Vahap Coşkun
Bir ifade, ahlaken kınanmayı gerektirebilir; fakat toplumdaki farklı grupların kınaması ve tartışmasıyla düzeltilecek bir ifadeyi hukuken cezalandırmak büyük bir yanlış olur. Eğer her hadsiz açıklamada veya her sakil beyanda kolluk güçleri insanların ağızlarını kapatmak için devreye girerse, bunun neticesinde herkesin özgürlüğü tehdit altına girer.
Komünizm ve Yahudilik karşıtı fikirleriyle bilinen Katolik Peder Terminiello, bir konuşma yapmak üzere Alabama Eyaleti’nin Birmingham şehrinden Chicago’ya gelir. Toplantısı kamuoyunun büyük ilgisini çeker; taraftarları toplantının yapılacağı konferans salonunu hıncahınç doldurur, karşıtları ise salonun dışında onu protesto eder. Terminiello’yu taşıyan araba salonun önüne geldiğinde, infial içinde bulunan ve sayısı tahminen 1500’ü bulan bir kalabalık arabanın yolunu kesmeye çalışır, Terminiello ve yanındakilere öfkeyle “Faşistler, Hitlerler, kahrolsun faşistler” diye bağırır.
Peder, itiş kakış içinde salona girer, ancak protestolar dinmez. Dışarıda, içeride konuşanların duyacağı yükseklikte sloganlar atılmaya ve küfürler edilmeye devam edilir, toplantı esnasında salona tuğla ve taşlar atılır. Polis, toplantı salonunun pencerelerini kıran ve arka kapıdan içeri girmeye çalışan kalabalığı kontrol etmek için güvenlik önlemlerini azami düzeye çıkarır. Nihayetinde Terminiello, ancak toplantının başlamasından yaklaşık 30-40 dakika sonra konuşmasına başlayabilir.
Sert bir konuşma yapar Terminiello. “Dünyanın her tarafını sarmakta olan komünizm dalgasında hepimizin boğulacağını” söyler; eski Başkan Roosevelt’in eşi Eleanor Roosevelt ve ABD Yüksek Mahkemesi Başyargıcı Harlan Stone’u, komünistlere hizmet etmekle suçlar. “Avrupa’nın terk ettiği şeyin kurtarıcısı” Franco’yu över. Kendisine karşı dışarıda bir araya gelenleri “yılanlar” ve “tahtakuruları”na benzetir ve onlara karşı asla hoşgörülü olmayacaklarını haykırır:
“Yatakta bir tahtakurusu varken ‘umurumuzda bile değil’ demek; ya da yatağın altına bakmış ve bir yılan bulmuşsak ‘hoşgörülü olacağım ve onu orada bırakacağım’ demek, işte bu türden bir hoşgörüdür. Biz dışarıdaki kalabalığa hoşgörülü olmayacağız. Artık hoşgörülü olmayacağız. Yeterince güçlüyüz. Artık onların pisliklerine hoşgörülü olmayacağız. Dimdik ayakta duracağız ve onların bize leke sürmelerine karşı duracağız.”
Terminiello, ABD’nin bir Yahudi tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu belirtir. Taraftarlarına, “Siyonist Yahudiler”, “ateist Yahudiler” ya da “komünist Yahudiler” dediği bu Yahudileri kınamaktan korkmamalarını salık verir. Yahudi korkusundan dolayı hiç kimsenin kendini üst kattaki odaya kilitlememesi gerektiğini söyler ve Amerikan Yahudisi olarak kabul etmedikleri Siyonist-Komünist Yahudilere burada yer olmadığını, onların geldikleri yere dönmelerini istediklerini vurgular.
Peder’in konuşmasına salonun içinden farklı tepkiler verilir. Biri, ona “Allah’ın belası yalancı” diye bağırır ve polis tarafından salonun dışına çıkartılır. “Yahudiler, zenciler ve Katolikler defedilecektir” diyen bir diğerine “Evet, Yahudiler, katildir, canidir. Eğer biz onları öldürmezsek onlar bizi öldürecektir” cevabı verilir. Keza salondan “Yahudileri öldürün!”, “Pis herifler!”, “Yahudileri Rusya’ya geri gönderin!” gibi sesler de yükselir.
“İfadenin işlevi, tartışmaya yol açmaktır”
Toplantının karışıklıklara sebebiyet vermesi nedeniyle Terminiello hakkında “her türlü huzur bozma”yı yasaklayan bir yasaya aykırı davrandığı suçlamasıyla dava açılır. Davayı gören mahkeme, jüriyi “toplumu öfkeye sevk eden, çekişmeye sebep olan, huzursuzluk hali meydana getiren veya karmaşa yaratan herhangi bir yanlış davranışın yasayı ihlal etmek manasına geldiği” konusunda bilgilendirir.
Peder, bu bilgilendirmeye itiraz etmez, ancak kendi davranışına uygulanan yasanın Federal Anayasa gereğince sahip olduğu özgür ifade hakkını ihlal ettiğini savunur. Peder, genel bir jüri kararıyla mahkûm edilir ve mahkûmiyeti İstinaf Mahkemesi ve Eyalet Yüksek Mahkemesi tarafından onanır. Bunun üzerine Peder Terminiello, ABD Federal Yüksek Mahkemesi’ne başvurur.
Yüksek Mahkeme, Peder’e verilen mahkûmiyet kararını bozar ve bunu yaparken de ifade özgürlüğüne dair çarpıcı değerlendirmelerde bulunur. Mahkemeye göre, toplumdaki sivil ve siyasi kurumların yaşaması, serbest tartışmaya bağlıdır. Bir toplumda iktidarın halkın iradesine hassasiyet göstermesi ve değişikliklerin barışçıl yollarla gerçekleşmesi de, ancak serbest müzakere ve özgür fikir alışverişiyle mümkün olabilir. İnsanların özgürce konuşması, fikir ve programlarını artırma hakkına sahip olması, özgürlükçü rejimleri totaliter rejimlerden ayıran en önemli ölçütlerden biridir.
“Yönetim sistemimiz gereğince, özgür ifadenin bir işlevi da tartışmaya yol açmaktır. İfade, huzursuzluk haline sebep olduğunda, bulunulan şartlardan hoşnutsuzluk yarattığında ve hatta halkı öfkeye sevk ettiğinde, gerçekten de yüce amacına en iyi şekilde hizmet etmiş olur. İfade, çok zaman, tahrik edici ve meydan okuyucudur. Önyargılara hücum edebilir ve bir fikrin kabulü yönünde propaganda yaptığında muazzam denecek ölçüde sarsıcı ve tedirgin edici etkilere sahiptir.”
Mahkeme, toplum için taşıdığı bu öneme binaen, ciddi ve somut bir kötülüğe dair açık ve mevcut bir tehlike ihtimali olmadıkça ifade özgürlüğünün sansüre ve cezalandırmaya karşı himaye edileceğinin altını çizer. Daha sınırlayıcı bir yaklaşıma yer yoktur; zira bunun dışındaki bir seçenek, yasa koyucuların, mahkemelerin ya da siyasi veya toplumsal baskı gruplarının fikirleri tek-tipleştirmesine neden olur.
“Kötü fikirler için uygun çare iyi fikirledir”
İfade özgürlüğünün hem birey hem de toplum için muazzam bir değeri vardır ama bu, ifade özgürlüğünün mutlak bir koruma göreceği anlamına da gelmez. Yüksek Mahkeme’nin, 1949’daki Terminiello kararından daha eski bir kararında -1927 tarihli Whitney v. California- ifade özgürlüğünün bir kişiye isteğini sorumsuzca ifade etmesi anlamında mutlak bir hak vermediği açıklıkla belirtilir. Bu özgürlük, her ifade tarzını dokunulmaz kılmaz ve kimseye hakkını kötüye kullanması halinde cezalandırılmasını önleyen dizginlenmemiş bir ruhsat vermez.
Mamafih bir ifadeye yaptırım uygulanması için gerekli olan sınırlar çok dikkatli ve elden geldiğince dar çizilmelidir. Çünkü ifade özgürlüğünün gereksiz bir şekilde bastırılması, demokrasi üzerinde telafisi zor tahribatlar yaratır. Yargıç Brandeis, bahse konu kararda, bu özgürlüğün hayati kıymetine bilhassa değinme ihtiyacı hisseder. Ona göre, gerek siyasal bir gerçeğin keşfedilmesi ve gerek zararlı bir öğretinin yayılmasının önlenmesini sağlayacak olan başlıca araç, ifade özgürlüğüdür.
Özgürlüğe karşı en büyük tehdit, pasifleştirilmiş bir halktır; bu nedenle bir konunun kamuoyunda tartışılmasından ürkmemek lazımdır. Kuşkusuz her özgürlük gibi ifade özgürlüğü de birtakım riskler barındırır ama bu risklerle başa çıkmanın yolu, yasakçılıkta değil, özgürlükte aranmalıdır.
“Düzen, sadece düzenin çiğnenmesine verilecek cezanın yarattığı korkuyla sağlanamaz; düşüncenin, ümidin, hayalin önüne engel dikmek tehlikelidir. Korku baskıyı besler; baskı nefreti besler, nefret istikrarlı bir hükümetin istikrarını tehdit eder; güvenliğe giden yol, varsayılan rahatsızlıkları ve önerilen çareleri serbestçe tartışma fırsatının varlığından geçer ve kötü fikirler için uygun çare iyi fikirlerdir.”
“İnsanları irrasyonel korkuların kölesi olmaktan kurtarmak”
O nedenle doğru tutum, kanunların sağladığı sessizliğe sığınmak yerine serbest tartışma ile ortaya çıkacak aklın gücüne inanmaktır. İnsanlar korkabilirler ama salt kötülük korkusu, ifade özgürlüğünün baskı altına alınmasını haklılaştırmaz. Ancak bir ifadenin ciddi bir kötülük ile sonuçlanacağına dair mantıklı bir sebep ortaya konulduğunda ya da acil bir durumun varlığı halinde, bu özgürlük alanının sınırlandırılması meşru görülebilir. Yerli yersiz korkuların, ifadenin yasaklanmasına gerekçe yapıldığı bir yerde, medeni bir yaşam tesis edilemez.
“İnsanlık cadılardan korktu ve kadınları yaktı. İnsanları irrasyonel korkuların kölesi olmaktan kurtarmak ifadenin bir fonksiyonudur.”
İfadenin yasaklanması çok ağır bir tedbirdir; dolayısıyla ancak bu ağırlığa denk düşebilecek bir zararı önlemek için bu tedbire başvurulabilir. Bir ifade, ahlaken kınanmayı gerektirebilir; fakat toplumdaki farklı grupların kınaması ve tartışmasıyla düzeltilecek bir ifadeyi hukuken cezalandırmak büyük bir yanlış olur. Eğer her hadsiz açıklamada veya her sakil beyanda kolluk güçleri insanların ağızlarını kapatmak için devreye girerse, bunun neticesinde herkesin özgürlüğü tehdit altına girer.
“Yanlışlıkları ve sefaletlikleri tartışma yoluyla ortaya çıkarma ve kötülükleri eğitim süreci ile önlemek için yeterli zaman varsa, uygulanacak çare, kamu gücünü kullanarak sükûneti sağlamak değil, daha fazla konuşmaktır.”
Ezcümle ifade özgürlüğü, önyargılarla yüzleşmeyi ve korkuların esiri olmamayı gerektirir. Düşüncesine güvenen biri, devletin veya toplumun bir kesimini inciten ve rahatsız eden bir söz duyduğunda hemen devleti sahneye davet etmez. Çünkü insanların devlet sopasıyla terbiye edildiği bir toplumda, demokratik bir toplumun vazgeçilmez unsurları olan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük oluşmaz.
Türkiye’de hemen her kesim hamasi söylemlere meftun ama beri yandan bu hamasi söylemlerin örtmediği bir özgüven eksikliği var. Ve ifade özgürlüğü açısından en temel sorunu da bu oluşturuyor; çünkü kendisi için azami ifade özgürlüğü talep edenler, etnik, mezhebi, dini veya ideolojik kırmızı çizgilerine dokunulduğunda, hemen yasakçı bir poz takınıyor. Kendi mahallesinden biri mağdur olduğunda özgürlük savunucusu kesilenler, karşı mahalledekilerin ağızlarına bant çekilmesini talep etmekte bir beis görmüyor.
Türkiye’nin sorunu budur; toplumun ifade özgürlüğüne ilkesel bir duruşla sahip çıkmamasıdır, yoksa Ahmet, Mehmet, Gülşen değil…
(Sözü edilen kararlar ve alıntılar için bakınız: ABD Yüksek Mahkemesi Kararlarında İfade Özgürlüğü, Derleyen: Zühtü Arslan, Liberal Düşünce Topluluğu Yayınları, Ankara, 2003, s. 78-92, 157-177.)
Perspektif, 2 Eylül 2022
https://www.perspektif.online/cadilardan-korkup-kadinlari-yakmak/