Son günlerde, Kürt halkı bakımından büyük yıkımların bir diğer adı olarak hafızalarda yer alan ‘çözüm süreci’, bilinmeyen birtakım güçler tarafından yeniden gündeme getirilmeye çalışılıyor. Kürtler üzerinden iktidara oy devşirmeye çalışan güçler, Erdoğan’ın Amed’e gidişini de buna bağlamaya çalıştılar. Neyse ki bu balon erken patladı; hatırı sayılır bir siyasal tecrübeye sahip Kürt halkı tarafından ciddi bir kabul görmedi. Zaten Erdoğan da bunun için gelmediğini satır aralarında açıkladı. Amaç ‘bana oy verin ama benden bir şey istemeyin’ ziyaretiymiş.
Gelelim çözüm süreci konusu geçince heyecana kapılanlara. Gerçekten bu heyecanı haklı çıkarabilecek bir gerekçe var mı? Keşke olsaydı! Ne yazık ki bu iyimser beklenti, kendi gücümüzle bir çözüm yolu bulamadığımız için harici umutlara önem vermekten ileri gelmektedir. Ben onlara, dört parçaya bakın, hangi parçada Kürdler, kolektif haklarına, sömürgecilerin çözüm süreçleri ile ulaştılar diyorum. Hatta dört parçada çözüm masaları devrilince neler olduğunu anlamaya çalışın derim. Ya da bu ‘çözüm süreçleri’nin neden gündeme getirildiğine…
Çoğu kez ‘çözüm süreci’ denilen şeyin aslında ‘oyalama süreci’ ya da Kürt milletinin giderek yükselen ulusal duruşuna büyük bir darbe vurmak için ‘cepheyi yumuşatma’ taktiği olduğu görülmüştür. Irak’ta 1974’de masa devrilince sonu Halepçe’ye uzanan büyük bir soykırım süreci ortaya çıktı. İran’da farklı bir şey olmadı; Kasımlo ‘çözüm görüşmelerinde katledildi. Hem de dünyanın gözleri önünde… Kasımlo’dan sonra Şerefkendi ve arkadaşları da katledildi. Bu tecrübelere bakınca Kuzey’de olanlar karşısında şaşırmamak gerek… Dolmabahçe’de oyalama masası ‘devrilince’ Suruç olayları, Ankara Garı olayları, Sur olayları arka arkaya patlak verdi. Yani şunu anlatmaya çalışıyorum: çözüm dedikleri şey hep katliamlarla sonuçlandı.
Bu nedenle çözüm süreci deyince durup düşünmek gerekiyor. Kürt halkına yeni bir katliamın kapısı mı aralanmak isteniyor? Sömürgecilerin bu konuda her dört parçada o kadar çok sabıkaları var ki. Bu oyunu bu defa Kürdler lehine nasıl çevirebilirizi, iyice analiz etmek gerekiyor.
Tüm deneyimler göstermiştir ki, çözümün esas tarafı olan Kürt tarafı kendi milli, demokratik programı etrafında bir taraf olarak davranacak bilinç, örgütlülük ve iradeye sahip olmadığı sürece, gerçek bir çözüm süreci gelişemeyecektir.
Türk tipi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden çözüm süreci çıkmaz. Çünkü bu sistem 1960/1971/1980 Darbelerinin sivil modelidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu modele geçmesi tam da yükselen Kürt ulusal hareketini bastırmaktır. Her askeri darbe gibi son cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin de asıl amacı bölgedeki Kürd kazanımlarını boşa çıkarmak ve içerdeki Kürdleri baskılamaktır. Devletin içindeki derin güçler MHP/VATAN PARTİSİ/BBP gibi küçük partileri de AKP’nin yanına katarak bu sivil darbeyi gerçekleştirdiler. Şu anda askeri darbeleri aratmayacak bir yönetim var. Askeri darbelerde her şey konseyin elinde iken şimdi tek adamın elinde. Cumhur ittifakını oluşturan partiler devre dışı. Devletin yasama ve yargısı devre dışı.
Darbenin iki amacı var; Birincisi Kürtlerin bölgedeki olası kazanımlarını engellemek, ikincisi kendi muhalefetini baskı altında tutmak. Bu bütün darbelerin olmazsa olmazı. Şimdi Kürdlerin olası kazanımlarına karşı bir tedbir olarak yapılan bu sivil darbeden bir çözüm süreci beklenebilir mi? Bu imkansız. HDP’nin İzmir İl Bürosunda gerçekleştirilen katliamdan sonra Bahçeli’nin gurup toplantısında yaptığı açıklama da son derece vahim bir açıklama idi. Katilin hemen tutuklanması da göz ardı edilemeyecek bir davranıştı.
Sadece ismi ve programı nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nde son aşamaya gelmiş dört Kürt siyasi partisinin yanına şimdi de HDP’nin kapatılma davası eklendi. Neredeyse bütün belediyelerde kayyum var. Tüm bunları gerçekleştiren bir sistemden ve bu sisteme temel oluşturan bu anlayıştan, devletin kendi varoluşunun temel dayanağı haline getirdiği Kürt düşmanlığından, barış süreci çıkar mı? Ama tıkanan iktidarın bazı manevralarla içine düştüğü çıkmazı aşmaya çalışacağı da görülüyor. Fakat bu bizim anladığımız anlamda bir ‘çözüm süreci’ olmayacaktır. Kürtleri bir taraf olarak muhatap almayan hiçbir adımın kabul görmeyeceği, anlamlı olmayacağı da açıktır.
Sistemin Kürdlere yaptıkları ve yapacaklarının yanına kendi muhalefetine de yapacakları var. Çünkü gelenek böyle. Örneğin; 1925 olaylarında iki tane İstiklal Mahkemesi kuruluyor. Biri Kürdlere karşı, diğeri muhalefete karşı. Biri Diyarbakır’da Diğeri Ankara’da. Bu nedenle muhalefet de bundan nasibini alacak. Ama Kürtlere yapacağı baskıya karşılık kendi muhalefetini baskılamak hakkına kavuşuyor. Kürtlere yapacağı baskıdan vaz geçtiğinde muhalefetini baskılama lüksü de elinden alınıyor.
Bütün bu yetkileri kullanarak mevcut blok, onu temsilen Erdoğan iktidarda kalmak istiyor. Onun için her yolu deneyecek ve yetkisi de var. Bu yetki meşru değil, hukuki değil ama yasal. Gerçekçi olmak gerekirse durum hiç de iç acıcı değil. Kürtler ve Türkiye’deki muhalif güçler bu sisteme dur diyebilmek için bir araya gelmek zorunda ama gel gör ki muhalefet en az iktidar kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin temel tutumuna sıkı sıkıya bağlı; Kürtleri muhatap almak istemiyor. ‘Siz oy verin demokrasiyi kuralım sonra sizin haklarınızı görüşürüz’ diyor. Muhalefet partilerinin hiçbiri Kürtlerin hak ve özgürlükleri ve Türkiye’de adalet, demokrasi, özgürlükler için somut bir çözüm programını kamuoyuna sunabilmiş değildirler. Anayasa’nın ilk 4 maddesinin dokunulmazlığını savunmakla övünmektedirler. Hala ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım’ demeye devam ediyorlar.
PAK Genel Başkanı’nın açıkladığı acil talepler yaşama geçirilmeden nasıl bir demokrasi kurulur? Kürtlerin en temel kolektif hakları anayasal güvenceye kavuşmadan hangi demokrasiden söz edebiliriz? Bunlarsız bir yönetim nasıl demokratik olur?
Bu iktidarı demokratik yollardan alaşağı etmenin yolu gizli kapaklı görüşmeler yapmak değildir. Aksine Türkiye partilerinin kuracakları demokraside Kürtlerin hangi kolektif haklarının anayasal güvenceye kavuşturacaklarını kamuoyu önünde açıklamaları ve bu konuda toplumsal uzlaşı sağlayıp ellerini güçlendirmeleridir. Topluma egemen olmaya başlayan şoven yapı ancak böyle kırılır. Ancak o zaman çözüm sürecinin kapısı açılabilir.
Kürdler, elbette ki çözüm sürecinden yanadırlar. Barışçıl çözüm için her adımı desteklemeye ve masaya oturmaya hazırdırlar. Bunun için hem birikimleri hem dört parçada yaşanmış tecrübeleri hem de bunu başarıya götürecek kadroları var. Sorun Kürtlerde değil, devletin kendisindedir. Açıktır ki Türkiye halkı içinde çözüm için irade geliştirecek bir güce ve bu iradeye sahip çıkacak toplumsal bir desteğe ihtiyaç vardır. Gerçek anlamda Kürtlerle eşitlik temelinde yeni bir başlangıç yapmaya karar vermiş ciddi ve etkin bir muhalefet olmadan politik ihtiyaçlar nedeniyle gündeme getirilen ‘çözüm süreci’ gibi taktiklere angaje olmamakta büyük yarar var.
23 Temmuz 2021 /Nurullah TİMUR