Cafer veya Can Göz’üm…

Diyar Budak

Sıcak bir Eylül günüydü, Kürdistanlı yurtseverler ağır bir baskı ve kırım ile karşı karşıya idiler. Aynen içinde yaşadığımız bu günler gibi. Bir avuç yurtsever insan askeri darbenin ayakları altında ezilmekteydi. Birçok şehir merkezinde kurulan sorgu tezgahları Kürde zulüm uygulayan işkencehanelerine  dönüşmüştü.

Bunlardan biri de korkunç bir merkez olarak bilinen Diyarbakır kolordusunun arkasındaki işkencehane idi. Burada göz altına alınan Kürdler, devletin kadrolu işkencecileri tarafından, hiç bir örgütsel fark gözetilmeden, istedikleri kadar işkence ve zulüm yapılmaktaydı.

İşkenceci görevliler, örgütler arası farkı bilecek kadar bilgili olmalarına rağmen işkence yapmaları için onların Kürd olmalarını yeterli görüyorlardı.

Devletin eline düşen her Kürd, her şeyden yoksun bir durumda tam bir köle gibi muameleye tabi tutulmaktaydı.

Kürdistan’da yürütülen illegal siyaset, daha hiç bir kazanım elde edilmemişken, bizim birbirimizi düşman görmemizi sağlamıştı. Siyaset kurumu, kitleleri birleştirmek için tutkal görevini görmesi gerekirken, tam tersine, kışkırtıcı ve ayrıştırıcı, bir dil ve yöntemin seçilmesi baskın gelmişti.

Kürde faydası olmayan bu siyasetin bile yalnızca devletin işine yaradığını, hatta TC menşeli olduğu bugün daha iyi anlaşılmaktadır.

Bir dönem Sovyetçilik- Maoculuk oldukça pirim yapmaktaydı. Sömürgeci devlet bu fırsatı bizleri bölmek için iyi kullanmıştı. Oysa ulusal demokratik sorunlarıyla cebelleşen Kürd halkına bu tür teorik söylemlerin kendilerine faydalı olmadığı, halkı ayrıştırdığı yaşanılarak görüldü.

Diyarbakır sorgusunda tanıdık birçok arkadaştık. Bunlardan Cafer Cangöz yakın köylümdü. Bir kaç aydan beridir gözaltının ağır koşullarında tutulmaktaydı. Cafer bizden birkaç hafta önce sorguya götürülmüş olmasına rağmen, yoğun işkence devam etmekteydi. Cafer’in elleri arkadan, sıkıca radyatöre bağlanarak geceleri yatması engellenmekteydi. Bazen günlerce yemek vermeyerek onu takattan düşürmek istiyorlardı.

Günlerce yemek verilmiyor, su ihtiyacı karşılanmıyordu. Yemek yasağı kaldırıldığında da çenesine aldığı darbeler nedeniyle, yediğini çiğnemekte zorluk çekiyordu. Verilen bayat somun ekmeği yutmasına gücü yetmemekteydi.

Uygulanan yoğun işkenceden dolayı, Cafer’in güç ve enerjisi tükenmekteydi. Bazen de takatsız bir şekilde yemeğe gelip, yiyemeden geri gidiyordu. Oldukça direngen bir tavır sergileyen Cafer daha önce de kaldığı sorgularda yoğun bir işkence görmüş ve bırakılmıştı. Ancak bu defa onun bu denli dirençli tavrını gören işkenceciler onun göz altı süresini 3 ay daha uzatmışlardı.

Her gün uzun süreli işkenceye tabi tutulmaktaydı. Ve gerçekten Diyarbakır’da, Cafer direnmenin ve işkencecileri yenilgiye uğratanların başında gelen biriydi. Eski Diyarbakır vekili Hasan Değer, Cafer’in dayanıklılığına, ilahi bir ruha sahip insan, demişti.

İşkenceci polisler, direnenlere “Caferleşme” demekteydiler.

Sorgu denilen yerde, işkenceciler Alevi ve sünnetsiz olduğumuz gerekçesiyle, ellerimizi arkadan radyatöre bağlamışlardı. Bunlardan biri şu anda Almanya’da birkaç yıldır tutuklu bulunan M. Elma olmak üzere, Hüseyin ve C. Cangöz’dü.

Oysa ki ben sünnetliydim. Daha ilk okula gitmeden bu işleme tabi tutulmuştum. Bazen mesai saati biten işkenceciler, evlerine gitmeden önce, “Tunceli’den gelen sünnetsiz Aleviler ayağa kalksın” deyip, gider ayak, saldırıp hırpalayarak, hınçlarını alıp gitmekteydiler. Tüm bu barbarlıklarına rağmen, ellerinde çocuk yaştaki esirlerin yanı sıra, 22-23 yaşlarına girmiş bizlerden korkmaktaydılar. Cafer Cangöz ömrünün yarısını zindanlarda geçirdi. Tansu Çiller’in ölüm timleri tarafında kaçırılıp öldürülmek istendi.

Devletin işkencede bile, bize karşı kullandıkları dil oldukça ayrılıkçı, ötekileştirici bir dildi. Ancak solculuk veya Kürdlük adına ”İhanetin Merkezi Dersim, Kemalizm’in Kalesi” deyip karalamak düşmana hizmet olduğu bilinmelidir. “Kürde devlet gerekmez”, Türk devleti, Kürdün de devletidir. “Türk bayrağı bizi de temsil ediyor” deyip Dersim’e “Kemalizm’in kalesi” demek kadar, ahlaki olmayan bir değerlendirme olamaz…

Cafer Cangöz, ülke değerinde bir direnişçiydi. Diyarbakır 5 Nolu deyince Mazlum ve diğer insanlarımız gibi ilk akla gelenlerden biri de Cafer’ dir. Mücadelesi unutulmamalıdır.

19 haziran 2005 Dersim’in Mercan dağlarında Türk devlet güçleri tarafından 17 arkadaşıyla katledildi.

Avrupa’ya kadar çıkmayı başarmış Cafer’i tekrar geri götürmek hangi üst akıl ve başka kimin işi olabilir ki?

Cafer’in hapis arkadaşı Hüseyin Aslan’ın dediği gibi:

‘Yara bere içinde inlerim

Hücrem demir, yürek demir, can demir…’

Cafer’in soyunda bir ululuk olduğuna şüphe yoktu….

Bir sabah kahvaltısında verilen zıkkım çorbalarını içmeye çalışırken, ben somun ekmeğin yumuşak olan iç kısmını, yemesi için Cafer’in önüne fırlatmıştım.

Oysa o bir Maocu ben ise bir Sovyetçiydim…

İkimiz de bu topraklara ait insanlardık.

Ancak savunduğumuz bu iki ideoloji de bizim topraklara ait değildi..

Cafer gibi yiğidi olan Kürd halkını, yoksa bu devlet   en son nasıl yener ki...