Diaspora Kürtleri Konfederasyonun (Diakurd) Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının uygulanmadığı gerekçesiyle Lozan Antlaşması hakkındaki Birleşmiş Milletler’ine yaptığı başvuru kabul edildi.
Diaspora Kürtleri Konfederasyonun (Diakurd) Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkının uygulanmadığı gerekçesiyle Lozan Antlaşması hakkındaki Birleşmiş Milletler’ine yaptığı başvuru kabul edildi. DİAKURD avukatı Hişyar Özalp süreci Rûdaw’a değerlendirdi.
DİAKURD avukatları Hişyar Özalp ve Rıdvan Dalmış Lozan Antlaşması'nda göz ardı edilen Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hakkının Türkiye Cumhurbaşkanlığı tarafından tanınmasını talep etti.
Söz konusu talep Türkiye Cumhurbaşkanlığı tarafından yasal süre içinde cevap verilmemesi üzerine Ankara İdare Mahkemesi'nde dava açıldı.
DİAKURD avukatı Hişyar Özalp “Ankara 6. İdare Mahkemesi, Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkının üniter devlet yapısına ve anayasanın ilk dört maddesine aykırı olduğunu belirtti. Mahkeme ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde Kürtlerin bu hakkını değerlendirebilecek bir kamu otoritesinin bulunmadığını ifade etti. Bu kararı istinaf ettik. Ankara 10. Bölge İdare Mahkemesi de idare mahkemesinin kararını hukuka uygun buldu ve talebimizi reddetti. Böylece iç hukuk yolları tükenmiş oldu ve karar kesinleşti” dedi.
İç hukukun yolları tükendikten sonra konuyu Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi'ne taşıdıklarını belirten Özalp, “Başvurumuzda, Lozan Antlaşması'nda Türk heyetinin Kürtlerin Türklerle aynı haklara sahip olacağı ve Türkiye'yi birlikte yönetecekleri vaadinde bulunmasına rağmen, Cumhuriyetin kurulmasından sonra bu vaatlerin yerine getirilmediğini belirttik. Kürtlerin karar alma süreçlerinde yer almadığını ve kolektif haklarının tanınmadığını, ayrıca asimilasyon ve imha politikalarıyla karşı karşıya kaldıklarını iddia ettik” ifadelerini kullandı.
“Kuzey Kürdistan, normal idari süreçlerle yönetilmemiştir”
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi'ne yapılan başvuruda, Türkiye'nin Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 5 maddesine aykırı davrandığını belirttiklerini vurgulayan Özalp sözlerini şöyle sürdürdü:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarından itibaren, Kuzey Kürdistan’ın olağanüstü idari usullerle yönetildiğini de ifade ettik. Bu olağanüstü yönetim süreçlerine umumi müfettişlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hal uygulamaları, bugünkü kayyum atamaları da dâhildir. Kuzey Kürdistan, normal idari süreçlerle yönetilmemiştir.
Türkiye mahkemelerinin, Kürtlerin haklarının anayasanın ilk dört maddesine ve üniter devlet yapısına aykırı olduğu yönündeki kararlarına karşı çıktık. Uluslararası hukuk ve sözleşmeler, bir milletin haklarının başka bir devletin egemenlik haklarıyla sınırlandırılamayacağını, Kürtlerin ulusal haklarının ihlal edilemeyeceğini garanti altına almıştır. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin bu tutumu uluslararası hukuka aykırıdır.
“Kürt varlığının tanınmadığını ifade ettik”
TC Kürtlerin iç SD hakkını tanımadığı için dış SD hakkının yani ayrılma hakkının kullanılması bir zorunluluk olmuştur. Kürtlerin ekonomik kaynaklarını yönetme, dil ve kültürel haklarını tam olarak kullanma ve ekonomik ve kültürel gelişimlerini sağlama haklarının tanınmadığını, bu nedenle ayrılma hakkının artık bir gereklilik haline geldiğini ifade ettik.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi'ne yaptığımız başvuruda, Türkiye'nin Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin 5. maddesine aykırı davrandığını iddia ettik.
Başvurumuzda, Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin 5 maddesini öne çıkardık, 1’nci madde, kendi kaderini tayin hakkıyla ilgili, 2’inci madde, sözleşmenin iç hukukta uygulanmasıyla ilgili, 25’inci madde, demokratik haklarla ilgili; 26’ıncı madde, hukuk önünde eşitlik ve ayrımcılık yasağıyla ilgili; 27’inci madde ise azınlık haklarıyla ilgilidir.
Bu maddelere atıfta bulunarak Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasasının 66. maddesinde, herkesin Türk olarak kabul edilmesi nedeniyle Kürt varlığının tanınmadığını ifade ettik. Türk egemenlik sisteminin, Kürtleri inkâr eden ve yok sayan yaklaşımının, sözleşmenin ruhuna aykırı olduğunu belirttik.”
“Kürtlerin devlet olma hakkını tanıması gibi bir beklentimiz yok”
BM İnsan Hakları Komitesi kod numarası vererek başvuruyu kabul ettiğini belirten Özalp, şöyle devam etti:
“Gelecek süreçle ilgili olarak, başvurumuz kabul edildi. Ancak bu, taleplerimizin kabul edildiği anlamına gelmiyor. Usul gereği, başvurumuz incelenmek üzere kabul edildi ve bir numara verildi. Bu aşamada, Türkiye Cumhuriyeti'ne bizim iddialarımız iletilecek ve onların beyanları alınacak. Daha sonra komite bir karara varacak.
“BM’nin Kürtlerle ilgili önemli tespitler yapmasını bekliyoruz”
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi'nin, Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını veya devlet olma hakkını tanıması gibi bir beklentimiz yok. Bu, komitenin yetki sınırları dışında kalan bir konu. Ancak, bu yarı yargı organının hukuki bir değerlendirme yaparak Kürtlerin tarihsel olarak haksızlığa uğradığını, kendi kaderini tayin hakkının var olduğunu ama uygulanmadığını tespit etmesini ve Kürtlerin kolektif haklarının tanınmamasına yönelik bazı önlemler almasını bekliyoruz. Esas beklentimiz bu yönde.
İlk kez, Kürtler Birleşmiş Milletler'e bağlı bir kuruma bu tür taleplerle başvuruda bulunuyor. Birleşmiş Milletler'e bağlı bu yarı yargı organının, Kürtlerle ilgili önemli tespitler yapmasını bekliyoruz. Bu, oldukça önemli bir durumdur.”
Avukat Rıdvan Dalmış 13 Temmuz 2023’te Lozan Antlaşması'nın 100'üncü yılına girmeden birkaç gün önce, "Bu anlaşma isminde barış olmasına rağmen biz Kürtlere sadece ölüm ve acı getirmistir. Lozan Kürtlerin self-determinasyon hakkını sonsuza kadar ellerinden almayı amaçlamış, Kürt halkını asimile ederek yok etmek istemiştir. Açtığımız davada bu haksızlığın aslında uluslararası hukuka aykırı olduğunu sözleşmeler, teamüller, içtihat, doktrin ve hukukun genel ilkeleriyle açıkladık" şeklinde açıklama yapmıştı.
Rûdaw