Dünyanın neresinde ölürseniz ölün, çocuklarınızdan sizi ülkenize götürüp orada kendi toprağınızda gömülmeyi talep etmelisiniz. Elbette yaşadığımız bu toprakların; bize, kendi ülkemizden daha fazla ev sahipliği yaptığını biliyor ve kıymet veriyoruz. Ancak ne denli hak , hukuk, adalet ve demokrasi gibi erdemlere sahip olsalar da, burada yaşamak zorunda bırakıldığımız asla unutulmamalıdır. Doğduğumuz topraklarda özgür ve doğasıyla daha uyumlu yaşayacağımızı hiçbir zaman unutmamalıyız.
Vandallık sadece kamu malına zarar vermek anlamına gelmez. Özel mülkiyete de zarar anlamı taşımaktadır. Ülkeden ülkeye değişmekte ve bazen kişisel ve devlet malına zarar vermekten öte bir amaç taşımaktadır. Bilerek ve kasten, kişiye, kuruma, çeşitli sektörlere veya devlete verilen bilinçli bir zarardır. Avrupa’da ve dünyanın birçok yerinde vandalizmin biraz daha sınırları bellidir. Cana değil, mala verilen zarardır. Kamu yararına kullanılan, trafik levhaları, tren, otobüs ve metro istasyonlarına grafiti çizmek, otobüs, tramvay gibi taşıtları boyamak, koltuklarını yırtmak vb… Veya sokaklarına çöp atma, birilerinin duvarını izinsiz boyama gibi suçlar işlenmektedir. Böylece kişiler veya grupların bu saldırganca davranış ve eylemleri suç anlamına gelmektedir. Aynı zamanda mevcut sisteme zarar verme amaçlamaktadırlar. Yapılan saldırganca eylemler suç kapsamında olup, suçlu bulunmaları halinde parasal ceza ile cezalandırılırlar. Ancak gerçek anlamda Vandalizm sömürgeci devletin Kürdistan topraklarındaki katliamlarıdır. Ve bu katliamlar Avrupa’da olduğu gibi mala değil, Kürdün canına, canlılarına ve de cansızlarına zarar vermektedir.
Başta vandalizmin başkenti Türkiye olmak üzere ,tüm İslam coğrafyasıdır. İslam'ın fetih anlayışı olan esir, cariye, soygun, ölüm, işgal, talan ve yağma tam da bu kavramı izaha etmeye fazlasıyla yeterlidir. Kürdistan’ı işgal eden sömürgeciler her alanda bir yıkım, yok etme ve çalma eylemini hep gündemde tutmaktadırlar. Bu sadece insanlarımıza yönelik olmayıp ,coğrafyadaki tüm canlı ve cansızlara uygulamaktadırlar. Başta dilimiz olmak üzere, gelenekler, kültür, tarih, orman ve zenginliklerimiz, kâbirler, dağlar, taşlar ve sularımız yani yaşam için gerekli olan her şeye müdahale etmektir.
Deaş’ın kaçırdığı ve kendi kirli pazarlarında satılan Ezidi kızlarımız, başları kesilerek öldürülen insanlarımız.. Rojava'ya yönelik saldırılarda katledilen binlerce gencimiz. Kürd nüfusunun jenoside uğratılması. Çalınan tarihimiz.. Topraklarından atılan yüz binlerce çoluk çocuk ve kadınlarımız. Sökülerek koparılıp götürülen zeytin ağaçlarımız..yakılan, yıkılan ormanlarımız.. zorla önüne baraj çekilen nehirlerimiz.. Mezara kadar bizimle yolculuk edecek acılı anılarımız...
Hayatın ve koşulların neyi önümüze çıkaracağını bilmediğimiz geleceğimiz.
Özgürlüğümüz için hazır bedel bekleyen kızlarımız ve oğullarımız.
Bunları mahcup etmeyecek bir örgütlülük olmalı. Bu uğurda yenilginin de galibiyet olduğunu unutmadan...
Direnmeliyiz bileklerimiz ve yüreklerimiz ile..
Bazı sömürgeciler bir başka ülkenin topraklarını işgal ettiklerinde, bazı değer ve kurallara uyar insanlığın yaratmış olduğu değerleri korurlar. Çünkü değerlerin nasıl zorluklarla
yaratıldığını bilirler. Sömürgecilerin de arasında işgal ve ahlaki farklar vardır. Mesela sivil halka, özellikle çocuk ve kadınlarına, yaratıkları mimari ve tarihi eserlerine karışmazlar. Az da olsa edep ve ahlak sahibidirler. Savaş kurallarına uygun davranmayı bir prensip olarak kabul eder ve uyarlar. Kocaman tapınak ve camileri kiliseye çevirmezler. Haram diye binlerce yıl önce yapılmış Buda heykellerini bombalayıp yok etme barbarlığında bulunmazlar. Yerleşimlere, Eyfel Kulesi, Mona Lisa, Dom Kilisesi, Piramitler’i ortak insanlık kültürü olarak algılayıp zarar vermekten kaçınırlar.
Dünyanın gördüğü en büyük diktatör Hitler bile Paris’i işgal ederken insanlığın ortak değeri Eyfel kulesini bombalamamıştır. Bunları İslam işgalcileri ile kıyaslamanın imkanı yoktur. Türk ve diğer İslam işgalcileri, Kürdün varlık tarihine ait hiçbir şey kalmaması için özel olarak her şeyi yok edilmektedir. Hasankeyf bunun için sular altındadır. Munzur Nehri üzerinde bundan dolayı barajlar silsilesi yapılmaktadır. Kendilerinin bu topraklarda ne denli köksüz olduklarını ve işgalci çirkinliklerini gizlemek, Kürdün tarihini, yok edip çarpıtmayı amaçlamaktadırlar. Mezarlarımız bile saldırıya uğramaktır. Aynı zamanda Müslüman geçinen, bu saldırganlar, ölülerimizin ebedi ruhlarına “El Fatiha” diye yazılan mezar taşlarına bile saldırıp barbarca yıkmaktadır. Aslında bu ölçüsüz şiddet göstermektedir ki; sömürgeci devletler, bizim tarih öncesine uzanan, derin ulusal köklerimizden korkmaktadır.
Şeyh Said, Seyid Rıza ve arkadaşlarının mezar yerlerinin bugüne kadar saklanması bundandır. Dersim’de hava araçlarıyla bombalanan mezarların nedeni başka nasıl izah edilir? Türk Devleti’nin Kürdün varlığına duyduğu büyük ulusal öfkenin nedeni bellidir. Sömürgeci yıkım politikası sürdürlerken aynı zamanda katliam, talan ve vandalist karakterini gizlemek amaçlıdır.
Kürd örgüt ve bireyleri biraz daha mücadeleyi, farklı alanlara yayarak yükseltmelidir. Sömürgeci devletlerin ajan ve piyonlarına dikkat etmeli ve onları bu uğursuz yoldan vazgeçmeleri için çaba sarf etmeli. Ve tarihin, Kürdlere verdiği yeni fırsatları iyi kullanıp, işgalcilerin bu kirli hesapları tar û mar etmelidir.
Son elli yılda ödenen, bunca bedelin karşılığı, bugün geldiğimiz yer olamaz. Kürdler arası savaş kışkırtıcılığı yapanlar ne PKK ne de KDP’nin çıkarını düşünmektedirler. Yakın zamanda Barzani'nin “biz Kürdler arası kardeş kavgasını haram kıldık.” demesinin bir ilahi anlamı vardır. PKK başta olmak üzere, diğer tüm örgüt ve yurtsever insanımız bu deyimi kendisine pusula etmelidir.
Sömürgecilerin, Kürd halkının önüne atıkları bu yeni “puşt pusuya” dikkat edilmelidir.