Birinci Dünya Savaşı’ndan Sevr’e kadarki süreçte Kürdler-2

Seîd Veroj

Tekrar Mondros Antlaşması’nın sonrası döneme ve Kuzey Kürdistan’daki sürece dönersek; “Sultan Mehmed Vahdeddin Anadolu’da milli bir kuvvet hazırlamayı düşünmüş ve bu kuvveti vücuda getirmek için, güvendiklerinin telkinleriyle yaverlerinden Mirliva Mustafa Kemal Paşa’yı geniş yetkiler ve özel talimatla (galip devletlerin İstanbul’da bulunan mümessillerinin malumatı olmaksızın) gizlice Anadolu’ya göndermişti.”[1] Mustafa Kemal “19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaştıktan kısa süre sonra Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki bazı Kürt aşiret reislerine telgraflar çekmiştir. Telgraflarında kendisinin sultan tarafından atandığını yakın bir zamanda Kürdistan’ı ziyaret etmek istediğini söylüyor, aynı zamanda ülkenin işgalci güçlerden kurtuluşu için onlardan destek istiyordu.

Osmanlı Meclis-i Mebusan ve Diyarbakır’daki Kürt Kulübü’nün üyesi Kamil Bey’e ve Diyarbakır’lı Cemil Paşazade’ye çektiği telgraflarda, İngiltere’nin bağımsız Kürdistan’ı Ermeni çıkarlarına kurban etmeye çalıştığını, halbuki Kürtlerin ve Türklerin kardeş olduğunu söyledikten sonra ‘Bizim varlığımızın Kürt’lerin, Türk’lerin ve bütün Müslümanların yardımına ihtiyacı var. Genel olarak hepimiz bağımsızlığımızı korumalıyız ve ülkemizin bölünmesine izin vermemeliyiz. Ben Kürt’lere, Osmanlı devletinin parçalanmaması şartı ile, onların gelişmesine ve ilerlemesine vesile olacak bütün hukuk ve imtiyazın verilmesinin de yanındayım”[2] diyordu.

Resmi ideolojinin iddia ettiği gibi Mustafa Kemal’in İstanbul’dan Samsun’a gidişi, ne işgale karşı bir başkaldırı idi ve ne de emperyal güçlere karşı bir direniş idi. “Mirliva Mustafa Kemal Paşa’yı Anadolu’ya gönderen Damad Ferid Paşa hükümeti idi, kuvvet veren de Sultan Mehmed Vahdeddin hazretleri idi. Verilen vazife zahiren ordu müfettişi, hakikatte ordu haricinde bir ihtiyat kuvveti hazırlaması idi.”[3] Bu görevlendirme için Vahdettin tarafından Mustafa Kemal’e verilen yetkiler, Osmanlı tarihi boyunca çok az kişiye verilmiştir.

Mirliva Mustafa Kemal Samsun’dan Kürt şahsiyetlerine ve aşiret liderlerine telgraflar çekip bir önyoklama yapar, oradan Amasya’ya gider ve ağırlıklı olarak askeri kadroların katılımıyla bir dizi karar alınır. O, Amasya’da iken, bölgede işgal güçlerine karşı var olan rahatsızlık nedeniyle arayış içerisinde olan şahsiyet ve grupların Erzurum’da “Vilayat-ı Şarkiye-i Müdafa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında bir ortak toplantı düzenleyeceklerini haber aldığında, girişimlerine bir sivil taban oluşturmak amacıyla asker arkadaşlarıyla birlikte Erzurum toplantısına katılıp elinde bulunan Babıâli’nin “hat-ı hümayun”u kararını göstererek inisiyatifi ele almak istiyor ve böylece kongrenin başkanlığına geçmiş oluyor. Erzurum Kongresi 23 Temmuz 1919’da başlar ve bir hafta devam eder. Bu toplantının M. Kemal açısında en önemli özeliği, grubu içerisinde bir lider pozisyonuyla öne çıkmasına yolaçıyor.

Erzrum Kongresi toplandığı süreçte Kürdler içerisinde bir belirsizlik ve kafa karışıklığı vardır; Kürdler bu toplantıya fazla bir önem vermezler ve Kürdler adına kongreye doğrudan ve üst düzey bir katılım da olmamıştır ancak yine de sonuç beyannamesinin yayımlanmasını beklerler. Çünkü Kürdlerin önemli bir kesimi ümitlerini Wilson Prensipleri’ne bağlamıştılar ve bu konuda Erzurum Kongresi’nde nasıl bir karar çıkacağını merakla beklemekteydiler. Fakat kongrede Wilson Prensipleri gündemleştiğinde, bu konu tartışmaya açılmaz lakin Kürdleri ümidvar kılmak için sonuç beyannamesinde şöyle bir ibare yerleştirilir “Milli Meclis toplantısında bu mesele tartışmaya açılacaktır” denerek geçiştirilir. O zaman Erzrum’da bulunan Cibranlı Halid Bey, kongreye davetli olduğu halde örgütsel faaliyet içerisinde olduğu için katılmamıştır. Bu dönemde Halid Bey, Erzurum’da Kürdistan Komitesi adıyla illegal bir örgüt kurmuştu. Kürdistan Teali Cemiyeti başkanı Seyid Abdülkadir, kongreyi gözlemek üzere bir heyet Erzurum’a göndermişti. Gözlemci heyet dönüşünde KTC yönetimine sunduğu rapor değerlendirilir ve başkan Seyid Abdülkadir toplantıdan sonra şöyle bir açıklamada bulunur: “Her kes kendi başının çaresine bakmalı.”

Erzurum Kongresi’nde Kemalistlerin yaklaşımı anlaşıldıktan sonra, 4 Eylül 1919’da Sivas’ta gerçekleşen kongreye Kürtler hiçbir şekilde katılmazlar. “Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi’ne göre daha az katılımla gerçekleşir ve toplam katılan delege sayısı 20’dir”[4], ana gündemi, manda yönetimini kabul edip etmeme konusundaki tartışmalardı. Bunun yanı sıra Amasya ve Erzurum’da alınan kararlar, temel hatlarıyla Sivas Kongresi’nde de kabul edilir ve aynı zamanda Ankara yönetiminin temelini oluşturacak olan Heyet-i Temsiliye de burada belirlenir. Padişah Vahdettin Heyet-i Temsiliye için şöyle diyecektir: “Heyet-i Temsiliye saltanat tacımın aydınlığıdır.” Erzurum ve Sivas kongrelerinde sağlanan başarılar, Mustafa Kemal’in pozisyonunu da güçlendirmiş ve o artık “Milli Mücadele”nin lideri gibi hareket ediyordu. Bundan sonra siyasi çalışmaların ağırlık merkezi Ankara’ya kaydırılacak. 

Sivas Kongresi’nden sonra yayımlanan beyannamede, Kürdlerle ilgili şöyle denilmektedir: Osmanlı Devleti’nin sınırı, Kürdler ve Türklerin birlikte yaşadığı sınırı kapsamaktadır ve Kürdlerin Osmanlı toplumundan ayrılması mümkün değildir. Artarda gerçekleşen bu iki kongrede, Kemalist hareketin, Kürdler ve Kürdistan’a karşı tutumu açık bir şekilde belli olur. Artık Kürdlerin yeni bir çalışma ve örgütleme yapmanın dışında başka bir seçenekleri kalmıyor. Sivas Kongresinden sonra, Mustafa Kemal ileri gelen Kürd liderleriyle ikili görüşmelere başlar ve bu çerçevede Sivas’ta bulunan Koçgirili Mustafa Paşa’nın oğlu Alişan Bey’le bir görüşme yapar. Bu görüşmede, Alişan Bey’den Sivas bölgesi mebusu olarak Ankara’da meclis çalışmalarına katılmasını ister. Alişan Bey, Kürdlerin hakları tanınmadığı ve kabul edilmediği için, Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye ile çalışma teklifini ret eder ve aynı zamanda bu teklifi kabul eden Kürdleri de şiddetli bir dille eleştirir. Bu görüşmelerden bir müddet sonra Kürd milletinin haklarının tanınması için, bölgedeki Kürd aşiret liderleriyle birlikte 25 Kasım 1920’de tarihinde Ankara’ya bir muhtıra verirler. Ankara bu muhtıraya cevap vermez ancak ondan sonra bu sefer 25 Aralık 1920’de Dersim aşiretleri adına yeni bir muhtıra Ankara’ya verilir ve bu muhtırada şöyle denilmektedir: “Ankara Büyük Millet Meclisi Riyasetine; Sevr Antlaşması gereğince Diyarbekir, Elaziz, Van ve Bitlis vilayetlerinde bağımsız bir Kürdistan kurulması gerekiyor. Binaenaleyh bu teşkil edilmelidir. Aksi Takdirde bu hakkı silah kuvvetiyle almaya mecbur kalacağımızı beyan eyleriz. 25 Aralık 1920. Batı Dersim Aşiret Liderleri.”[5]

Bu gelişmelerden sonra Alişan Bey’in kardeşi Haydar Bey, kendilerinin de üyesi oldukları ve bölgede şubelerini teşkil ettikleri Kürdistan Teali Cemiyeti’nin merkez yöneticileriyle durum değerlendirmesi yapmak üzere İstanbul’a gider. Bu görüşmelerde nasıl bir karara vardıklarını bilmiyoruz ancak Koçgiri Kürd Hareketi’nin önde gelen liderlerinin KTC ile ilişki halinde olmaları, hareketin örgütsel yapısı ve ilişkileri açısından araştırılması gereken çok önemli bir konudur. İstanbul dönüşünde Kangal’da yapılan geniş katılımlı bir toplantıda şöyle bir karar alınır: “Kürdistan’ı sonuna kadar savunacağız.”

Bu karar çerçevesinde Alişan, Alişer ve Nuri Dersimî’nin öncülüğünde bölgede Kürd milliyetçilerinin örgütsel ve propaganda çalışmaları hızlandırılır. Kısa bir müddet sonra halk Zara ve Refahiye kazalarındaki idari ve askeri binalara el koyarak hükümet binasına Kürd bayrağı çekilir. Ankara çok hızlı bir şekilde davranarak hareketin gelişmesine fırsat vermeden, Bolşeviklerin de desteğiyle Sakallı Nurettin Paşa komutasında merkezi ordu güçleriyle 14 Mart 1921’de Koçgiri bölgesine yönelik büyük bir hareket başlatılır. Sakallı Nuretin Paşa, meşhur sözünü o zaman söyler: ‘Zo’ diyenler (Ermeniler) temizlendi, ben de ‘lo’ diyenleri temizleyeceğim. Koçgiri Kürd hareketinin amacı, Ankara hükümetinin Sivas’tan doğuya doğru Kürdistan’a geçişinin önünü kesmekti. Hareket başarıya ulaşamadığı için, hareket liderleri büyük bir sivil halk topluluğuyla birlikte Dersim’e geçip orada hareketi yeniden örgütleme çalışmalarına başladılar.  

İçeride bu gelişmeler yaşanırken, dışarıda da İtilaf devletleri inisiyatifiyle Birinci Dünya Savaşı’nı sonlandıran çerçeve anlaşmayı pratikte gerçekleştirmek için konferanslar ve yeni önanlaşmalar yapılmaktaydı. 18 Ocak 1919’da düzenlenen uluslararası Paris Barış Konferansı bu tür çalışmaların ilkiydi ve Kürtlerin, KTC kararıyla Şerif Paşa tarafından temsil edildiği uluslararası tek toplantıdır. Şeyh Mahmud Berzenci de Şerif Paşa’ya eşlik etmek üzere Güney Kürdistan’dan konferansa katılmak üzere bir heyet göndermek ister ancak İngiliz ve Fransız güçleri Kürd heyetinin bölgeden geçişine müsaade etmezler.

Resmi ideoloji ve tarih anlayışı, Ankara hükümetine karşı gerçekleşen Koçgiri (1920) ve daha sonra Cumhuriyet döneminde 1925 Kürd Milli Hareketi, Ağrı (1930) ve Dersim (1937-38) hareketlerini nasıl tanımlarsa tanımlasın, bu siyasi hareketler Kürd milletinin hak, eşitlik, özgürlük, bağımsızlık talepleri ve amacıyla ortaya çıkmışlar. Bu hareketlerin yenilgiyle sonuçlanmalarının elbetteki iç ve dış sebepleri vardır ve onları değerlendirmek başka bir yazının konusu olabilir.  Cumhuriyet devleti, kuruluşundan bu yana Kürd milletinin hak talebi ve arayışını, hep inkâr, şiddet ve militarist politikalarla karşılık vermiştir.

Mustafa Kemal’den sonra ikinci adam konumunda olan ve Milli Şef olarak bilinen İsmet İnönü, genel olarak diğer etnik grupların ve özel olarak da Kürt ulusal taleplerine yönelik Cumhuriyet devletinin politikasını şöyle özetlemektedir: "Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur."[6] Aslında bu açıklamalar ve söylemler Cumhuriyet hükümetlerinin Kürtlerin ulusal taleplerine yönelik izlenen asimilasyoncu, inkarcı, imha ve katliam politikalarını açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

(Yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Rûdaw Medya Grubu'nun kurumsal bakış açısıyla örtüşebilir ya da örtüşmeyebilir.)


[1] Mevlanzade Rıfat, İttihat Terakki İktidarı ve Türkiye İnkılabının İçyüzü, Yedi İklim Yayınları, İstanbul, 1993, s. 258

[2] Ghalib Sabah, “The Kurds between Sevres and Laussanne: to what extend does the Treaty of Sevres justify the Kurds’ nationalism aspiration?”, Londra Üniversitesi Tarih Bölümü’nde kabul edilmiş master tezinden, s. 26, Aktaran: Ayşe Hürr, Taraf gazetesi.

[3] Mevlanzade Rıfat, İttihat Terakki İktidarı ve Türkiye İnkılabının İçyüzü, Yedi İklim Yayınları, İstanbul, 1993, s. 290

[4] Seyfi Öngider, Kuruluş ve Kurucu, Aykırı Tarih, İstanbul, 2003, s. 114

[5] Dr. Nuri Dersimî, Kürdistan Tarihinde Dersim, Doz Yayınları, İkinci Baskı, İstanbu, 2004, s. 140

[6] Milliyet, 31 Ağustos 1930, s. 5

Rûdaw