24 Haziran’da yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı (CB) ve Parlamento seçimleri için yürütülen kampanyalarda özenle gözlerden uzak tutulan, adeta yokmuş gibi muamele edilen konu nedir diye bir soru sorulsa, verilecek en doğru cevap ‘Kürt Meselesi’dir.
Uzun yıllar sonra yeniden seçmen karşısına çıkma fırsatı bulan Saadet Partisi Genel Başkanı ve CB adaylarından Temel Karamollaoğlu’nun Diyarbakır’da ‘yenilik’ adına sarfettiği ‘Kürtçe anadilde eğitime taraftarız’ sözleri, adeta çıtanın yükseleceği seviyeyi belirlenmiş oldu.Meseleyi ‘kökünden halletmek’ için şiddet politikasının sürdürülmesini ve eğer iktidar olurlarsa HDP’yi kapatacaklarını övünerek anlatan Vatan Partisi bir yana bırakılırsa, geriye kalan Türk partilerinin hepsi, ağız birliği etmişçesine, Kürt meselesinin çözümü adına, ‘ana dilde eğitimi’ dile getirmenin ötesine geçmediler.
Yayınlanmış olan deklarasyonlara bakıldığında, ‘ana dilde eğitim’in ötesinde vaatlerde bulunan parti neredeyse yok gibi. Propaganda alanlarında da aynı manzara ile karşı karşıyayız. Bir iki gün önce Diyarbakır’da konuşan Erdoğan, herhangi bir Türk kentinde konuşuyormuş gibi davranmakta beis görmedi. Her zamanki hamaseti tekrarlamaktan, hatta ‘Kürt sorunu yoktur’ demekten kendini alamadı. İyi Parti Genel Başkanı sorunlu geçmişini nasıl örteceğinin hesabını yapmakla meşgulken, görünürde seçimleri önde götüren Muharrem İnce ise, oldukça ‘ince’ bir ayar peşinde: ‘Herkese üç dil öğreteceğiz: Türkçe, ana dil ve bir de yabancı dil!”
Peki Ya HDP?
Türk partilerinin bu minval üzere hareket etmesi ‘doğal’ fakat Kürt meselesinin çözümü adına duyarlı olan partiler de pek farklı değil. Gerek HDP’nin gerekse S. Demirtaş’ın deklarasyonları ortada. 23 Mayıs’ta Diyarbakır’da okunan deklarasyondan söz etmiyoruz elbette; adeta gayri resmi bir şekilde okunan bu eklektik deklarasyonda, ‘’üniter devlet içinde’’ bir çözümden söz edilmesi handikapına rağmen, Kürt meselesinin dile getirilmesi adına kimi olumluluklardan söz etmek mümkün. Fakat resmi bir nitelik taşıyan ve büyük bir gösteriyle Ankara’da deklare edilen seçim bildirgeleri, Türkiye ve Ortadoğu’unun en önemli ve büyük meselesi olan Kürt ve Kürdistan meselesine adeta gözlerini yumdu. Bu deklarasyonu hazırlayanlar, yüzyıldır büyük acılar yaşayan Kürt halkından çok, bütün olumsuzlukların müsebbibi olan devletin hassasiyetini dikkate almış olmalılar.
Olan biten söylemden ibaret değil kuşkusuz; pratikte yapılan da bundan farklı değil. Bir televizyon kanalına konuk olan HDP Eş Genel Başkanları’nın hazin hali dillerden düşmüyor. Kimileri sorulan soruların kasıtlı olduğundan yakınıyor. Olabilir; kastı aşan durumlar olabilir. Fox TV gibi devletin temel mantalitesine bağlı bir kanala çıkıyorsan, nelerle karşı karşıya kalacağını hesaplaman gerekir. Fakat mesele bu değil; mesele Kürt meselesi konusundaki örtülü tutumlardır ki sorulan sorular karşısında açmaza düşmek tamamıyla bununla alakalıdır. Oysa yanıtlanması en kolay sorular, Kürt meselesine ilişkin olan sorulardır. Nedense, bu sorularla karşılaşan politikacılar, henüz keşfedilmemiş kavramlarla cevap vermek için özel çaba harcamaktadırlar. ‘Evet, Kürtler vardır, yaşadıkları ülkeye Kürdistan diyoruz, bu düzenden memnun değiliz, eşitlik temelinde bir çözüm istiyoruz’ demek yerine, sorunu, devletin kabul edebileceği ‘makul’ bir çerçeveye sıkıştırmak için olmadık ve anlaşılmadık kavramlar kullanmak suretiyle meseleyi izah etmeye çalışıyorlar. Doğal olarak bu durum, her şeyi daha bir karmaşıklaştırıyor ve bu yola tevessül eden, ‘ne İsa’ya ne de Musa’ya’ yaranabiliyor.
Mesela Sayın Demirtaş’ın yanıtına bakalım
HDP’nin ‘Kürtlerin taleplerinden uzak durmak’ diye ifade edebileceğimiz bu tutumu devam ediyor. Gerek HDP ve gerekse S. Demirtaş, meselenin çözümü için anlaşılır öneriler sunmak yerine ne kadar çok Türkiyeli olduklarını kanıtlamakla meşguller. Son günlerde Facebook üzerinden hemen herkese ulaşan ve Fatih Portakal’a verdiği yanıtta S. Demirtaş bakın neler söylüyor:
"Burası hepimizin ortak evi, ortak vatanıdır. Türkiye’nin iyiliği hepimizin iyiliğidir. Bizler de bu toprakların öz evlatlarıyız ve her karışını seviyoruz. Ülkemizin her rengini, her kimliğini, her inancını kardeşimiz, eşit olması gereken yurttaşımız olarak görüyoruz. Türkiye’nin her yerinde az ya da çok oy alıyoruz, her yerinden destek görüyoruz. Bizi Türkiyeli yapan şey Türkiye’nin bütün kesimleri ile kurabildiğimiz diyalogdur. Türkiyeli olmakla “Türkçü” olmayı karıştırmamak gerekir. Biz ne Türkçüyüz, ne de Kürtçüyüz. Yüzde 0,1 oy alan ırkçı ve Türkçü bir partinin Türkiyeliliği sorgulanmıyor da yüzde 13 oy alan HDP’nin neden habire Türkiyeliliği masaya yatırılıyor ki? Biz ısrarla Türkiyeliyiz dedikçe ısrarla hayır değilsiniz diyerek ötelemenin kime ne yararı olabilir ki? Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusundan toplamda yüzde 1 bile oy alamayan MHP’ye kimse sen Türkiye partisi değilsin demiyor. Kürtleri yok sayarak ülke nüfusunun yüzde 25’ini yok saymış olan partilere de kimse sen Türkiye partisi değilsin demiyor. O halde HDP’yi de bu şekilde yargılamayı bir kenara bırakmalıyız artık. HDP’yi her türlü eleştiriye tabi tutalım ama ötekileştirmekten de uzak duralım. HDP Türkiye için önemli bir şans ve fırsattır. Daha iyi bir HDP için yapalım eleştirilerimizi, daha Türkçü olması için değil. Netice olarak HDP bir Türkiye partisidir ve bu da iyi bir durumdur."
Bu kısa yanıt, Kürt meselesinin ne olduğunu, bu mesele karşısında Türkün ve Kürdün nasıl bir ruh haline sahip olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Normal olan, her bir tarafın, kendi gerçek konumundan konuşması ve meseleyi olduğu gibi ortaya koymasıdır. Bu yapılmadığı müddetçe birinin ‘ben Türkiyeliyim’ diğerinin ‘hayır değilsin’ dediği rutin ‘diyalog’ devam edip gidecek ve Kürt halkı yaşamakta olduğu acılara yenilerini ekleyecektir.
İyi niyetli uyarılar işe yarar mı?
Sadece siyaseten değil, Kürt meselesinin doğru haliyle savunulması konusunda belirlenen kadronun da önemli olduğu aşikardır. Hazırlanan listelere bakarak derin bir iç çeken Sn. İsmail Beşikçi Kürtlerden çok Türk Soluna sesleniyor: ‘Onlar kendi menfaatlerinin farkında olmayabilir, bari siz onların gönüllü hamallığından rahatsız olduğunuzu dile getirin’ diyor.
Kuşkusuz bu acıma hissine dayanan iyi niyetli söylem, kimse tarafından dikkate alınmayacak çünkü yayınlanan deklarasyon ancak ve ancak bu tür kadrolar tarafından bile-isteye savunulabilir. Sn. Beşikçi de söyledikleriyle kalır.
Bir diğer ‘iyi niyetli’ yaklaşımı Sn. Vahap Coşkun gösterdi. İttifak sürecini de değerlendiren Sn. Coşkun, gayet açık olduğu halde ittifakın başarısızlıkla sonuçlanmasının nereden kaynaklandığı konusunda belli bir adresi işaret etmeyerek ‘tarafsız’lığı tercih etse de konu hakkında önemli analizlerde bulunuyor. Bunlardan biri de Türk solunun HDP üzerinden parlamentoya taşınmasını bir ‘kambur’ olarak görmesidir. Ancak bunun realiteyle uygun olduğunu söylemek pek mümkün değil. Her fırsatta ‘Türkiye Partisi’ olduğunu söyleyen HDP’nin bu kadro seçimi, siyasal hedefleriyle uyumlu gayet isabetli bir tercihtir.
Sn. V. Coşkun’un ne kadar yanıldığını anlamak için, Sn. Kadri Yıldırım’ın açıklamasına bakmak gerekir. HDP Milletvekili olan Sn. Kadri Yıldırım, kendi partisi de dahil hiçbir partinin Kürt meselesinin çözümü konusunda ciddi bir çaba harcamadığını, dile getirilen ‘ana dilde eğitim’ vaadinin ise tamamıyla demagoji ve oy toplamaya yönelik olduğunu belirttikten sonra, HDP hakkında fikir sahibi olmamız için şunu söylüyor: ‘Bütün ısrarıma rağmen, HDP’nin, Kürdoloji konusunda bir komisyon kurmasını sağlayamadım’.
Durum yeterince açık değil mi?
HAKPAR farklı mı?
Bir diğer sorunlu yapı ve tutum, HAKPAR’da gözlenmektedir. ‘’HDP, Kürdistani siyasal prensiplerinizi kabul etse bile onlarla görüşmeye de ittifaka da karşıyız’’ diyerek Kürdistani Seçim İttifakı içinde yer almayan HAKPAR, kendi görüşlerini kamuoyu ile paylaşmak amacıyla, 5 ilde bağımsız adaylarla seçimlere girme kararı aldı. Bu seçimlerin en önemli icraacı makamı olan CB seçimlerini ve bu 5 ilin dışındaki tüm illerde seçimleri boykot eden HAKPAR, 5 ilde sadece yasama görevi yapacak olan parlamento seçimleri için herkesten oy istiyor. HAKPAR, seçilmesi durumunda bağımsız adaylar vasıtasıyla neler yapacağını da bir deklarasyonla beyan etti.
Deklarasyonun tümünü ele alıp değerlendirmek konumuz dışındadır; benim üzerinde duracağım konu, Kürt meselesine yaklaşımı ve çözüm önerisidir.
HAKPAR’a göre Kürt meselesi, ‘…Türkiye Cumhiriyeti’nin en önemli meselesidir’ ve ‘Kürt sorununun özü’ de ‘devletin uyguladığı bu tekçi, inkarcı ve baskıcı politikalardır’. Doğal olarak teşhis yanlış olunca tedavi de yanlış oluyor. HAKPAR’a göre Kürt meselesinin çözümü de devletin baskı politikasından vaz geçmesidir.
Kuşkusuz TC’nin en önemli sorunlarından biri Kürtlerin asimilasyonu ve Türkleştirilmesidir, baskı ve yıldırma siyasetinin ana hedefi Kürtleri bu amacı doğrultusunda şekillendirmektir fakat Kürt meselesi dediğimiz olgu, uluslararası sömürge bir ülkenin, varlığı inkar edilen bir milletin, iradesine karşın egemenlik altında tutulmasıdır. Kürt meselesinin çözümü ise, egemenlik altında tutulan Kürt milletinin, kendi geleceğini belirleme hakkı temelinde onu egemenlik altında tutan ile eşit haklara sahip bir millet olarak kabul edilmesi ve bu temelde bir çözümün sağlanmasıdır. Bu, Kürtlerin ayrılması da dahil, kendi ülkelerine sahip olarak kendilerini yönetmesi anlamına gelir.
Kimileri, Kürt meselesinin çözümü konusunda HAKPAR’ın Federasyon önerdiğini söyleyebilir. Ancak bunun kafa karıştırıcı bir durum olduğunu belirtmek gerekiyor. Gerçekten de HAKPAR deklarasyonunda federasyondan söz ediyor; hatta örnek olarak ‘’Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, Belçika, Kanada, İsveç, Avusturya, Hindistan, Güney Afrika dahil birçok‘’ ülkenin federal bir yapıyla yönetildiğini hatırlatıyor. Burada HAKPAR’ın Almanya ve ABD gibi idari yönetime dayalı ‘’eyalet’’ sistemlerinden mi; yoksa Kanada, Belçika gibi coğrafi ve etnisiteye dayalı bir federal sistemden mi bahsettiği anlaşılmıyor. Birçok röportajda HAKPAR yöneticilerinin Almanya ve ABD’yi örnek verdiklerine tanık oluyoruz. Peki gerçekten de Kürdistan realitesine denk düşen federal sistem, Almanya’daki midir, yoksa Kanada, Belçika, İsveçre’deki midir? HAKPAR Seçim Bildirgesi’nde açık bir dille, iki millet, iki ülke esaslı eşit ortaklığa dayalı bir federasyondan değil, yukarda verilen örnekler üzerinden muğlak ve içeriksiz bir federasyondan bahsedilmektedir.
Ayrıca HAKPAR’ın, siyasal faaliyetlerde Kürdistan’a özgü kavram ve sembollerin kullanımı konusundaki tavrını da biliyoruz. Kendi parti isminde ve son dönemlerdeki birçok etkinliğinde bu kavram ve sembolleri kullanmaktan imtina eden HAKPAR, Seçim Bildirgesi’nde de bu konuda ‘’çekinceli’’ bir dil kullanmayı tercih etmiştir.
Sonuç olarak, Türk ve ‘Kürt’ partilerinin seçim bildirgelerinde zımni bir anlaşma varmış gibi, en ciddi ve önemli mesele olan Kürtdistan meselesini sumen altı etmeleri ya da teğet geçmeleri bu meselenin ortadan kalkacağı anlamına gelmiyor. Maddi şeyler, sizin onları görüp görmemenize göre var veya yok olmazlar; onlar, sizin iradeniz dışında vardırlar ve siz görmeseniz de üzerinize gelmeye devam ederler. Kürt ve Kürdistan meselesi, artık Türkiye’nin dışına taşmış, yapısı gereği uluslararası bir mesele halini almıştır ve onun çözümü de bu düzeyde cereyan edecektir. Kabul edin veya etmeyin bu gerçek bir gün kapınızı mutlaka çalacaktır.