Fehim Taştekin
Rejim kadının örtünmesini, “ideal toplum inşa etme” hedefinin eksenine koyduğu için bundan geri dönemiyor. Meşruiyet krizine neden olacağı korkusu hâkim. Esasında İslam Cumhuriyeti’nin “toplumsal ve ahlaki bozulma” olarak gördüğü ne varsa zorunlu örtü bunları asla azaltmadı. Örtmesine de yetmedi. Amini’nin yaktığı ateş, kadınların kendi talepleriyle öne çıktığı bir öfkeyi temsil ediyor. Bu bakımdan özel bir başlık açıyor.
İran’da 1970’lerde kadınların artan oranda ‘çador’ (siyah dış giysi) giyinmesinin rejime karşı bir itiraz olduğu gerçeğini Şah’ın adamları kabul etmeye yanaşmıyordu.
Bugün iktidarı elinde tutan mollalar da kadınların başörtüsünü atıp meşaleye dönüştürmesinin İslami rejimin sonunu yaklaştıran bir manifesto olduğunu anlamak istemiyor. Bu isyanı “fitne”, “yoldan çıkma” ve “düşmanların komplosu” olarak görmeye devam ettikleri sürece kaçınılmaz sonu kendi elleriyle yakınlaştırıyorlar. Kurallara göre giyinmedikleri gerekçesiyle kötü muamele, hor görme, irşat adı altında aşağılama, kırbaçtan hapse varan hadlerle cezalandırma, direnenlere darp ve işkence çok sayıda kadının tecrübesiyle sabitken bunu inkâr öfkeyi daha da büyütüyor.
1979’daki devrime kadının kattığı dinamizm ne yazık ki kadının hanesine bir kazanç getirmedi. Çador solcuların tasfiye edilip “İslam Cumhuriyeti” adını alacak yeni rejimde adım adım kadının hapishanesine dönüştü. Mesele sadece iffet ve örtünme yasasıyla gelen dayatmalar da değil. Ceza kanunu ve medeni kanunla kadına karşı oluşturulan eşitsizlikler; hakta ve cezada kadını erkeğin yarısı yapan pratikler öfkeyi alttan alta besliyor.
22 yaşındaki Kürt kadını Mahsa (Jîna) Amini, İrşad Devriyesi (ahlak polisi) tarafından alıkonulduktan sonra darbın yol açtığı beyin travmasıyla öldü. Bunu da inkâr ettiler. Kırpılmış kamera görüntüleriyle sorumluları aklamaya çalıştılar. Bir kadın hiç yere öldü. Ölümü öfkeyi diriltti, sokakları yaktı!
16 Eylül’den beri çok simgesel atışlarla sisteme karşı bir meydan okuma dalgası yaşanıyor. Kadınlar saçlarını kesiyor. Saç kesmek çaresizliğin raddesi, esaslı bir reddiye. Kürtçede saçını kesen kadına “porkurê” denilir. Saçı kesik olan yas tutandır. 2014’te Şengal’de IŞİD’in yaşattığı soykırım sırasında saçlarını kesen Ezidi kadınlar görüldü. Sevdiklerini yitirenler, tecavüze uğrayanlar, kanatları kırılanlar çok değerli saçlarını keserek acılarını yüzümüze vuruyor. Tarihte Arap kadınının öfkesini ve erkek dünyasına karşı serzenişini simgeleyen saç kesme eylemleri de var.
ŞAH’IN BOTLARI MOLLALARIN AYAKLARINDA
“İslam Cumhuriyeti’nde işkence olmaz, olursa üstü örtülmez, sorumlusu affedilmez.” Bunu bizzat ben de yetkililerden duydum.
Sokaklarda kameralara yakalanan görüntülere rağmen bu tür savunmalarda ısrar var.
2018’de yine İran sokakları ısındığında yazmıştım; “Şah’ın kötülükleri, ardıllarının günahlarını artık silemeyecek kadar sünger özelliğini yitirdi.”
İslam’ın muhafazası için şiddet, tehdit ve tahdidi reva gören yaklaşım 2009’daki “Yeşil Hareket” sırasında da tekrarlanmıştı. Şiddetin doğurduğu karşı şiddet, “yasal” güçleri aklamaya yararken göstericilere ağır cezalar olarak dönüyor. “Yeryüzünde fesat çıkarmak”, “Allah’a karşı gelmek”, “fitneye karışmak”… Bu ateşe atılmayacak bir itiraz biçimi var mı?
Şah döneminde Savak’ın muhaliflerinin tutulup itiraflara zorlandığı işkence hanesini İbret Müzesi’ne çeviren “İslami İran”, kendinden sonra açılacak ibret müzelerine malzeme taşıyor.
Tahran’da 8500 kişinin işkence gördüğü eski Savak merkezinin girişinde dönemin İstihbarat Şefi Hüseyin Ferdust’u canlandıran balmumu heykeli var. Ferdust makam aracının arka koltuğunda oturmuş, Keyhan gazetesini okuyor. Manşet “Şah gitti!” Keyhan’ın şimdiki manşetleri zehir zemberek, kurşun yağdırıyor! Bu gidişle yeni manşet “Mollalar gitti” olacak. Ne zaman ve nasıl? Kim bilebilir?
Şah döneminden farklı olarak 43 yılda İslami rejimin sahip olduğu çok güçlü araçlar var. Şah’ın ordusu kitleler karşısında çözüldüğünde bir ideolojiyle yoğrulmuş ve ülkenin en kıymetli ekonomik varlıklarıyla tahkim edilmiş Pasdaran (Devrim Muhafızları) gibi bir paralel ordu yoktu. Sendikalardan meslek örgütlerine, okullardan cami ve mahalleye kadar her yerde ahtapot gibi örgütlenmiş Besic gibi milis gücü de yoktu. Bunun yanı sıra Şii inancı gereği insanların bağlılıklarını bildirdiği Ayetullahlar da kitle mobilizasyonunu garanti ediyordu. Medrese ve çarşı; 1979 kırılmasında tayin edici iki faktördü.
MEDRESE VE ÇARŞININ DURUŞU NEDİR?
Bugün ekonomik krizlere rağmen çarşı sessiz, tepkisiz. Belki direngen karakterini yitirdi; bazar bazar olmaktan çıktı. Peki sokaktan gelen baskılar karşısında mollaların ibresi neyi gösteriyor? Hepsi yekpare sistemin arkasında mı? Velayet-i fakih sistemi sayesinde dini lider Ayetullah Ali Hamaney’in sahip olduğu güçlü pozisyonuna rağmen medresenin yekpare olduğu sonucu çıkmıyor. Kum ve Meşhed’deki ulema sanki kelamdan tasarruf ediyor. Yarın ne olur bilinmez tabii.
İran içinde reformcu ve muhafazakâr kanatlarda Amini’nin ölümü hakkında farklı değerlendirmeler var. Kimileri İrşad Devriyelerine çeki düzen verilmesi ya da kaldırılması gerektiğini düşünüyor. Kimileri mevcut durumun sürdürülemez olduğunu belirtip toplumun bölünmesini önlemek için “reform kaçınılmaz” diyor. Sistem içinden gelen öneriler bunlar. Rejim kadının örtünmesini, “ideal toplum inşa etme” hedefinin eksenine koyduğu için bundan geri dönemiyor. Meşruiyet krizine neden olacağı korkusu hâkim. Yıllar içinde kadınlar başörtülerini geriye doğru kaydırarak ya da elbise kollarını kısaltarak kuralları aşındırdı. Bunu hoş görmekle baskılamak arasında gelgitler yaşandı. 2005’te sistematik denetimle ihlalleri bitirmek üzere İrşad Devriyeleri devreye sokuldu. Bakanlıklar dahil çok sayıda kamu kurumuna iffet ve örtünme yasası çerçevesinde görevler tevdi edildi. Bu önlemler de ipin ucunun kaçacağı korkusunun ürünüydü. Esasında İslam Cumhuriyeti’nin “toplumsal ve ahlaki bozulma” olarak gördüğü ne varsa zorunlu örtü bunları asla azaltmadı. Örtmesine de yetmedi. Devrimin vaat ettiği toplumsal refah, adalet, özgürlük ve yolsuzlukla mücadele hedefleri slogandan öteye geçemedi. İnsanlar kazanmak ya da var olmak için daha fazla sahtekârlığa itildi.
ÖFKE EVRİM GEÇİRİYOR?
Sistem içi tartışmalar bir değişim getirir mi? Zinde güçlerin tutumuna bakınca çok da umuda yer yok. Devrim Muhafızları istikrarı koruma konusunda kararlılık sergilerken yargıyı da kışkırtıcı unsurlara karşı daha sert önlemler almaya çağırıyor. Göstericilere karşı kitlelerle yanıt verme pratiği de tekrarlanıyor. 2009 ve sonraki kitlesel gösterilere karşı milyonluk gösterilerle rehberlik makamı had bildirmişti!
2009 öfkesinin öncüleri siyasal kesimler ve elitlerdi. Bugün liderlik, program ya da öncü kadrolar yok. Amini’nin yaktığı ateş, kadınların kendi talepleriyle öne çıktığı bir öfkeyi temsil ediyor. Bu bakımdan özel bir başlık açıyor. Elbette altında ekonomik ve siyasal motivasyonlar da var. İktisadi tabanlı meydan okumalara sıra geldiğinde itiraz cephesi muhafazakâr kesimleri de içine alarak büyüyor. 2018’de ilk patlamalar Kum ve Meşhed gibi muhafazakâr kalelerde yaşanmıştı. Yani kötü yönetim, yolsuzluk ve yokluğun biriktirdiği yaygın bir huzursuzluk rejimin İslami karakteriyle sorunu olmayan kitleleri de kapsıyor. Taşrada ekonomik ya da etnik tabanlı itirazlar kendi çeperlerinde eriyip gidiyor. Tahran ve Tebriz gibi kentlere ulaştığında işin rengi değişiyor.
Bugünkü gösteriler genel öfkenin bir parçası. Toplumun en az politize kesimleri örtü dayatmasının biriktirdiği kızgınlığı dışa vuruyor.
Daha önemlisi öfke evrimleşiyor. Anayasa Koruyucular Konseyi ile sistemin şüpheyle baktığı adayların yasal siyasi süreçlere girmesi engellenirken iktidar reformcu ve muhafazakâr kanatlar arasında el değiştirdi. Sadakatinden şüphe duyulan, men edilen ve sistem dışı sayılanlar da itirazlarını reformcu kanatlar üzerinden sandığa yansıttı. 2009’da sistem içinden gelen reformcu adaylar Mehdi Kerrubi ve Mir Hüseyin Musavi ev hapsine alınınca küskün kitlelerin artması rejimde meşruiyet kaygısını öne çıkardı. Mahmud Ahmedinejad’dan sonra Hasan Ruhani orta yolcu bir molla olarak iki dönem reformcu kesimlerin sistem içinde tutulmasına hizmet etti. Fakat hiçbir vaadinde başarılı olamayınca muhafazakârlar büyük bir hışımla ipleri ele aldı.
Her yeni gösteri dalgasında rejimin simgeleri daha cesurca hedef alınıyor. Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında Amerikalıların öldürdüğü Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin fotoğrafını gösterirken İran’da göstericiler merhumun portresini yırtıyordu. 2020’de Süleymani’nin cenazesindeki milyonlar dikkate alındığında bugünkü meydan okumanın ulaştığı keskinlik kendini gösteriyor. İnsanlar Ayetullah Ruhullah Humeyni ve Ali Hamaney’in kamu binalarındaki posterlerini parçalıyor. Öfkede ciddi bir radikalleşme. Önceki gösterilerde hükümetlerin politikaları eleştirilirken şimdi doğrudan sistem hedefe konuluyor.
REJİMİN MANEVRA KABİLİYETİ İLE KAÇ VİRAJ DAHA ALINIR?
Şah dönemini görmemiş nesiller, geçmişin kötülükleri üzerinden kendisine meşruiyet devşiren İslam Cumhuriyeti’nin gerekçelerine inanmıyor. İnsanlar parça parça sistemden kopuyor. Fiziken bulunmadıkları öteki dünyaları yaşayan yeni kuşaklar için velayet-i fakih bir şey ifade etmiyor.
İran’ın kendi iç gerçekliği dış gerçekliklerle perdeleniyor. İran’la hesaplaşmak isteyen düşman az değil. Boş da durmuyorlar. Rejim de ABD-İsrail-Suud ekseninden gelen girişimlere işaret edip rıza üretebiliyor. Gösterilerin ivme kazandığı bir sırada Devrim Muhafızları’nın Irak Kürdistan’ında konuşlu Komala Partisi ve (İran) Kürdistan Demokrat Parti unsurlarını bombalamaya başlaması benimsenen stratejiye dair fikir veriyor.
Gösterileri fitne ve kaos yaratma komplosu olarak resmedip şiddet ve cezaların dozunu artırarak bu dalgayı da atlatabilirler. Sadece bir süreliğine. Öfke boğmakla boğulmuyor.
Kaynak: Gazeteduvar