Kürdlerin günümüzde yaşadıkları zorlukları ve bir statü sahibi olamadıklarını anlayabilmek için geçmişte yaşamış oldukları önemli hadiseleri doğru okumak ve anlamak gerekiyor. Dolayısıyla geçmiş tarihlerde Kürd halkının kendi coğrafyasındaki ulusal kurtuluş mücadelesi ve milli devlet yapılanmasına yönelik büyük darbeler vuran ve yine Kürd halkının özgürlük mücadelesinde büyük kırılmaların yaşanmasına sebep olan iki önemli hadiseyi hatırlamak gerekiyor.
Bunlardan birincisi: Osmanlı İmparatorluğu ile İran Hanedanlığı arasında yapılmış olan meşhur Kasri Şirin anlaşmasıdır. Kürdler bu hadisede iki devletten yedikleri büyük darbe sonucu Kürdistan coğrafyası ikiye bölünerek bahsi geçen sömürgeci devletlerin egemenliği altına girmiştir. İkinci hadise ise: Birinci paylaşım savaşı sonrasında İngilizler ve Fransızlar arasında yapılan Sais Pikot anlaşmasıdır. Bu hadisede ise Osmanlı’nın büyük yenilgisi sonrasında Kürdistan toprakları bir kez daha bölünerek bu sefer de 4 parçaya bölünmüş Kürdler arası fiziki birlik büyük bir zaafa uğratılarak hem Kürdlerin toprak bütünlüğü parçalanmış hem de Kürd halkı 3 ayrı ırkçı millet ve 4 ayrı devletin egemenliği altında varlığını sürdürmeye çalışmıştır.
Dört ayrı devletin egemenliği ve düşmanlıkları altında çok ciddi zorluklar ve fiziki ayrılıklar yaşayan Kürd halkı tarihin farklı dönemlerinde özgürlük ve bağımsızlıkları için birçok defa isyan ve direniş hareketlerine başvurmuş ve büyük bedeller ödemiş olmasında rağmen her seferinde büyük katliam ve kırımlara uğratılarak günümüze kadar kendi özgür devletlerini kurabilmekte istenilen başarıya ulaşamamışlardır. Dolayısıyla sömürgeciler Kürd halkını kendi topraklarında sömürüp zulüm ederek onların insan ve millet olmaktan kaynaklı tüm haklarını gasp etmiş ayrıca Kürdlerin dilini, kültürünü ve tarihini ret ve inkar ederek saltanatlarını sürdürmüşlerdir. Ayrıca Kürdlerin kendi aralarında ulusal birliklerini kuramaması için bu sömürgeci devletler birçok entrika ve oyunları tezgahlayarak olmadık çirkin ve alçakça projeler geliştirerek Kürdlerin birliği önünde önemli engeller oluşturmuşlardır.
Gelelim bugünkü yazımızın asıl konusuna.
Günümüzün Türkiye’sinde siyasi ve toplumsal olarak iki güçlü damarın TC Devleti’ni kendi düşünce ve felsefesi çerçevesinde yönetmek ve yine kendi düşünce ve felsefelerini hakim kılmak üzere kıyasıya mücadele içerisinde olduklarını görmekteyiz. Bunlardan birincisi: İttihat ve Terakki’den günümüze kadar Kemalist düşünce damarıdır. Bu damarı temsil edenler TC Devleti’ni uzun yıllar yönetmiş ve Kürd halkının varlığını asla kabul etmeyen Türkçü, Turancı ve ırkçı bir damardır. Dolayısıyla Kemalistlerin iktidar oldukları dönemlerde Kürdlere büyük zulüm ve katliamlar yapılmış ve Kürdlük adına hiçbir hakka ve hukuka müsaade edilmemiş ve adeta Kürdler yok sayılmıştır. Aynı dönemde ülkenin bütün kaynakları bir avuç Balkan ve Kafkas devşirmelerine peşkeş çekilerek Kürd halkı insandan bile sayılmamıştır. Kürdlerin yaşadığı bölgelerden devletin tüm imkanları esirgenerek Kürdler o dönemlerde büyük mağduriyet ve sefalet içerisinde yaşamaya mecbur bırakılmıştır. İkinci güçlü damar ise: Necmettin Erbakan’ın öncülüğünde örgütlenen ve daha sonraları Sn. Erdoğan’ın eline geçirdiği damardır. Bu damar Türk-İslam sentezli ve yeni Osmanlıcılığı savunan ancak Kürdlere karşı ılımlı olmasına rağmen belli bir mesafede duran görüşü temsil etmektedir. Erdoğan’ın ilk iktidar dönemlerinde Kürdleri de bir nebze kucaklayan birtakım demokratik açılımları ve girişimleri olmuşsa da PKK’nin sekter ve şiddete dayalı özellikle Kemalistlerle birlikte hareket etmesi ve mevcut Erdoğan iktidarının yeniden Kemalistlere kaptırmama kaygıları Kürdlere yönelik birtakım tereddütlerin yaşanmasına sebep olmuş ve bu arada 15 Temmuz 2016’da Kemalistlerden ve bir kısım Apoculardan destek gören FETÖ kalkışmasından sonra Erdoğan can havliyle kendisini Devlet Bahçeli’nin kucağına atarak Kürdlerle ilgili düşünce ve pratiklerinden adeta U dönüşü yaparak daha ırkçı ve Türkçü bir politika izlemeye başlamıştır.
Ancak Erdoğan’ın her seçim döneminde Kürdlerden aldığı önemli destekten dolayı da Kürdleri tümüyle kaybetmekten büyük korkmaktadır. Çünkü Erdoğan’ın partisini ve iktidarını ayakta tutan Orta Anadolulu ve Kürdistanlı Müslüman kesimden gördüğü samimiyet ve oy destekleridir. Erdoğan’a verilen Karadenizlilerin desteği ise tamamen çıkara dayalı ve güvenilmez olduğu gene Erdoğan tarafından çok iyi bilinmekte. Erdoğan’ın kendisi de Karadenizli olmasına rağmen onlara güvenmemektedir.
Türkiye’deki siyaset bu minvalde yol alırken Erdoğan’ın Kürdleri yeniden kazanarak daha dik ve korkusuz bir siyaset yürütmesini elbette ki birtakım yol ve yöntemleri vardır. En başta Erdoğan’ın yapması gereken ve gerçek Müslümanlığa da Türk ırkçılığından vazgeçerek bir dönem kendi nefsinde oluşmakta olan Kürd alerjisini öldürmesi gerekmektedir. Son dönemlerde Apocuların, Devlet Bahçeli’nin ve savaştan beslenen emekli subayların etkisinde kalarak Kürdleri düşman olarak görmesi için hiçbir sebep yoktur. Kürdler insan ve millet olmaktan kaynaklı ve analarının ak sütü gibi helal olan haklarını mevcut iktidardan talep etmektedirler. Bunlar kendi dilini özgürce kullanmak, kendi kültürünü geliştirecek kurumlara sahip olmak, kendi tarihini özgürce araştıracak imkanlara kavuşmak, daha da önemlisi kendi kimlikleriyle korkusuzca yaşayabilmektir. Dolayısıyla bu taleplerin hiçbirisi ya da tamamı Kürdlere verildiğinde bu haklar TC Devleti için bir yıkım sebebi olmadığı gibi Türkiye Devleti için de büyük bir zenginlik olarak görülmelidir. Ayrıca Güney Kürdistan ve Rojava’ya yönelik askeri operasyonlara son verilerek o bölgedeki Kürd kanaat önderleri ve kuruluşlarıyla dostane ilişkiler kurularak var olan ve özellikle de PKK’den kaynaklanan sorunların barış ve dostluk temelinde çözmek üzere çaba sarf edilmelidir.
Bütün bu adımların sonucunda siyasi bir af çıkarılarak bölgedeki yatırım ve hizmetlere hız verilmelidir. Güney Kürdistan Yönetimi ile olan petrol alımı ve akışını oradaki meşru yönetimle var olan ilişkileri daha barışçıl bir zeminde yürüterek 60 milyon Kürd halkının dostluğu ve sempatisi kazanılmalıdır. Velhasıl Sn. Erdoğan derin Kemalistlerin yetiştirmesi olan PKK üzerinden bütün Kürdleri değerlendirmesi doğru bir yaklaşım olmadığı gibi son dönemlerde PKK’nin Kürd halkı nezdinde önemli güç ve irtifa kaybetmesinde aklıselim ve şiddeti onaylamayan Kürd yurtsever demokrat çevrelerin önemli bir emeği ve çabasının da olduğu da unutulmamalıdır. Dolayısıyla Sn. Erdoğan’ın Devlet Bahçeli’nin Ergenekoncu subayları ve birkaç göbeği şişkin sözde gazeteci ve yazarların ileriye sürdüğü yöntemlerle Kürd sorununu çözmesi mümkün değildir. Ayrıca Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik krizin büyük oranda silaha, savaşa ve operasyonlara harcanan ve 40 yıldır sürmekte olan bu kirli savaştan dolayı yaşandığı da bilinmelidir.
Sonsöz: Kürdlerle dostluk ve iyi ilişkiler her zaman Türk ve Kürd halklarının hayrına ve çıkarına olacaktır.
Saygılarımla
M. Hüseyin Taysun