli soruyu cevaplamış olmakla beraber iki büyük sorunun yanıtını vermiş değil ve zaten mevcut olan iki riski de büyütecek görünüyor. Oysa, her iki riski de gidermenin yolu var ve lakin muhalefetin iki kararlı adım atmasını, iki kararlı cevap vermesini gerektiriyor: 1. Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş taahhüdünde bulunacak bir seçilebilir adayda ortaklaşmak, 2. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini mümkünse bir blok olarak, değilse ortak aday ya da muhalefet bileşenleri vasıtasıyla HDP’yle müzakere etmek.