Gazetecilerin medya işverenleri karşısında haklarını güvence altına alan 212 sayılı Basın İş Kanunu’nun 10 Ocak 1961’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesi, Türkiye’deki basın özgürlükleri açısından önemli bir adımdı. Ancak gazeteciler için yeni haklar anlamına gelen bu yasa, gazete işverenleri açısından da yeni yükümlülükler demekti. Yasaya karşı çıkan dokuz büyük gazetenin patronu, ortak bir bildiri yayınlayarak “gazetelerimizi üç gün boyunca yayınlamıyoruz” dedi. Bunun üzerine İstanbul Gazeteciler Sendikası öncülüğünde bir araya gelen gazeteciler, bu üç gün boyunca “Basın” adıyla kendi gazetelerini yayınladı. Bu, belki de Türkiye’nin ilk patronsuz gazetesiydi.
Daha sonra 10 Ocak, Çalışan Gazeteciler Bayramı olarak kutlanmaya başladı. 12 Mart 1971 askeri müdahalesinin ardından gazetecilerin bazı hakları geri alınınca Çalışan Gazeteciler Günü olarak adlandırıldı. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS) yayınladığı bildiriye göre bugün yaşanan koşullarda, 10 Ocak, uzun süredir bir mücadele günü. Hak kayıplarının daha da arttığına dikkat çeken TGS, gazeteciler arasındaki işsizlik oranının yüzde 25-30 olduğunu tahmin ediyor.
Gazete Pencere Deneyimi
Türkiye’de son yıllarda medya kuruluşlarının önemli ölçüde el değiştirmesi ve değişen siyasi atmosfer, yıllardır büyük medya kuruluşlarında gazetecilik yapan birçok ismin bu yapıların dışında kalmasını da beraberinde getirdi. Kimi işten atıldı, kimi de değişen bu yapılar içinde gazeteciliği sürdürmek istemedi. Deneyimli gazetecilerin ana akım medya dışında kalması, yeni arayışları da beraberinde getirdi. İnternet teknolojisinin getirdiği olanakları da kullanan gazeteciler bireysel olarak ya da gruplar halinde kendi dijital medyalarını oluşturdular. Ancak mali olarak bu yapıların sürdürülebilirliğini sağlamak en önemli sorunlardan biri. Bu nedenle yeni gazetecilik oluşumlarının bazıları kısa süreli oldu, bazıları ise mücadelelerini sürdürüyor.
Bunlardan biri de hazırladığı günlük gazeteyi abonelerine PDF formatında gönderen Gazete Pencere. Genel Yayın Yönetmeni Yavuz Oğhan, Türkiye’de ilk özel televizyonların kurulmasıyla birlikte gazeteciliğe başlayan ve yıllarca büyük kuruluşlarda çalışan bir isim. “Değişen siyasi atmosferle” birlikte merkez medyanın dışına çıkan Oğhan, ardından beş yıl boyunca daha önce hiç yapmadığı radyoculuğa başladı. Sonra, “orada da çalışma imkanı olmayınca” bir grup meslektaşıyla birlikte Gazete Pencere’yi kurdu. Oğhan ayrıca Youtube üzerinden de haftada beş gün yayın yapıyor.
“Türkiye’de daha işin çok başındayız”
VOA Türkçe’nin sorularını cevaplayan Oğhan, “Türkiye’de gazetelere ilişkin çok ciddi şikayetler var. Bir yandan da dijital imkanlar var. Biz de PDF formatında bir gazete çıkaralım, bunu insanların e-maillerine, SMS’lerine gönderelim. Bakkala gidip gazete alma sıkıntısı yaşamasınlar dedik. Dağıtım tekelleri, kağıt ve mürekkep maliyeti olmasın dedik. Yola çıktık ve bir yılı bitirdik” dedi.
Patronsuz gazeteciliğin aslında okuyucu ya da dinleyicinin patron olduğu bir gazetecilik olduğunu belirten Oğhan, bunun için de okura haberin değerli bir şey olduğunu anlatmak gerektiğini söyledi: “Yani burada bu haberleri hazırlayan, bulan, servis eden insanların da bir hayatları olduğunu, onların da geçinmek için bir bütçeye ihtiyaçları olduğunu ve eğer okuyucu bu bütçeyi sağlarsa o zaman daha tarafsız haber alacağını anlatmak gerekiyor. Türkiye’de daha işin çok başındayız”.
“Şu ana kadar batmadık”
Oğhan, hiçbir fondan destek almadıklarını vurgulayarak, “Youtube yayınlarında normal Youtube reklam gelirleri var. Ayrıca dinleyicilerin destekleri var. Gazeteyi abonelik sistemiyle yürütüyoruz. Bireysel ve kurumsal aboneliklerimiz var. Ayrıca bazı özel günlerde reklam yoluyla gelir elde ediyoruz” diye konuştu.
Peki bu sistemin sürdürülebilirliği ne? Oğhan bu soruya şu yanıtı verdi: “Başlarken önümüzdeki iki, üç ayı göremiyorduk. Ama şu anda bu yılı da geçirebiliriz gibi görünüyor. Daha umutlu bir şekilde bakabiliyoruz önümüze. Ama zor tabii, üç, dört aydan sonrasını bilemiyorsunuz. Abonelikler nasıl gelişecek bilemiyorsunuz. Ufak tefek de olsa o reklam gelirleri olmazsa ne yapacağız bilemiyoruz. Sonuçta sayfa dizaynı, editöryal yapısı, Youtube yayınlarında çalışan insanlar diye baktığınızda epeyce insan da varız. Onu karşılamaya çalışıyoruz. Normal giderlerimizi karşılamaya çalışıyoruz. Şu ana kadar batmadık. Umarım bu sene de batmadan yürürüz”.
Yola çıkarken belli bir hesaplama yaptıklarını kaydeden Oğhan, buna rağmen çabalarının amatörce bir çıkış olarak görülebileceğini de sözlerine ekledi: “Hedef, büyük bir işletme oluşturmak, büyük fonlar alıp rahat bir yaşam sağlamak değildi. Burada bir açık var, bu açığı biz kapatabilir miyiz diye yola çıktık. Masrafları da minimumda tutunca yola devam edebileceğimizi gördük. Önümüzdeki günleri bilmiyoruz. Profesyonel bir şirket gibi bakamıyoruz. Gazeteci olarak benim işim de bu değil zaten. Ama bir şirket gibi profesyonel bakabilecek elemanlar da çalıştıramıyoruz. Çünkü öyle bir bütçemiz yok. Onun için kendi yağımızla kavrulmaya çalışıyoruz”.
Yeni gazetecilik modelleri
Aslında benzer girişimler küresel ölçekte uzun süredir gündemde. Gazeteciliğin dijital dönüşümü ve finansal sürdürülebilirliği konusunda çalışmalar yürüten gazeteci-araştırmacı Şükrü Oktay Kılıç, 2000’lerin başından itibaren “internetin dahi çocukları” olarak bilinen isimlerin geleneksel medya yapılarıyla dijital ortam üzerinden rekabeti başlattığını söyledi. VOA Türkçe’nin sorularını cevaplayan Kılıç, “Buzzfeed’ler, Huffington Post’lar gibi dijitalde doğan medya organizasyonlarıyla kısa sürede geleneksel New York Times’lara, Guardin’lara, Washington Post’lara rakip olacak büyüklüklere eriştiler.” Ancak Kılıç, bu geleneksel yapıların da dijital dönüşüme ayak uydurarak bu rekabetten güçlenerek çıktığını belirtti.
Kılıç’a göre, 2010’ların ortalarından itibaren gazetecilerin kendi medyalarını oluşturdukları yeni bir dalga geldi: “Burada çok daha farklı, yeni ve radikal modeller de ortaya çıkıyor. Kar amacı güdenler var, gütmeyenler var. Kooperatifler, gazeteci kolektifleri ortaya çıkıyor. Bunlar sadece medya sahiplerini değil, reklam verenleri de bir kenara koyup ‘Biz okurlarımızla direkt ilişki kuracağız, onlardan elde ettiğimiz gelirle finansal sürdürülebilirliğe ve tam bağımsızlığa erişeceğiz’ diyorlar. İşte Hollanda’da De Correspondent, Almanya’da Krautreporter gibi gazetecilik deneyimleri yaşanıyor. Başarılı olanları var, olamayanları var. Ama bu anlamda en azından epey ciddi bir çaba olduğunu görüyoruz.” Podcast’ler ve bültenlerin de bu arayışlarda önemli bir yer tuttuğunu kaydeden Kılıç, sosyal medyadaki takipçileriyle doğrudan ilişki kuran “influencer” gazetecilerin de arttığına dikkat çekti.
Kurumsallaşma ve finansal sürdürülebilirlik
Ancak Kılıç’a göre, Türkiye’deki benzer girişimler kurumsallaşma ve finansal sürdürülebilirlik açısından dünyadaki örneklerinden epey geride: “Türkiye’de gazetecilik hiçbir zaman yaptığı işle, sunduğu ürün, servis, hizmetle kendi başına yeten bir kurumsallığa erişemedi. Bunun dijitalde de sağlanamadığını görüyoruz. Bunun en önemli nedenlerinden biri de Türkiye’de gazetecilerin internetin yayıncılığı nasıl dönüştürdüğüne ilişkin ciddi bir altyapısı olmaması. Yeni yayıncılık modelleri, yeni gelir modelleri, okurlarla kurulan ilişkiler meselesine pek fazla kafa yormaması. Herkesin daha önceden gazetede veya televizyonda yaptığını internete taşıması”.
Kılıç, “Zaten gazeteciliğin kurumsal bir yapı olarak geliştiği ülkelerde geleneksel medyada sağlanan finansal sürdürülebilirlik şimdi dijital dünyada da farklı modellerle, konseptlerle, okurları ve yapılan işin niteliği odağa alınarak yeniden sağlanabilmiş durumda. Türkiye’de medya organizasyonları önceden medya sahipleri ya da reklam verenlere bağımlıydı. Bugün alternatif medya organizasyonları fonlara, bağışlara bağımlı. Finansal sürdürülebilirliği sağlayamadıkça aslında bağımsız gazetecilikten bahsetmek de pek mümkün olmuyor maalesef” ifadelerini kullandı.
New York Times’ın dijitaldeki en büyük gelirinin okurlardan elde edildiğini vurgulayan Kılıç, “Türkiye’de okur odaklı modelleri merkezine alan fazla medya organizasyonundan bahsetmek mümkün değil. Yeni yeni birkaç girişim var bu alanda. Ama onların da finansal sürdürülebilirliğe erişmek için planları, stratejileri, yayıncılık anlayışları yeterli midir, onu zaman gösterecek” dedi.