Cemil Gündoğan
cemil.gundogan@yahoo.se
Hükümetin, darbeciler karşısında duruma hakim hale gelmesinden sonra halkı ısrarla sokaklarda tutmaya çalışması, olaya dışarıdan bakanların pek anlayamadığı bir durum. Normalde müdahaleye konu olmuş bir hükümetin yapacağı ilk iş, merkezi kontrolü ele geçirdikten sonra askeri kışlasına, polisi karakoluna, halkı da evine yollayarak yaşamı normalleştirmeye çalışmak olur. Bu işi ne kadar hızlı başarırsa, otoritesine ilişkin içerde ve dışarda oluşmuş tereddütleri o kadar erken gidereceğini ve bununla bağlantılı ekonomik belirsizliklerle siyasi komplikasyonları daha kolay bertaraf edeceğini bilir. Fakat Erdoğan hükümeti böyle davranmıyor. Borsanın ve doların istikrarına yönelik bazı iktisadi tedbirler haricinde sakinleştirici davranmıyor. Halka, evlerinize girin çağrısı yapmıyor mesela. Tersine, “sokaklara çıkın,” diye teşvik ediyor. Hatta hükümet yanlısı bir yazarın “silahlarınızı alıp sokağa öyle çıkın” dediğini bile duyduk. Günün olmadık bir saatinde “filanca askeri üste hareketlilik var” türünden haberler uçurup halkta telaş yaratmak rutin bir şey gibi. Hiçbir şey yapılmasa, “Amerika Erdoğan’ı vurmak istedi!” diye sansasyonel haberler yazdırılıp bunun diplomasi koridorlarında konuşulması sağlanmaya çalışılıyor. Kısacası, Erdoğan kliği ekonomide sükunet siyasi alanda ise aksiyon istiyor. Peki, neden?
Bir darbe sonrasında nasıl davranılması gerektiğini bilmemesinden olabilir mi?
Sanmıyorum. Gerçi insanlar gibi devletlerin de aklını kaybettiği anlar vardır. Fakat buradaki iş akıl kaybına benzemiyor. Tersine, her şey hesaplı fakat riskli bir stratejinin varlığına işaret ediyor. Bu yazıda Erdoğan ve çevresinin sonu kanlı bitme ihtimali yüksek bu çılgın stratejisine değinmek istiyorum.
***
Görebildiğim kadarıyla hükümet kanadında bu konuda iki eğilim var. “Üç aylık OHAL ilan ettik, ama işimizi 1-1,5 ayda bitiririz,” mealinde konuşan birinci eğilim, darbe sonrası sürecin yukarıda özetlediğim normal formlar içinde yürütülmesine yatkın görünüyor. Reuters’e “OHAL’i üç ay daha uzatabiliriz,” diye demeç veren Erdoğan ise başka bir strateji tutturmuş görünüyor. “Bu şans bir liderin eline bin yılda bir sefer geçer. Böyle kritik bir anda tereddüt etmemek gerekir; neşteri olabildiğince derin vurmak gerekir ki, kurulacak rejim kalıcı olsun.” şeklinde özetlenebilecek bir strateji. Ekonomi dışındaki alanlarda aksiyon isteyen davranışlar, bu strateji içinde rasyonel bir nitelik kazanıyor.
Erdoğan’ın yeni stratejisi başarıya ulaşsa da rakipleri tarafından boşa çıkarılsa da önümüzdeki on yıllar boyunca Türkiye’nin ve Kürdistan’ın kaderini çok yakından ilgilendirecek sonuçlar üreteceği için üzerinde durmamız gerekiyor. Cevap aramamız gereken başlıca sorular şunlar:
1) Erdoğan’ın neşteri kimlerden oluşuyor?
2) Bu neşter kimlere vurulacak?
3) Neşter atıldığında bugün alanda bulunan güçlerin birbirlerine karşı ilişkileri ameliyattan nasıl etkilenecek ve bu durum neşteri ve onu elinde tutanları nasıl etkileyecek?
4) Ameliyatın dış ilişkilere etkileri neler olacak ve burada yaşanacak değişikliklerin alandaki güçlere ne gibi yansımaları olacak?
Soruları bakan bazı okurlar, “Eyvah, yine uzun bir yazı dizisi geliyor!” diye endişelenebilir. Gerçekten de her biri, üzerinde uzunca yazmayı gerektiren konular bunlar. Fakat tedirgin olmanıza gerek yok; bu yaz sıcağında insanlara geçen sene olduğu gibi kitap uzunluğunda dizi okutma niyetinde değilim. Böyle bir dizinin yararsız olduğunu düşündüğümden değil. “Bu görüşler ilginç; yazıktır, internet ortamında kaybolup gitmesinler, bir kitap haline getirelim,” diyerek müstakbel diziyi bir kitaba dönüştürmeyi önermesi muhtemel Vate Yayınevini ekonomik sıkıntıya sokmamak için. İnsanlar artık kitap okumuyor, olan bu tür idealist yayınevlerine oluyor. Bu nedenle uzun bir dizi yazıp yayınevinin vebaline girmek yerine arka planlarına fazlaca değinmeden ilk iki soruyu cevaplamakla yetineceğim. Son iki sorunun cevabı ise okurun hayal hanesine kalsın.
***
İlk sorudan başlayabiliriz. Erdoğan’ın elindeki neşterin çekirdeği, yıllar önce yazdığım gibi, Menderes’ten bugüne kadar hükümetler tarafından orduyu dengelemek için neredeyse kesintisiz biçimde palazlandırılmış olan polis ile son yirmi yılda özel bir orduya dönüştürülmüş imamlardan oluşuyor. Darbe girişimi vesilesiyle sokaklara çağrılan kitleler ise bu neşteri besleyecek ve bileyecek kaynaklardır. Bu çekirdek, ihtiyaç duyulursa, ruhsatlı silah dağıtımını kolaylaştıran bir yasa marifetiyle sivil milislerle takviye edilecektir. Suriyeli sığınmacı kitlenin arasına dağılmış olan ve Suriye’deki savaş sonlandığında sayıları muhtemelen daha da artacak olan Suriye iç savaşının şeriatçı katillerinden ek birlikler oluşturmak da aynı bağlamda düşünülebilecek tedbirler arasındadır. Tıpkı Irak’taki yönetimin Afganistan veya İran kökenli Şii milisler kullanması veya Beşar Esat yönetiminin Hizbullah militanlarını istihdam etmesi gibi.
Neşterin kimlere atılacağı sorusuna gelince, burada önce neşter atarak varılmak istenen hedefe bakmamız gerekir. Erdoğan önderliğindeki İslamcı kadro, yuvarlak hesapla 2010 yılına kadar iktidara yerleşme çabasını önde tutuyordu. O tarihten sonra ise 2023’te tamamlamayı umdukları yeni bir rejim kurmakla meşguller. Bu iş şimdiye kadar bazen normal (hukuki) yollarla bazen de zorla tasfiye yoluyla yürütülüyordu. Fakat son darbe girişimi işin seyrini değiştirdi. Darbecilerin başarısızlığı, Erdoğan’ın bu emellerini daha kısa sürede gerçekleştirmesine uygun koşullar yarattı. Neşteri olabildiğince derin vurup kalıcı bir rejim değişikliği yapmak imkân dahiline girdi. Şimdi gündemde olan M. Kemal’in cumhuriyetin başlangıcında yaptığına benzer bir ameliyattır.
Biliyorsunuz, M. Kemal, padişahın Müttefiklerle işbirliği yapmasını fırsat bilerek 1922’de hanedanlığı ilga etmişti, iki yıl sonra da şeriat mahkemeleriyle dini okulları kapatıp Halifeliği lağvetti. Sistemin sosyo-ekonomik temellerine fazlaca dokunmayan bu tür hamleler, gerçekte uzun sürecek rejim kurmayı hedefleyen bir ameliyatı ifade ediyordu. Atatürk, savaşı kazanmış olmasının verdiği tarihsel fırsatı kullanarak neşteri olabildiğince derinden vurmaya çalışıyordu. 1928’de Arap alfabesini yasaklayarak eski elitin elindeki kültürel ve sembolik sermayeyi bir gecede sıfırlaması, neşterin daldığı derinlikler hakkında bir fikir verebilir.
İttihatçı neşterin bu keskin manevraları, uzun süreli bazı çelişkiler ve çatışma alanları yaratsa da yeni kurulan rejimin bir asra yakın yaşamasına da olanak sağladı. Dinci iktidarın bugünlerde “doksan yıllık parantez” dediği şey, işte o derin İttihatçı neşterin ürünüydü.
Erdoğan’ın yeni stratejisi de genel hatlarıyla buna benziyor. Erdoğan darbe girişimini fırsat bilerek neşteri olabildiğince derinden vurmak ve bu sayede hiç olmazsa yüz yıl sürebilecek yeni bir rejim inşa etmek istiyor. Buna isterseniz dinci parantez diyelim.
Bu ikinci parantezi bazıları başkanlık sistemi olarak adlandırıyor, bazıları ise halifelik olarak. Adına ne derseniz deyin böyle bir parantez için neşter atmanın yetmeyeceği, neşterin derinden atılması ve uzunca bir süre çalışması gerekeceği açık. Konuyla ilgili bir fikir edinebilmek için M. Kemalin neşterine bakabiliriz. M. Kemal, Batılı devletlerin desteğini almış olduğu halde neşteri 1922’den 1938 Dersim kırımına kadar çalıştırmak zorunda kalmıştı. Zaten kendisi de o yıl öldü.
Burada tartışılan konu, Erdoğan’ın bu ameliyatı başarıp başaramayacağı değildir. Tartışılan, Erdoğan’ın şu andaki stratejisidir. Hiç şüphe yok ki, sözü edilen ameliyat kolay değildir. İşin zorluğunu Erdoğan da biliyor olmalıdır. Radikal bir rejim değişikliğinin içeride çatışmalara sebep olacağını, bu çatışmadan galip çıksa bile, yeni rejimi uluslararası sisteme eklemlemedikçe ayakta kalamayacağını muhtemelen o da biliyordur. Fakat şu anda arkasında bulunan halk desteğini eğer sokak basıncıyla, polisin ve MİT’in estireceği terörle ve bazı ekonomik tehdit ve yemlemelerle pekiştirebilirse içerideki direnişi kırabileceğini ve buradan elde ettiği güç ve konumla bir sonraki adımda yeni rejimin dışarıyla olan sorunlarını da çözebileceğini hesaplıyor olmalıdır. İçeride oldukça sert davranırken Batı’ya karşı ipleri koparma derecesine vardırılmayan bir gerilim politikası izlemesi, böyle bir düşüncenin ifadesi olabilir. Herkesin “Tamam, darbe bastırıldı; artık normalleşeceğiz.” diye beklediği bir sırada Erdoğan’ın OHAL ilan etmesi, resmi işkence yapma süresini otuz güne çıkarması türünden tedbirler buna işaret ediyor.
Bu durumda bize, havaya kaldırılmış olan neşterin içeride kimlerin boynuna indirileceğini sıralamak kalıyor. Yaygın kanaate göre bunlar Gülenciler, Kürtler, Aleviler, solcular, Erdoğan diktatörlüğüne boyun eğmeyen Türk milliyetçileriyle liberallerdir. Liste doğrudur fakat eksiktir. Gerçekte bu gruplara dahil olsun veya olmasın, yeni rejimin inşasında sorun çıkaran herkes neşterin hedefi durumundadır. Daha da önemlisi, dinci parantezin uzunluğu, neşterin ineceği boyunların ne kadar derinden kesileceğine bağlıdır. Fakat neşterin işlemesi bazı ön koşullara bağlıdır. Bu koşullar, kurbanlarla ilgili listeyi revize etmemiz gerektiğini söylüyor. Gelecek yazıda buna bakalım. Söz veriyorum, uzun bir yazı olmayacak.
2016-07-26