Adem Demir-independentturkish.com
Kürt siyasetçi, şair ve yazar Burkay, Independent Türkçe'ye konuştu. Birçok konuda dikkati çeken ifadeler kullanan Burkay'ın bir lafı da birlikte hareket edemeyen Kürt siyasetçilere: "Herkes çevresine 3-5 kişi toplayıp kendi küçük kulübesini kuruyor"
"Belki şehre bir film gelir / Bir güzel orman olur yazılarda / İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse"
Sezen Aksu tarafından dillendirilen şarkının söz yazarı Kemal Burkay, şair, yazar ve siyasetçi olarak hayatının büyük bölümünü Kürt sorunun çözümüne katkı sunmak için geçirdi.
Kürt sorunun çözümü için çok uğraştı, çalıştı, didindi, konuştu… Bu uğurda çok bedel ödedi. Yıllarca sürgünde yaşamak zorunda kaldı. 2011'de ülkesine döndü. Artık iklimin değişmesini istiyordu.
Ancak gelinen aşamada yine iklim olumlu yönde değişmedi. Kürt sorunun barışçıl yöntemlerle çözüleceğinin hakim olduğu atmosfer, yerini umutsuzluk ve karamsarlığa bıraktı.
Yine insanlar ölüyor ve ocaklara ateş düşüyor. Kürtler için siyasi alan da daraltılıyor. Kürtler tarafından kurulan 5 partiye kapatılma davası açılmış durumda.
Olup bitenleri deneyimli siyasetçi Burkay'a sorduk. Burkay, Kürtlerdeki çok parçalı yapıdan bölgedeki gelişmelere, devlet ve PKK içinde barış istenmeyenlere kadar birçok konuda dikkati çeken görüşler dile getirdi.
Sizce Kürt sorunu nasıl bir hal aldı? Bu sorun Türk ve Kürtlerin sorunu olmaktan çıkarak uluslararası bir hüviyete mi kavuştu?
Kürt sorununun uluslararası bir sorun olması kanımca ilk değil. Başından beri Türkiye, İran, Irak ve Suriye'nin yüz yüze oldukları bir sorun. Geçmişte Batılı devletler ve Rusya da sorunla yakından ilgilendiler. Örneğin I. Dünya Savaşı'nda. Son yıllarda ise Irak ve İran'da olup bitenler ve Türkiye'nin AB'ye üye olma çabası nedeniyle Avrupa ve Amerika'nın da gündeminde.
Bir ülke kendi iç sorunlarını çözmeyi başaramazsa başkaları da işe karışır. Bölge devletleri hep Kürt sorununu birbirlerine karşı bir koz olarak kullanmaya çalıştı. Ayrıca günümüzde insan hakları ve uluslararası hukuk nedeniyle bu tür konular Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kurumları ilgilendiriyor.
"Çözüm fırsatı bir kaç kere kaçırıldı"
Ömrünüzün büyük bölümünü bu sorunun çözümüne katkı sunmak için geçirdiniz. Sizce kaç defa bu sorun çözülebilirdi? Çözülmemesini veya çözülememesini neye bağlıyorsunuz?
En başta Cumhuriyet kurulduğu zaman çözülebilirdi. Ne yazık ki o zaman bu başarılamadı ve ülkenin ve toplumun çok renkli yapısıyla bağdaşmaz biçimde tek renkli bir toplum inşa edilmeye çalışıldı. Bu durum bir dizi Kürt ayaklanmasına yol açtı. Hem Kürtler hem Türkler bakımından bedeli çok ağır oldu. 1990'lı yıllara gelindiğinde ülkeyi yönetenler ilk kez Kürt realitesini itiraf etti. Bu dönemde kanımca iki kez sorunun çözümü yönünde bir eğilim ve fırsat ortaya çıktı. Biri Özal döneminde idi. Özal, sorunun siyasal çözümü yönünde bir girişim başlattı ve 'federasyonu bile konuşabilmeliyiz' dedi. Kürt liderlerden Celal Talabani'nin aracılığıyla PKK'nın tek yanlı ateşkes yapması sağlandı. Kürt sorununun çözülebileceği yönünde ülkede ve uluslararası planda olumlu bir hava oluştu. Ne yazık ki savaşa koşullanmış militarist güçler bu süreci sabote etti. Bir dizi provokasyon yaşandı ve Özal'ın çözüm yanlısı kadrolarının yanı sıra, bizzat kendisi de kuşkulu bir şekilde hayatını kaybetti ve tekrar çatışma ortamına dönüldü.
Kemal Burkay / Fotoğraf: AA
İkinci fırsat AK Parti'nin iktidara gelmesinden sonra yaşandı. AK Parti'li liderler, Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan, 2005 yılından başlayarak Kürt sorununun şiddetle değil ancak siyasi yöntemlerle çözülebileceğini söylediler. Bazı olumlu adımlar attılar ve "Barış ve çözüm süreci" denen süreci başlattılar. Ne yazık ki bu süreç de daha sonra tıkandı ve yine başa, yani şiddet ortamına dönüldü.
Sizce son süreç neden akim kaldı?
Nedenleri birden fazla... Bir kere AK Parti'nin çözüme yönelik köklü bir projesi yoktu. Ayrıca bu konuda muhalefetten destek görmedi; aksine attığı bazı olumlu TRT Kurdi'nin açılması, bazı üniversitelere Kürt dili bölümleri konması ve diyalog süreci adımlar bile muhalefetten tepki gördü. Öte yandan PKK bu süreçte de hem içinde devam etmekte olan derin devletin eli hem de İran, Suriye gibi ülkelerin yönlendirmesiyle bir bakıma bile bile, ciddi yanlışlar yaptı. "Halk savaşı ile AKP iktidarına son verme" iddialarıyla, çatışmalara yol açtı. 2017 Haziran seçimlerinden sonra, sözde özerklik için başlattığı çukur ve hendek savaşları ise işin tuzu biberi oldu. AK Parti de diyalog sürecine son verdi. İşin içine 15 Temmuz darbesi de girince saflar, ittifaklar değişti. Eski dostlar düşman, eski düşmanlar dost oluverdiler.
"PKK, Kürt halkının dışında birçok güce hizmet veren bir taşeron örgüt"
Ulusların sorunlarını çözmek için konuşmayı tercih ettiği bir dönemde, Kürtlerin bir kısmının hala silahlı mücadelede ısrar etmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Uzun yıllar yönettiğim Kürdistan Sosyalist Partisi, ülke, bölge ve dünya koşullarını, güç dengelerini göz önüne alarak başından beri barışçı mücadele yöntemlerini seçtik. Ama PKK'nın durumu farklı. Bu konu çok kere söyledim ve çok yazdım. PKK bir derin devlet, bunun yanı sıra kontrgerilla projesi olarak, Kürt hareketini bölmek, yanlışa itmek, kendi içinde çatıştırmak için kuruldu. Bu rolü iyi biçimde oynadı. Zamanla İran, Suriye ve Irak'ın, hatta daha başkalarının da eli devreye girdi. Kısacası PKK, Kürt halkının dışında birçok güce hizmet veren bir taşeron örgüt.
Kemal Burkay / Fotoğraf: Kemal Burkay arşivi
"En makul soru: PKK neden silah bırakmıyor?"
Eskiden, lafta da olsa Kürtler için bağımsız devlet istiyordu. Öcalan yakalanıp Türkiye'ye getirilip İmralı'ya konduktan sonra ise, bağımsız devlet bir yana, Kürtler için hiçbir şey istemiyor. Hatta ne federasyon ne otonomi üniter devleti savunuyor. Öcalan açıkça devletin hizmetinde, PKK ve öteki yandaş örgütler de onun izinde. Öyle olunca "Neden silahları bırakmıyor?" sorusu en makul soru.
İşin püf noktası da işte burada: PKK neden silahı ve şiddeti bırakmıyor? Aslında Öcalan yakalanıp ülkeye getirildikten ve devlete yeniden dört başı mamur şekilde teslim olduktan sonra bunu da yapmak istedi. PKK silahları tümden bıraksın, savaşçılar tümüyle gelip teslim olsun dedi, örgüt de bunu kabul etti. Ama devlet buna razı olmadı, ‘Hayır, silah bırakmasın, yurt içindeki silahlı güçleri de Kuzey Irak'a geçsin' dediler. Çünkü amaç onları Güney Kürtlerine karşı kullanmaktı. Apo ve PKK bunu kabul etti. Ama devlet, 'Tümünü geçirme, 500 kişi içerde kalsın' dedi. Çünkü amaç onları da içerde gerektiğinde, özellikle de Kürt muhalefetine karşı kullanmaktı…
Böylece "terör" bahanesi üzerine kurulan danışıklı dövüş devam etti. PKK tümden silah bıraksa oyun biterdi.
"Devlet homojen bir yapı değil, bir görünen bir de derin tarafı var"
"Kürt sorunun çözümü için her yönteme başvuruldu. Bir tek devlet ile örgüt aynı masa etrafında buluşmadı" eleştirileri yapılıyordu. Ancak devletle PKK'nın aynı masada oturduğunu pazarlık yapıldığına da şahit oldu kamuoyu. Bunu rağmen bu fırsat neden değerlendirilmedi?
Çünkü ‘devlet' dediğiniz tek merkezli, homojen bir yapı değil. Devlet içinde geçmişten beri çatışan güçler var. Görünen devlet var, derin devlet var... Bazen hükümetler bile iktidar olamıyor. AK Parti seçimleri 2002'de kazandı ve hükümet kurdu, ama Adalet Bakanı bile uzun dönem İmralı'ya gidip Öcalan'ı göremiyordu. Öcalan'ı kontrolünde tutan asker, "Ergenekoncu" denen kesim, buna izin vermiyordu… Bu kesim, silahları susturmuş, barış güvercinine dönmüş adını bile bırakmış PKK'yi, 2004 yılında yeniden savaş pozisyonuna soktu. AK Parti, ancak 2010 yılından itibaren MİT müsteşarlığını sivilleştirdi ve İmralı konuğunu denetime aldı. Ama PKK'yı tümden denetime alabildi mi? Hayır.
"Tüm eller, PKK'nın silah bırakmasını engelledi"
PKK da tek merkezli ve homojen değil. İçinde hala Türk derin devletinin eli var; İran'ın, Suriye'nin, Irak'ın ve başkalarının eli var. Tüm bu eller PKK'nın silah bırakmasını bile engelledi.
Ama Kürt sorunu elbet PKK'nın silahlarından ibaret değil. Bu sorun PKK'dan önce vardı ve PKK silahları tümden bıraksa, ortadan kalksa bile var olmakta devam edecek. Kürt sorunu ancak Kürt halkının tüm meşru, temel haklarını tanımakla sona erer ve ülkeye barış da böyle gelir. Ne var ki Türkiye'de bugüne kadar gelip giden hükümetlerin hiçbirinin böylesine köklü, çağdaş bir projesi olmadı. Bu nedenle ortaya çıkan bazı fırsatlar da değerlendirilemedi.
Devletin güvenlikçi politikalarından ötürü siz de uzun süre sürgün hayatı yaşadınız. Başlatılan çözüm sürecindeki olumlu atmosfer nedeniyle 2011'de Türkiye'ye döndünüz. O dönemdeki atmosferin, sorunun barışçıl yöntemlerle çözülmesi için atılan adımların ve gösterilen çabanın heba edildiğin düşünüyor musunuz?
Ülkeye döndüğüm sözkonusu tarihte Kürt sorunu bakımından olumlu bir ortam vardı. Sorun rahatça tartışılıyor ve olumlu bazı adımlar atılıyordu. Ne yazık ki, yukarda belirttiğim nedenlerle bu durum uzun süre devam etmedi ve tıkandı, bir bakıma eskiye dönüldü.
"Devlet isterse şiddeti devreden çıkarır, sorunu barışçıl biçimde çözer"
Silahlı mücadelenin neden değil, sonuç olduğu hep iddia edildi. Kürt siyasetine müsaade edilmediği, çalışma fırsatı verilmediği için şiddet bir çözüm olarak görülüyor deniliyor. Devlet ne yaparsa şiddet bir çözüm arayışı olmaktan çıkar?
Kürt ulusal hareketi, 1960'lı 70'li yıllarda barışçı biçimde gelişirken devlet tarafından engellendi ve teröre itildi. PKK da bunun için bir proje idi. Devlet isterse şiddeti devreden çıkarır ve Kürt sorununu barışçı biçimde çözer.
HDP ile birlikte Anayasa Mahkemesi'nde hakkında dava açılan ve Kürtlerin kurmuş olduğu parti sayısı 5'e çıktı. İçişleri Bakanlığı da kuruluş dilekçesini veren iki partiye "alındı belgesi" vermiyor. Sizce, Kürtlerin siyasette etkin olması istenmiyor mu?
Buna ne şüphe! Devlet başından beri Kürt hareketinin legal planda ve barışçı biçimde gelişmesini de istemiyor. Bunu engellenmese kanımca sorun şimdi çözülmüş ve ülkeye barış gelmişti.
Kapatılması istenen partilere gelince... Bu ülkede ilk kez parti kapatılmıyor. Ne yazık ki örgütlenme ve düşünce özgürlüğü bir türlü çağdaş standartlarda hayata geçmedi. Nitekim Siyasi Partiler Yasası'nda partilerin kapatılmasına olanak veren bir dizi hüküm var. Ayrıca, iktidarlar bazen kendi elleriyle paravan parti kuruyor, bazen de işlerine gelmeyeni kapattırıyorlar.
HDP kurulduğu zaman İçişleri Bakanı Atalay'ın beyanını hatırlayın: 'Hakan Fidan ve Öcalan el ele vererek çok iyi bir projeye imza attılar, HDP'yi oluşturdular' demişti… Demek ki HDP kendisinden isteneni tam yerine getirmedi, şimdi de cezalandırılıyor veya kapanması isteniyor…
Bu yeni bir tercih ve strateji ise başarılı olma şansı var mı?
Yukarda da değindim, parti kapama yeni bir uygulama değil. Ama şimdiye kadar ne işe yaradıysa bundan sonra da o derece işe yarar. Aslında bununla sorunlar çözülmüyor.
Kemal Burkay / Fotoğraf: Kemal Burkay arşivi
"Herkes çevresine 3-5 kişi toplayıp kendi kulübesini kuruyor"
Kürtler tarafından kurulan pek çok siyasi parti var. Bunlar neden güç birliği yapmıyor?
Bunu sözkonusu örgütlere sormak lazım. Çevresine 3-5 kişi toplayan biri kendi kulübesini kuruyor. Başkan olmak pek çekici bir şey demek ki. 31 yıl sonra ülkeye döndüğümde ilgimi çekmişti: Herkes herkese "başkan" diyordu!
Ben kendi payıma Kürt hareketinin birliği için yıllar boyu çok çaba gösterdim. HEP'in, DEP'in oluşmasında bile önemli katkım vardı. Son olarak 2000'li yılların başında ortak legal bir partinin oluşması için girişimci olduk ve 2002 yılında Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) kuruldu. Bu parti bir birlik projesi idi ve birlikte oluşturmak için, PKK kesimi dışında herkese gidildi. Ne yazık ki birçoğu gelmedi, gelenlerin bir bölümü ise süreç içinde şu veya bu bahaneyle safları terk ettiler. Gelmeyenler ve birliği terk edenler kendi küçük kulübelerini kurdular ve şimdi birlikten söz ediyorlar. Gülünç ve Kürt hareketi için hiç de hoş olmayan bir durum…
"Roma'da ikinci olmaktansa iki evli köyün birincisi olmayı seçtiler"
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte hayata geçirilen yeni ittifaklar döneminde yüzde 1 puan alan partinin bile çok büyük pazarlık gücü olmasına rağmen Kürt partileri ayrı bir ittifak cephesi oluşturması mümkün değil mi?
Küçük kulübe sahiplerinin yapması gereken bundan da önce bu anlayışı terk edip bir partide bir araya gelmek ve Kürt halkının temel taleplerini dile getiren güçlü bir seçenek yaratmaktır. Onlar bunu HAK-PAR'da yapabilirlerdi; ama Roma'da ikinci olmaktansa iki evli köyün birincisi olmayı seçtiler.
"Türkiye'nin düze çıkması, Kürt sorunun çözümüne bağlı"
En nihayetinde Kürt sorunun çözümü konusundaki öngörünüz nedir? Bu mesele nasıl çözülecek?
Ülkeye geldiğim tarihte politik ortam oldukça olumlu idi. Şimdi ne yazık ki değil. Ülke politik ve ekonomik alanda ciddi sorunlarla yüz yüze ve durum 2000'li yılların başını andırıyor. Her şeye rağmen "keşke gelmeseydim" demiyorum elbet. Kürt sorununun çözümüne gelince… O zaman da bu konuda hayalci değildim, gerçekçi idim. 200 yıldan fazladır süregelen bu sorunun çözümünün kolay olmadığının, sürecin inişli çıkışlı olacağının bilincinde idim. Ama geçmişte de özellikle ülkenin yüz yüze olduğu kriz dönemlerinde dile getirdiğim gibi, bu böyle gitmez. Türkiye'nin düze çıkması, barışa ve demokrasiye ulaşması, gelişme yoluna girmesi en başta Kürt sorununu çözmeye bağlı. Ancak o zaman kaynaklar yıkmaya değil yapmaya yönelir; işsizlik, yoksulluk aşılır, bir başka deyişle ülke diğer sorunlarını da çözer.
Çözüm ise Kürt halkının temel haklarını tanımakla olur. Bana göre bunun biçimi federasyondur, yani eşitlikçi bir çözüm. Böyle bir durumda iki halk bir arada barış içinde yaşar. Dünyada bunun pek çok örneği var.