Mustafa Özçelik
İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener yaptığı son açıklamada, "Biz geçmişimizde siyasi cinayetlere şahit olduk, ama mertçeydi" diyor.
Meral Akşener’in ‘’mertçe siyasi cinayet’’ dediği cinayetler, 1990’lı yıllarda ‘’faili meçhul’’ olarak ifadelendirilen, ama aslında Türkiye Devleti’nin gerçekleştirmiş olduğu 17.000 cinayettir. Katledilenlerin büyük çoğunluğu Kürt yurtsever insanlarıydı ve çok sayıda Türk sol, demokrat insan da katledilmişti. Meral Akşener’in bu sözleri, O’nun Kürt düşmanı ve faşist yüzünü dışa vuruyor.
Ama, Meral Akşener’in bu sözleri, aslında iktidarı ve muhalefetiyle Türk Devlet partilerinin gerçekliğini bir kez daha bizlere hatırlatıyor.
Bir yandan, TRT-KURDİ, Kürtçe Seçmeli Ders, Kürt Dili ve Edebiyetı Bölümleri için adım atan; ama şimdi bu attığı adımlardan pişman olmuşçasına, dolu dizgin Kürt karşıtı bir siyaset izleyen AK Parti ve Erdoğan gerçekliği ile karşı karşıyayız.
Diğer yandan ise, 14 Mayıs seçimlerinde AK Parti ve Erdoğan’a alternatif olarak sunulan, daha sonra dağılan Millet İttifakı’nın en büyük iki bileşeni olarak CHP ve İyi Parti’nin tutum ve söylemleri….
Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkanı olduğu dönemde, 14 Mayıs 2023 Seçimlerinde MHP’den de daha ırkçı-faşist, Kürt düşmanı niteliklere sahip olan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile gizli bir protokol imzalıyor.
Kürtlerin, salt ‘’Erdoğan’a dur demek için’’ büyük bir destek verdikleri İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, seçildikten sonra Diyarbakır’a yaptığı gezide Kürtlere Atatürk Posteri hediye ediyor ve belediye başkanı seçildiği 2019’dan bu yana Kürt dili, kültürü için neredeyse hiç bir adım atmıyor.
Meral Akşener, "Biz geçmişimizde siyasi cinayetlere şahit olduk, ama mertçeydi" diyor ve her seferinde Kürt düşmanlığını dışa vuruyor.
Yani 14 Mayıs 2023 Parlamento Seçimleri de, 2019 Belediye Seçimleri de, Kılıçdaroğlu’nun Ümit Özdağ ile olan protokolü ve Meral Akşener’in sözleri de, salt Erdoğan gitsin diye, CHP ve İyi Parti ve gizli ortakları Zafer Partisi’nin iktidara gelmeleri durumunda nasıl bir tablo ile karşı karşıya kalacağımızı tartışmasız bir şekilde gözler önüne seriyor aslında.
Yaşam, iktidarıyla, muhalefetiyle Türk Devlet partilerinin, konu özellikle Kürtler olunca, birbirlerinden fazla bir farklarının olmadığını ne kadar da şeffaf bir şekilde kanıtlıyor değil mi?
Bu nedenle, şu ya da bu parti ile diyalog, işbirliği, destek değerlendirilirken, herşeyden önce Kürtlerin aşağıda dile getirmiş olduğum en temel, acil taleplerine karşı alacakları tutumun, hem iktidar, hem muhalefetteki tüm partilerin gerçek niteliklerini test eden bir turnusol görevi göreceği açıktır:
--Kürt kimliğinin, Kürtçe ana dille eğitim hakkının ve Kürtçenin resmi dil olarak kabulünün, düşünce, ifade, inanç ve örgütlenme özgürlüğünün anayasa ve ilgili tüm yasalarda garantiye alınması.
--Kürdistan ismi üzerindeki tüm yasakların kaldırılması, Kürdistan isimli parti ve sivil toplum kurumlarının kurulabilmesi.
--Kürtçe yerleşim yerlerinin Türkçe isimlerle birlikte kullanılmasını sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılması.
--Mezar yerleri bilinmeyen Şeyh Sait, Cıbranlı Halit Bey, Seyid Rıza, Saidi Nursi ve tüm Kürt ileri gelenlerinin mezar yerlerinin açıklanması.
--Türkiye Devleti’nin imzalamış olduğu tüm uluslararası anlaşmalara koymuş olduğu şerhleri kaldrılması, bu anlaşmaların gereklerini yerine getirmesi.
Evet, hiç uzaklara gitmeye gerek yok; Kürtlerin bu taleplerine olumlu yaklaşım mı gösteriyor; yoksa olumsuz bir yaklaşım mı? İşte bir partiyi değerlendirmemizi sağlayan ilk ipucu bu acil taleplere yaklaşım tarzıdır.
Kürtlerin bu temel, acil taleplerine olumlu bir yaklaşım göstermeyen, bunu program ve seçim deklerasyonlarına almayan; ‘’faili meçhul cinayetler’’I savunan, Kürt düşmanı ırkçı, faşist, partilerle işbirliği ve protokol yapan parti/ partilerin, özgürlükten, adeletten, demokrasiden, insan haklarından, evrensel değerlerden, eşitlikten, kardeşlikten, empatiden, islami, sol ya da liberal değerlerden, çağdaş, katılımcı bir belediyecilik ve yönetimden bahs etmesi inandırıcı olabilir mi?
Kürtlerin bu temel, acil taleplerine olumlu bir yaklaşım göstermeyen, bunu program ve seçim deklerasyonuna almayan partileri, ırkçı, faşist Kürt düşmanı partilerle işbirliği ve protokol yapan partileri, salt bir takım kişisel ya da grupsal çıkarlar için halkımıza umut olarak gösteren ya da destekleyen; ve siyaseti salt bir takım kişisel ya da grupsal çıkarlara indirgeyen siyasal parti ve kesimler, Kürtleri temsil edebilirler mi, sorunların çözüm yolunu açabilirler mi?
Evet, aslında yaşam bütün bu soruların cevabını tartışmasız bir şekilde bizlere veriyor. Ve yine yaşam, aslında madalyonun diğer yüzünde, Kürtler olarak bizlerin içinde bulunduğu acı gerçekliği de bizlere gösteriyor.
Evet, durum çok açık ve nettir. Öncelikle biz Kürtler olarak, kendi temel, acil taleplerimiz etrafında kenetlenip, istikrarlı, kararlı bir duruş sergilemezsek; bu talepleri en geniş kitlelere mal edemezsek; Kürtlerin varlığını, haklarını, taleplerini yok sayan partilere karşı, kişisel, grupsal dar çıkarlardan uzak dik, kişilikli bir duruş sergilemezsek; iktidar ya da muhalefetteki hiç bir partinin en küçük bir adımı bile atmayacağını yaşam tartışmasız bir şekilde bizlere gösteriyor, öğretiyor.