Yaşanmış acılarıyla ayakaltına alınan Ana kadın uçan kuşlara hayranlıkla bakıyordu. Bir anlık hayal dünyasına dalarak özgür yaşamın sofrasına oturup bir oh çekmek ister gibi duygulanmıştı. Özgür olma hayalinin duygusallaştırdığı yüreği canlanırken, acılı yüreğin çarpıntıları çoğalıyordu. Duygularında yeşeren isyanlar ise, her türlü çirkefliklerin çöplüğüne dönüşen bir yaşamı yerle bir eder gibiydi.
Var olmanın doğallığına anlam veren ve kendine özgü özgür yaşamın donanımlı tarafını hayal ediyordu. İnsanın sosyal yaşamına ters erdemsizlikle biçimlenen karanlıklar dünyasının arkasına hapsedilişine yüreği yanıyordu. Acaba her şey nasıl bu hale geldi? Yüreğine oluk oluk akıtılan gözyaşlarıyla yaşamın önüne örülen duvarlara “yeter artık!”der gibi gökyüzünü süzüyordu. Tüm canlılar özgürlüğe sevdalı oldukları halde özgürlüğün önüne örülen kaide ve töreleri yerle bir edilme hayali ise, doğacak Ana adayı kız çocuğunu okşar gibiydi.
“Şêr şêr e çi jin e çi mêr e” söylemine ne kadar ihanet edildiğini bir yerlere anlatmak ister gibiydi. Doğurup büyüttüğü erkek müsveddesinin ihanetine maruz kalışını içine sindiremiyordu. Kaideli/kurallı geleneklerle Ana kadın yaşamını nasıl da kirlettiklerini haykırmak istiyordu. Seyrüseferde dolaşan dalgınlığıysa, “benim malım ve kölemsin” diyen erkeğin yüzüne tükürüp boğmak ister bir özlemi vardı…
Genç kızlara göz gezdirmesiyse başlık parasıyla evladını pazarlayan babanın doğuşuna içerleyişi belli oluyordu. Arada bir el yordamıyla sağa sola kıvranması ise, bel ve diz ağrısına emanet edildiği seziliyordu.Yoldan geçen Ana Kürt kadının kırışmış yüz hatlarını gördüğünde ise “of be Allah’ım!” isyanı çığlık oluyordu.Her şey insanın yaşam felsefesinin aksine gelişirken yüreğindeki sızılar acılarla buluştuğu her anda,gözyaşlarına set oluşturan göz kirpiklerin kapakları açılıyordu...
Yüklü alışveriş poşetiyle iki adım erkek müsveddesinin arkasından yürüyen kadını her gördüğünde ise, karanlık zindana yürüyen mahkumun dramatik hatıratlarına dalıyor gibi hüzünleniyordu. Berdel ediliş geleneğiyle kirlenmiş insanlığın kirletilmiş yatağına mahkûm ediliş anlamına bir anlam arıyor gibiydi.
Daldan dala kur yaparak uçuşan serçelere gözleri kaydığında ise, sevdalandığı sevdasını hatırlar gibiydi. Serçeler eş eş uçuyordu. Allah’ım! İle başlayan of of la çığlık olan yüreğin sızısı ise geçen ömrüne gönlü yanıyordu. İnsanlar bir şekilde kendi doğasından alınıp savrulmuştu her nedense! Sevmelere kelepçe vurulmuştu. Hayalinde dahi sevdalısına “seviyorum” sözcüğünü günah sayan günahkârlara beddua ediyordu. Kendi yaşamını nasıl da bir başka insansızlığın ayakkabısına bağcık olduğuna yüreği yanıyordu. Zifiri karanlıklara mahkûm eden erkek cinsin egemenliğine yuh olsun demek geliyordu içinden. El ele tutuşan sevdalılara gülümser bakışıysa, zehir zemberek kıskaç kurallı yaşam tarzına inat yaşayan demek istiyordu.
Soğuk toprağa düşen sıcak cemre misali, yüzüne yayılan tatlımsı gülümsemesi ise, her türlü karanlıklardan kurtulmuş bir gülüşle; Kürt Ana kadın olmanın zorlukları insana değer veren insanlığa nasip olmasın! dercesine dizlerine yumruğunu indirmişti aniden