Cumartesi Anneleri

Kamil Sümbül

Demokrasinin olmadığı, otoriter ve faşist yönetimlerin olduğu ülkelerde insan hakları, demokratik hak ve özgürlükler ayaklar altına alındığı gibi sivil itaatsizlik eylemi, direniş örgüt ve kuruluşları da bu yönetimler için tehlikeli kabul edildiğinden yasaklanır, kurucu ve üyeleri her türlü baskıyla karşı karşıya gelirler. Tüm baskı ve şiddete rağmen toplumsal hareketler bu tür baskı ve işkencelere karşı bir yolunu bulup ortaya çıkarlar. Arjantin’deki Plaza del Mayo Anneleri ve Türkiye’de ise Kürt ve Türk annelerinin organize olduğu Cumartesi Anneleri’ni buna örnek verebiliriz. Plaza del Mayo Anneleri’nin eylemleri Cumartesi Anneleri için bir referans olmuştur.

Arjantin faşist cuntası tüm baskılara rağmen Plaza del Mayo meydanında kaybettirilen çocuklarını arayan annelerinin protesto gösterilerini engelleyememişti. 12 Eylül faşist darbesi ve sonrasında, 1990’lı yıllarda “faili mechul” (aslında faili belli) cinayetlerinin işlendiği dönemde işkencede kaybedilen, kaçırılıp bir daha haber alınamayan yüzlerce insanın yakınları özellikle anneleri çocuklarının izini bulmak için organize olmaya başlamış, Türk ve Kürt anneleri her cumartesi günü Galatasaray Lisesi önünde oturarak kaybolan çocuklarının resmi ile oturma eylemini başlatmışlardı. Bugün yine Cumartesi Anneleri 890. buluşmasını baskılar ve yasaklamalar sonucu Galatasaray Lisesi önünde değil de kapalı bir yerde oturup çocuklarının akibetlerini soracaklar.

Yedi yıl önce İstanbul’da bulunduğum sırada Galatasaray Lisesi önünde oturan Cumartesi Anneleri’ni görmek için gittiğimde polisler etraflarını sarmış vaziyette onları elinde kaybettirilen çocuklarının resmi ile otururken görmüştüm. Eğer polisler etrafını sarmış olmasalardı aralarına girip hepsinin ellerini öpmek ve yanlarında oturmak istemiştim.

22 yıl önce mağdurluk edebiyatı yaparak, Avrupa Birliği değerlerini savunup hak ve özgürlükleri genişleteceğini söylen AKP iktidarı, bir dönem sonra devletin derinliklerindekilerin denetimine girerek bu mağdurluk yerine ceberrut bir yönetim haline geldi. Bir dönem TBMM’nde İnsan Hakları İnceleme Komisyonu kuran, bu anneleri kabul edip dinleyen, kayıpları kayıtlara geçirip soruşturma sözü veren AKP ve onun lideri, annelerin üzerine coplu polisler göndererek coplattırıp gözaltına alarak yerlerde sürüklediler, haklarında dava bile açtılar. Devlet bir kez daha kendisinden hesap sorulamayacağını, ne yaptıysa devletin bekası için yaptıklarından her yol ve baskı onlar için meşru kabul edilmesi gerektiğini insanlara dikte ettirmek istedi. Cumartesi Anneleri hakkında açılan dava hâlâ devam etmekte olup, cezalandırmayla karşı karşıyadırlar. Bu kutsal annelerin tek suçu kayıplarının akibetini sorma, faillerin yargı önüne çıkarılması ve anayasada yazılı toplanma haklarını kullanıp adalet istemeleridir.

Annelerimizin bu hak arama eylemleri 1990’larda başlamadı. 12 Eylül faşist cuntasının gelişi ile birlikte işkencede kayıplara, cezaevlerinde yapılan işkencelere karşı ilk duruşu annelerimiz başlatmıştı. En kötü baskıların olduğu dönemde bile cezaevi kapılarından ayrılmayıp evlatlarını görme istekleri faşist rejime karşı başlatılan bir duruştu. 5 Nolu Anaları üzerine şimdiye kadar fazla bir şey yazılmadı kanaatindeyim. Hâlbuki 12 Eylül vahşetinin yaşandığı Diyarbekir 5 Nolu kapısından ayrılmayan annelerimiz vardı. Bunlardan öne çıkanlar Mehmet Şener’in annesi Saliha Şener, Cemal Arat’ın annesi Sakine Arat, Mahmut Şahin’in annesi Rahime Şahin ve diğer tüm tutuklu anaları anmak gerekmektedir. 5 Nolu analarının bu evlatlarına sahip çıkmaları, 1990’ların başlarında organize olan Cumartesi Anneleri için bir motivasyon zemini oluşturmasındandır. Ayrıca evlatlarını kirli savaşta kaybeden anaların başlattığı Barış Anaları girişimlerini de unutmamak gerekir.

Cumartesi Anneleri sadece İstanbul’da Galatasaray Lisesi önünde oturmadılar, Diyarbekir Koşuyolu’nda da oturup kayıp çocuklarının resmini her cumartesi günü ellerinde tutup gelen geçene gösterdiler. Gözaltında kaybedilenlerin en kötüsü Diyarbekir ve Kürdistan’da yaşanmıştı. Evinden, sokaktan alınıp bir daha haber alınamayan yüzlerce Kürt vardı. Kürt ve Türk anaları bu eylemleriyle çocuklarının mezar yerlerini, veya kemiklerini devletten isteyerek bir mezarları olsun ki ziyaret edebilsinler, bir çiçek bırakıp Fatiha okuyabileceği bir mezar taşı istemekteydiler. Aynı zamanda çocuklarını öldürüp kaybedenlerin de yargılanmasını talep etmekteydiler. Gözaltında insanları kaybetme suçu bir insanlık suçuydu. Üstelik bu suçu işleyenler devletin koruması altında olunca mahkemeler de bir şey yapacak durumda değillerdi. Kayıp yakınlarının şikâyetleri karşısında kolunu kıpırdatmayan yargı, analar barışçıl olarak yaptıkları toplanma ve oturma haklarını kullanınca harekete geçip haklarında dava açabilmekte, kolluk kuvvetleri anaların toplantısına saldırıp 70-80 yaşındaki anaları saçlarından tutup yerden sürüklemek yargıyı ilgilendirmemektedir.

Analara saldırıp yerlerde sürüklemek, tarihte görülen en utanç verici eylemlerden biridir. Hâlbuki bir devletin görevi kayıp kişileri araştırmak olmalıydı. Devlet yurttaşlarının yaşam hakkını her koşulda koruması gerekirken kayıpların akıbetini öğrenmek istemeyi bile suç saymaktadır. Birleşmiş Milletler’in altında Türk devletinin de imzası olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile Avrupa İnsan Hakları Senedi devletlerin vatandaşlarının yaşama hakkını korumakla yükümlü kılmıştır. Türk devleti ise meydanları analara kapatmayı kendine görev sayıyor. Çünkü anneler kayıplarını sorarken aynı zamanda devletle bir yüzleşmeyi gündeme getirmektedir. Son yüz yıllık tarihe baktığımızda o kadar katliamlar var ki Annelerin eylemi bu yüzleşmeyi başlatabilir korkusunu yaşamakta devlet.

Türkiye’de hem Kürt hem de Türklerden birileri düşünme veE sorgulamayı başlatırsa başına bir felaket gelmemesinin hiçbir garantisi yoktur. İnsanlarda devlet tarafından kaybedilme korkusu her zaman vardır. Anaların bu korkuyu yıkmak istemeleri devleti ürkütmektedir ve suçluları koruma tavrı içindedir. Yoksa annelerin gidip ziyaret edebilecekleri bir mezar istemelerinden devlet niye bu kadar korksun.

 

Devlet sadece Cumartesi Annelerin toplanmasını İstanbul’da yasaklamadı, Cumartesi Anneleri’nin bir diğer kesimi de Diyarbekir’de Koşuyolu meydanındaki Yaşam Hakkı Anıtı önünde her cumartesi toplanıp kaybolan çocuklarının resmini ellerinde tutarak nerededir sormaktayken, devlet bu alanı da kapatıp anaların dışarıda hiçbir toplantı yapamayacaklarını zorla engelledi. Analar da Diyarbekir İnsan Hakları Derneği Şubesi’nde oturma eylemine devam ederken, devlet basına açıklama yapmayı bile engellemektedir. Devlet sivil itaatsizlik eyleminden, özellikle analar vasıtasıyla toplumda yayılmasından büyük bir korku duymaktadır. Bundan dolayı bu anaların meşru ve haklı taleplerini marjinalize etmeye çalışması, terör örgütlerinin bir eylemi sayması için elinden geleni yapmakta, kolluk kuvvetlerinin yanında mahkemeleri de bu konuda devreye sokup annelerin eylemini engellemek istemektedir. Devletin annelerin eylemini açık alanlardan kapalı alanlara itip  insanların sessiz kalması istenmektedir. Hâlbuki annelerin tek isteği gerçeği bulup kayıplarına bir mezar istemesidir. Suçlular hakkında dava açılıp hesap vermeleri istemidir.

Toplumun belleği ve vicdanı; hiçbir zaman tüm baskı ve şiddete karşın kaybolmaz. Cumartesi Annelerine yapılan bu zulüme karşı sivil toplum örgütlerinin sessiz kalmaması bundan dolayıdır. Çünkü anneler adalet arayıp kayıplarının bulunmasını, yapanların da yargı önüne getirilmesini talep ediyor. Bu eylem toplum nezdinde ve vicdanında meşrudur. Sivil toplum örgütlerinin Cumartesi Annelerine sahip çıkması çok önemlidir. Anneler kaybolan çocuklarını artık karakol kapılarında, mahkeme binaları önünde değil açık alanları da kullanarak aramaları, seslerini kamuoyuna ve tüm dünyaya duyurmaları Cumartesi Anneleri’nin bu eylemi ile gelişmiştir. Devletin kayıplar konusunda sağır ve dilsizi oynaması, annelere baskı yapması bir sonuç vermediği gibi annelerin direncini, umut ve inançlarını hiçbir zaman yitirmeyip daha da güçlendiler. Meşruluğunu kaybeden devlet olduğundan anaların üzerine daha da şiddetle gitmektedir.

Toplumun büyük bir bölümü boyun eğmesine, susmasına, annelerin haykırışlarına kulak kapatmasına, vicdanları körelen bir duruma getirilmesine rağmen karanlığa karşı yakılan bir mum ışığıdır Cumartesi Anneleri. Türkiye’nin geçmişi ile yüzleşip hesaplaşmasını gündemde tutan bugün Cumartesi Anneleridir. Eğer devletin tabu olan duvarından bir tuğla koparılır, anneler kayıp yakınlarının kemiklerine ulaşıp failler yargılandığında toplumsal yüzleşme de başlamış olacaktır. Unutmayalım; yüzleşme ve sorgulama yapmayı istemek geçmişi değiştirmez fakat geleceği değiştirebilir.