PAK Genel Başkanı Mustafa Özçelik İle dobra dobra bir Söyleşi
İkinci Bölüm
Rûpela Nû: CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin milletvekillerinden Enis Berberoğlu’nun daha önce yargılandığı ‘’MİT Tırları Davası’’ndan aldığı 25 yıl ceza nedeniyle tutuklanmasından sonra, ‘’Adalet Yürüyüşü’’nü başlattı. Bu yürüyüşü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mustafa Özçelik: Türkiye ilginç bir ülke. Her şeyin ‘’Türk Tipi’’ var. ‘’Türk tipi başkanlık’’, ‘’Türk tipi millet’’, ‘’Türk tipi demokrasi’’, ‘’Türk tipi vicdan’’…. Kemal Kılıçdaroğlu bir Kürt ama partisi CHP de ‘’Türk tipi sosyal demokrat’’ ve Kılıçdaroğlu’nun ‘’Adalet Yürüyüşü’’ de ‘’Türk tipi adalet’’ anlayışının somut bir göstergesi.
Üstelik bu ‘Adalet arayışı’nın bir müsebbibi de bizzat Kılıçdaroğlu’nun kendisi! Bildiğiniz gibi, Milletvekili Dokunulmazlıklarının kaldırılması gündeme geldiğinde Kılıçdaroğlu, ‘Anayasaya aykırı ama dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde oy kullanacağız’ demişti. Kılıçdaroğlu, kendi safından insanların fedası pahasına, devletin, Kürtlere indirmek üzere kaldırdığı balyozun hızını kesmemek için bu gayri hukuki kararın tecelli etmesinde gönüllü olarak rol aldı. ‘Söz konusu vatan ise gerisi teferruattır’ diyen bir zihniyetin temsilcisi olan Kılıçdaroğlu, kendi ailesinden katledilenleri dahi ‘zamanın koşulları içinde normal’ karşılarken, dokunulmazlıkların kaldırılmasının ardından gündeme gelebilecek bu türden ‘arizi vakalar’ karşısında mı şaşıracak!
Elbette ki hayır! Kılıçdaroğlu’nun kaygısı E. Berberoğlu gibilerin tutuklanması değil, bu türden tutuklamaların giderek toplumda çaresizliğe yol açmasını rejim adına tolere etmek, yine milletin ve devletin bekası için yollara düşmektir. Bu koşullarda bile adaletsizliğin ne olduğunu anlamak için bakılacak ilk örnek Kürtler olduğu halde Kılıçdaroğlu ısrarla bu açık adaletsizliği görmezden gelmeyi tercih etmektedir.
Kürt dili ve Kürtlerin varlığını dile getirmenin bile ‘’ırkçılık’’ ile itham edildiği, binlerce Kürtün öldürüldüğü, Kürt köyleri, şehirleri, dağlarının bombalandığı, boşaltıldığı Türkiye Cumhuriyeti’nde, Ana Muhalfet Partisi’nin lideri bütün bunları görmezden gelirken, hatta bu siyaseti açık bir şekilde desteklerken, şimdi ‘’Adalet’’ için yürüyor.
Bırakalım geçmişi; daha dün Kürdistan’da halkın oyuyla seçilen belediyelere kayyum atanırken, HDP’li milletvekilleri ve binlerle ifade edilen insan cezaevlerine atılırken, onbinlerce insan işinden atılırken, dernekler kapatılırken, OHAL ile her şey bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak emirlere endekslenirken, Kılıçdaroğlu’nun aklına ‘’Adalet’’ gelmiyordu.
AKP, CHP, MHP ‘’Tek vatan, tek bayrak, tek millet, tek devlet’’ için ‘’Yenikapı Mitingi’’nde, ‘’Anayasa’yı savunma’’da yarış halindeyken, ‘’Adalet’’ Kılıçdaroğlu’nun aklına gelmiyordu.
Artık biliyoruz ve Kılıçdaroğlu’nun bir kez daha kanıtladığı üzere, Türkiye’de ‘’Adalet’’in sınırı, ‘’Türk’’ olma sınırıdır. Anayasaya göre bile ‘’Türk’’ değilseniz, “muhatap olacağınız her türlü Adaletsizliğe layık”sınız .
Çifte standartlı yaklaşımın böylesinin yaşam tarzı haline geldiği başka bir ülke var mıdır acaba?
Biz, düşünce, örgütlenme ve inanç özgürlüğünü elbette ki herkes için istiyoruz. Kürdistan’daki savaşın açık savunucu ve destekçisi Enis Berberoğlu için bile, düşünce özgürlüğü kapsamında özgürlük istiyoruz. Düşünce ve örgütlenme özgürlüğü, katliam, soykırım özgürlüğü ile karıştırılmamalıdır. ‘’Türk tipi düşünce özgürlüğü’’ aslında ‘’İnsan öldürmeyi, katliamı meşrulaştırma özgürlüğü’’dür. Ve bu da aslında insanlık suçu kapsamındadır.
Kuşkusuz , sorunların konuşarak çözülebileceği, özgürlüğün, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinin yürürlükte olacağı bir ortamı isteriz ve bu kapsamda olduğu sürece her türlü demokratik eylemi olumlu karşılar, gerektiğinde destekleriz. Haksızlıkların ve açık katliamların muhatabı olan Kürt halkının adalet için mücadele etmeyeceğini düşünmek abes ile iştigaldir. Fakat, Kılıçdaroğlu’nun mevcut ‘Adalet Yürüyüşü’nün bu standartlarda olduğunu söylemek, gerçeği göz ardı etmek olur.
Bu nedenle Kürtleri, Kılıçdaroğlu’nun ‘’Adalet’’ yürüyüşüne katılmaya çağıran her tutum, bu ‘’Türk tipi adalete’’ angaje etme gayretidir. Kürtler bu çifte standartlı siyasetçilere kan vermemelidirler. 94 Yıldır Türk Devleti’nin paradigması CHP’nin ‘’tek tip’’çi anlayışıdır.
‘’Savaşa, OHAL’e hayır, siyasal çözüme evet’’ demeyen, Kürtlerin varlığını, ulusal demokratik hak ve özgürlüklerini kabul etmeyi yasal ve anayasal güvencelere kavuşturmayı savunmayan hiçbir girişim ‘’adil’’ değildir.
Mevcut iktidarın OHAL adı altında tüm özgürlükleri yok sayan, şiddeti, savaşı, çözümsüzlüğü derinleştiren siyasetinin alternatifi, ‘’Adaletsiz Adalet yürüyüşleri’’ değildir.
Kürt ve Kürdistan halkı artık ‘’Türk’’ partilerini ve onların şoven, adaletten yoksun, demokrasi karşıtı siyasetlerini desteklemekten vazgeçmeli, kendi partilerine, kendi çıkarlarını savunan siyasetlere sahip çıkmalıdırlar.
‘’Türk tipi Adalet’’ için değil, evrensel insanlık değerlerine dayalı ‘’Adalet’’ için Türk, Kürt tüm halklar el ele verebilirler. Bunun ilk adımı da , herşeyden önce Türk halkının , ‘’Türk tipi adalet’’’ anlayışından kendisini kurtarıp, Kürtlere ‘’adil’’ bir yaklaşım sergilemesinde geçer.
Rûpela Nû : Son günlerde KNK (Kongreya Netewî ya Kurdistanê-Kürdistan Ulusal Kongresi)) tekrar ‘’Ulusal Kongre’’yi gündemleştirmeye başladı ve bu konuda bazı görüşmelerde bulunuyor. Ulusal ittifak ile bağlantılı bir konu olması anlamında siz ‘’Ulusal Kongre’’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mustafa Özçelik: Kürtler arası diyalog, işbirliği, ittifak ve sorunları gidermeye yönelik olarak kimden ve nereden gelirse gelsin atılacak her adımı PAK desteklemiştir, bundan böyle de önyargısız destekleyecektir.
KNK’nin ‘’Ulusal Kongre’’ ile ilgili son girişimine gelince, aslında KNK bu girişimiyle kendi varlığını da tartışma konusu yapmaktadır. KNK kendisini zaten ‘’Ulusal Kongre’’ olarak tanımlıyor. Peki KNK Ulusal Kongre ise, o zaman neden yeni bir ‘’Ulusal Kongre’’ organize etmeye çalışıyor?
KNK’nin bileşimi, oluşum şekli ve rolü itibariyle bir Ulusal Kongre niteliği taşımadığı açıktır. Ulusal Kongre niteliği taşımayan bir oluşuma bu adı ve misyonu yüklemek doğru değildir.
KNK’nin, ileriki süreçlerde oluşabilecek Ulusal Kongre yolunda isim karmaşasına yol açmamak için, kendisini fesh etmesi en doğru ve en yapıcı tutum olacaktır. KNK içinde yer alan kesim ve şahsiyetler de bulundukları parti ve gruplar ekseninde Ulusal Kongre için çalışmalıdırlar.
‘’Ulusal Kongre’’ onlarca yıldır Kürtlerin gündemindedir. Son 40 yılda bazı siyasal partiler arasında bu doğrultuda girişim ve işbirlikleri de oldu. Ama bugüne kadar hep söylemde kalmış bir ‘’ihtiyaç’’ olarak Kürtlerin gündemini işgal etmektedir. Ulusal Kongre aslında dört parça Kürdistan arasındaki ilişkiler açısından en üst ve kapsayıcı organdır.
Ama Ulusal Kongre’nin tarifi ve içeriği konusunda Kürt siyasal partileri arasında bizce çok farklı yaklaşımlar vardır. Sadece içerik açısından değil, gerçekleştirme yol, yöntem ve hukuku açısından da ciddi farklı yaklaşımlar söz konusudur.
Ulusal Kongre için denilebilir ki bugüne kadar atılmış en etkili ve gözle görülür adım, 2013 yılında Kürdistan Bölge Başkanı Sayın Mesud Barzani’nin çağrısıyla gerçekleşti. Ama bu girişim yarım kaldı. Girişimin yarım kalmasının nedenleri konusunda değişik taraflarca değişik nedenler dile getirildi.
Ulusal Kongre’nin Başkanlığı, delege sistemi, yönetim ve yürütmeye dair sorunlar vb. konular Ulusal Kongre’nin yarım kalmasının gerekçeleri olarak kamuoyuna yansıdı. Elbette ki bu gerekçeler göz ardı edilemez. Ama ‘’Ulusal Kongre’’ çalışmasının başlatıldığı süreçteki konjonktür, PKK’nin silahların bırakılması konusunda Türkiye ile yeni bir süreç başlatacağının gündemde olması, PDK, PKK ve Türkiye Devleti’nin ilişkileri de bu sürecin başlamasında da, yarım kalmasında da etkili olmuştur diyebiliriz.
Ulusal Kongre’nin temel prensipleri ile Kuzey Kürdistan’da ulusal ittifakın temel ilkeleri bizce aynıdır. Yani ulusal ittifak için dile getirmiş olduğumuz 5 prensip, aslında Ulusal Kongre’nin de temel prensipleridir.
Belki de bu girişimin yarım kalmasının temel anahtarı dile getirdiğimiz bu 5 prensipte saklıdır. Acaba Kürdistan’ın dört parçasındaki partilerin siyasal duruşları ve birbirlerine olan bakış açıları ile bölge devletleriyle olan ilişki şekil ve düzeyleri böylesi bir Ulusal Kongre’ye uygun muydu?
Objektif bir yaklaşım ile sorunu ele alacak olursak, cevabımız negatif olur.
PDK, YNK ve PKK’nin Türkiye, İran ve Irak ile olan değişik düzeydeki ilişkileri devam ederken, bu partilerin Kürdistan’ın herhangi bir parçasına, o parçanın özgün koşullarına göre bir siyasi statü istemeleri mümkün müdür?
Güney Kürdistan’da Federe bir Devlet’in varlığı, bu Devletin yönetimini oluşturan partilerin bölge devletleriyle olan ilişkileri, devlet olmanın gerektirdiği kimi zorunluluk ve hassasiyetler, Ulusal Kongre’nin çehresini değiştiren asli faktörlerden biridir.
Tabii ki sorun sadece bununla da sınırlı değildir.
PKK’nin Şengal’de ve Güney Kürdistan’ın diğer bölgelerinde Kürdistan Bölge Hükümeti ve Parlamentosu’nun iradesini yok sayan siyasetiyle Ulusal Kongre toplamak mümkün müdürü?
PYD’nin Hewler ve Dıhok Mutabakatları’nı hiçe sayarak, kendi yönetimini herkese dayattığı, ENKS ve diğer Kürt partilerini kapattığı, üyelerini tutukladığı bir ortamda Ulusal Kongre toplamak mümkün müdür?
Kürt milletinin varlığını ve Kürdistanı esas alan, Kürdistan’a siyasal statü isteyen bir anlayış yerine, PKK’nin, HDP’nin dile getirdiği ‘’Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Ulus, Ortak Vatan’’ , ‘’Ulus devlet devri geçmiştir’’ söylem ve siyasetiyle Ulusal Kongre toplamak mümkün müdür?
Evet, reel durum ve Ulusal Kongre’nin muhatabı olan partilerin gerçeklikleri, birbirleriyle olan ilişki düzeyleri, kimilerinin ulusal demokratik bir çizgiye aykırı bir siyaset izlemesi; tanımlandığı şekil ve içeriğiyle, ‘’en üst ulusal organ’’ anlamında bir Ulusal Kongre’ye yol vermiyor.
Rûpela Nû: O halde Ulusal Kongre gerçekleşmesi mümkün olmayan bir ‘’hayal’’ midir? Kürtler Ulusal Kongre’yi gündemlerinden çıkarmalı mıdırlar?
Mustafa Özçelik: Hayır, elbette ki sorun söylediğiniz kadar ‘’umutsuz’’ değildir. Ulusal Kongre bir ‘’hayal’’ değildir. Ama Ulusal Kongre’nin gerçekleşmesine engel olan sorunlar objektif bir şekilde kabul edilirse, buna göre çözüm yolları da oluşturulabilir.
Belki de bu amaçla çizilecek yol haritası, değişik aşamalara ayrılabilir. Hemen Ulusal Kongre yerine farklı yöntemler geliştirilebilir. Yani dile getirdiğimiz sorunlar, gerçeklikler bizleri karamsarlığa sürüklememelidir. Bu gerçeklik, Kürdistan’ın dört parçası arasında hiçbir ilişki ve ortak kurumsallaşmanın olmayacağı anlamına gelmemelidir. Mesela genel olarak dillendirilen Ulusal Kongre yerine, bugün Ulusal Demokratik Koordinasyon adı ile bir iç hukuk oluşturulabilir. Bu Koordinasyon daha çok dört parça Kürdistan arasında yardımlaşma, dayanışma, işbirliği ve sahiplenme temelinde olmalıdır.
Böylesine bir Koordinasyon için genel olarak Kürtler arasında demokratik anlayış ve ilişkiyi esas almak, sorunları demokratik usul ve yöntemlerle diyalog içinde çözmek vb. gibi ilkelerden hareket edilebilir. Kürdistan’ın her parçasındaki kazanımları sahiplenmek, korumak, dayanışma duygusu içinde olmak esas olmalıdır. Ve her şeyden önce, tüm etnik, sosyal, dinsel, mezhepsel ve siyasal kesimlerin birbirlerinin varlığına, hak ve özgürlüklerine saygıyı bir yaşam biçimi olarak benimsemeleri önemlidir. PAK olarak bugün bu tür bir ön çalışmanın daha yararlı olabileceğini düşünüyoruz.
Elbette ki mevcut partiler arası ilişkiler bu prensipleri bile yeterince uygulamaya ne yazık ki elverişli değildir; ama uygulanma olasılığı daha fazla olan bir programdır. Ulusal Kongre’ye giden yol, Ulusal Demokratik Koordinasyon’un bu prensipleriyle döşenebilir.
Ulusal Kongre yerine dile getirdiğimiz Ulusal Demokratik Koordinasyon için her parça öncelikle kendi içinde, dile getirdiğimiz prensipler temelinde bu Koordinasyonun alt yapısını oluşturmalıdır. Kürdistan’ın her parçasında bu mutabakat sağlanamazsa ne Ulusal Demokratik Koordinasyon ne de Ulusal Kongre sağlıklı bir zeminde oluşturulabilir.
PDK, YNK ve PKK’nin, tek tek parçalarda alt yapı oluşturulmadan, merkezi olarak sadece kendi aralarında anlaşarak yapacakları girişimlerin, atacakları adımların, amacına ulaşamayacağını yaşanan tecrübeler bir çok kez göstermiştir. Bu anlayış ve yöntem ile bazı platformlar oluşturulsa bile, bu, hedeflenen amaca hizmet edemeyecek, bizleri o hedeflere ulaştıramayacaktır.
Ulusal Kongre, bir milletin en üst değer ve mutabakat organıdır. Hem Ulusal Kongre’nin ruh, anlayış ve gerçekliğinden uzak bir tutum sergilemek, hem de olur olmaz yer ve zamanda Ulusal Kongre’yi gündeme getirmek, aslında bir milletin en değerli bu üst kurumunun anlam ve önemini de zedeler. Bu tür ulusal değerleri bir yap-boza dönüştürerek, grupsal çıkarlar için bu değerler ile oynayarak, değersizleştirmemek lazım.
Rûpela Nû: PAK her vurgusunda kendi kendisini yöneten bağımsız bir parti olduğunu söylüyor. Hiçbir partiye düşmanlık temelinde siyaset yürütmediğinizi söylüyorsunuz. Bu söylemlerle ne demek istiyorsunuz? Biraz açıklık getirebilir misiniz?
Mustafa Özçelik: PAK kurulduğu günden beri ekonomik gücüyle, yönetimiyle, siyaset üretimiyle, kendi Kongresi ve Parti Meclisi dışında hiçbir kişi ya da partiye iradesini tabi kılmamıştır. Kendi yönetici ve üyelerinin fedakarlığıyla çalışmalarını yürüten bir partidir PAK. Ve hiçbir partinin seksiyonu değildir.
Evet, PAK hiçbir partiye düşmanlık temelinde siyaset yürütmediği gibi, günü birlik, başka partilerin siyasetlerine endeksli bir şekilde, bir uçtan bir uca savrulan bir pratik de sergilememiştir. Hep kendisi olmuştur.
PAK başka partilerin yanlış siyasetlerinin yamacısı, onların gölgesinde çıkar arayan, onların kılıç kalkan ekibi olmamıştır.
PAK, Kürdistan özgürlük mücadelesinin asli prensip ve değerlerine bağlı bir siyaset izlemektedir. En küçük hak ve özgürlüğün elde edilmesinden, özgür bir Kürdistan’a kadar mücadelenin sahibidir PAK.
PAK’ın temel siyaset belgisi de aslında kuruluş felsefesi olan şu perspektiftir: Birleşebilenler birleşmeli, birleşemeyenler işbirliği ve ittifaklar geliştirmeli, ittifak kuramayanlar diyalog içinde olmalı, diyalog da kuramayanlar birbirlerine düşmanlık yapmamalıdırlar.
Rûpela Nû: Kuzey Kürdistan siyasetinde en çok tartışılan konulardan biri de Sait Elçi ve Sait Kırmızıtoprak (Dr. Şivan) olayıdır. PAK olarak bu meseleyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mustafa Özçelik: Sait Elçi ve Sait Kırmızıtoprak (Dr. Şivan)’ın şehadetleri, Kürdistan tarihinin trajedik olaylarından birini ifade etmektedir.
PAK’ın üye ve yöneticileri arasında her iki Sait’in de arkadaşları, devamcıları vardır. Ama, PAK bunu da aşan, geçmişin tüm emek ve değerlerinin mirasçısı olarak kendisini tanımlayan, yeni bir kültürün temsilcisidir.
PAK, Sait Elçi’yi de Sait Kırmızıtoprak (Dr. Şivan)’ı da Kürdistan özgürlük mücadelesinin tüm lider ve emektarları gibi sahiplenmekte, onları kendi öncüleri olarak görmektedir. PAK’ın tüm teşkilatlarında her iki liderin de fotoğrafları yan yana durmaktadır.
Saitler Olayı’nın gelişim şekli, neden ve sonuçları ne olursa olsun, her iki lider de PAK’ın değeridirler.
Elbette ki tarihe mal olmuş olaylar, sorunlar analiz edilmeli, yeniden tekrarlanmaması için gerekli sonuçlar çıkarılmalıdır. Ama, tarihsel bir yara, tarihsel bir trajedi olarak Saitler Olayı üzerinden, Kürtler arası sorunları yeniden gündemleştirme, yaraları deşme ve buradan siyaset devşirmeye dönük her girişim, Kürdistan özgürlük mücadelesine zarar verecektir.
PAK, Kürtler arası her sorunda olduğu gibi, Saitler Olayı’nda da soğukkanlı, sağduyulu, empatiyi esas alan ve Kürtlerin birliğine zarar vermeyecek bir anlayış ve kültür ile davranılması gerektiğini düşünmektedir.
Kardeş kavgaları konusunda büyük yaralara sahip olan PDK ve YNK’nin, yaşadıkları tüm travmalara rağmen, Güney Kürdistan’da Federe Devleti birlikte kurmaları ve bugün bağımsızlığa doğru yine birlikte yol almaları, tüm Kürtler için ders çıkarılması gereken büyük tecrübeler sunmaktadır. Bugün nasıl ki Güney Kürdistan’da eski yaraların deşilmesi, bağımsız Kürdistan’ın önüne ekilmiş en büyük mayınlar ise; Saitler Olayı’nın siyasal kimi hesaplara malzeme yapılması da Kuzey Kürdistan özgürlük mücadelesi için de, Kuzey ve Güney ilişkileri için de halkımızı mayınlı araziye sürmek anlamını taşıyacaktır.
Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak (Dr. Şivan) ve arkadaşlarının mezar yerlerinin ailelerine bildirilmesi ise, her şeyden önce, Güney Kürdistan Hükümeti’nin, kesinlikle yerine getirmesi gereken insani ve vicdani bir görevi olarak kabul edilmelidir.
Rûpela Nû: Biraz da özel sayılabilecek bir konuya geçmek istiyoruz. KİP Genel Sekreteri rahmetli Ömer Çetin’in anılarını yazdığı ve vefatından önce size teslim ettiği kamuoyuna yansıdı. Gerçekten de böyle midir? Rahmetli Ömer Çetin’in anıları sizde midir?
Mustafa Özçelik: Rahmetli Ömer ağabey ile PAK’ın kuruluşundan önce, Diyalog Komisyonu ve Kürdistani Parti Girişimi süreçlerinde sık sık görüşüyorduk. Kişi olarak kendisiyle tanışmam Diyalog Komisyonu sürecinde olmuştur, daha önce tanışmamıştık. Parti kuruluşu çalışmalarında, O’nun görüş, öneri ve tecrübelerinden yararlanmak istiyorduk. Ama o dönem sağlığının daha bir bozulmaya başladığı bir dönemdi. Ömer abinin anılarını yazması yönünde değişik insanlardan defalarca öneri götürülmüştü. Ama O buna pek olumlu cevap vermemişti. Kendisiyle bir görüşmemizde, aslında anılarını yazmasının hem kendisi, hem de Kürdistan davası için iyi olacağını söyledim. Epey konuştuk. Ve sonuçta yazmak için ikna oldu. Ben kendisine, ’’bir arkadaşımız söyleyeceklerinizi bir videoya alsın, biz de bunları peyder pey yazıya dökeriz’’ dedim. O da sürekli bir tedavi gördüğünden, bunun kendisi için çok zor olacağını, ne zaman fırsat görürse yazmaya çalışacağını söyledi. Hatta yaşadıklarını hatırlayabilmesine yardımcı olması amacıyla, kronolojik bir sıralamaya göre bazı sorular da hazırlayıp kendisine verdim. Ve bu şekilde anılarını yazmaya başladı. Tabii ki hastalığının ne zaman yoğunlaşacağı belli olmuyordu. Bazen hiç yazamaz bir hale geliyordu. Ama ağır aksak da olsa yazdığı el yazması 30 sayfa kadarlık bir kısmını bana ulaştırdı. Daha sonra kısa kısa notlar aldığını, ama hastalığından dolayı yazamadığını söyledi. Vefatından bir süre önceki bir ziyaretimde, ‘’artık yazmakta zorlanıyorum, belki aklıma gelenleri, yapabildikçe teybe alırım’’ dedi. Bu görüşmemizden kısa bir süre sonra maalesef aramızdan ayrıldı. Ömer abinin taziyesinden sonra ailesiyle bu konuda özel olarak görüştüm. Ailesi, ‘’size verilen 30 sayfanın dışında çok dağınık kısa kısa notlar var. Teyp kaydı da yok denilecek durumda. Bu verilerle bir kitap hazırlanamaz. Çok eksik olur. Eksiklik de yanlış anlaşılmalara sebebiyet verebilir. Bu nedenle de bu haliyle yayınlanacak bir durumda değildir. Yayınlamamak daha sağlıklı olur’’ dedi. Ömer ağabeyin ailesinin bu kararına saygı duymak dışında yapılabilecek bir şey yoktu. Durum bu olunca, rahmetli Ömer Çetin’in anılarını kitaplaştırma projesi ne yazık ki amacına ulaşamadı. Kişi olarak benim bu konudaki rolüm tüm açıklığıyla buydu.
Rûpela Nû: Peki rahmetli Ömer Çetin’in sizdeki ve ailesindeki el yazmalarında Kürdistan kamuoyunun bugüne kadar hiç bilmediği, tarihsel öneme sahip bilgiler var mıdır? Ve mevcut haliyle, mademki bir kitap için yeterli değil, o zaman bir yazı dizisi şeklinde kamuoyu ile paylaşmanız daha doğru olmaz mı?
Mustafa Özçelik: Ömer abinin ailesi, ellerinde bulunan el yazmalarının bir kitap oluşturacak kadar kayda değer bir durumda olmadığını söylemişti ve içeriği nedir gerçekten de bilmiyorum. Ama bana teslim edilen kısmı ile ilgili olarak, bu konuda Ömer abinin ailesinin izni olmadan herhangi bir bilgi vermem etik değildir. Çünkü ailesi yayınlamama kararını vermiştir.
Rûpela Nû: Peki Sayın Özçelik, verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederiz. Eklemek istediğiniz herhangi bir konu var mı?
Mustafa Özçelik: Özellikle eklemek istediğim husus şudur: aslında her birimiz Kürt Milletinin lehine tarihsel şartlardan geçtiğimizin farkındayız.. Fakat aramızdaki ilişkilerden ötürü, kendi kaderimizi elimize alacağımız konusunda ciddi bir özgüven sorunu yaşamaktayız. Her bir Kürt ve Kürdistanlı, siyasal parti, sivil toplum kuruluşu, kısacası bütün bir millet olarak inanmalıyız ki, bizim alacağımız tavır çok önemlidir. Kendimize güvenir ve gerekli adımları atarsak, dünyada lehimize esen rüzgarı da arkamıza alarak yüzlerce yıldır çektiğimiz sıkıntılara son verebilir, kendi ülkemizde dünyanın diğer özgür milletleri ile eşit bir şekilde yaşayabiliriz. Kazanabiliriz inancıyla hareket edersek inanıyorum ki, güzel günler yakınlaşacaktır. Güney’deki Bağımsızlık Referandumu çok önemli bir gerçeği ortaya koydu: Kürtlerin devlet kurmasına karşı olanlar dahi, bu kararın açıklanmasından itibaren artık eski pozisyonlarında duramamaktadırlar. Süreç halka mal oldukça, kendimize olan güvenimiz daha artacak ve Güney’in bağımsızlaşmasıyla bütün bir millet olarak kendimizi yeniden var edeceğimize artık daha çok inanacağız. Bu inancın, bu tarihsel rüyanın gerçekleşmesinin ilk adımı belirsiz bir tarihte değil, 25 Eylül 2017 günü netleşecektir. Bu bilinçle hareket edersek, kazanırız! Buna inanmalı ve buna göre hareket etmeliyiz! Birlik ve ittifak halinde, Güney Kürdistan’da bağımsızlık yürüyüşünün, Rojava Kürdistanı’nda da statü elde etme şansının, ‘’makus talihimizi’’ yenmenin başlangıcı olacağını görebilmeliyiz.
Bize bu imkanı verdiğiniz için ben teşekkür ederim.