Vahap Coşkun
Baskı ve ayrımcılık gibi dinamikler Kürtlerin kimlik bilincini bileyleyip onları daha milliyetçileştirirken, göç ve eğitim gibi diğer bazı dinamikler de Kürtleri daha Türkiyeli yapıyor. Kürtler Türkiye’de, ama kimlikleri ve hakları teminat altına alınmış eşit bir vatandaş olarak yaşamayı istiyorlar.
Kürt Çalışmaları Merkezi (Kurdish Studies Center), Heinrich Böll Stiftung Türkiye Temsilciliği’nin desteğiyle “Kürtlerde Değerler ve Tutumlar 2021” başlıklı bir araştırma raporu yayınladı. 11 ilde, 1.369 kişiyle yüz yüze görüşülerek yapılan ve saha görüşmeleri Rawest Araştırma tarafından yürütülen bu çalışma, Kürtlerin değerlerini, tutumlarını ve eğilimlerini anlamak ve böylelikle Kürtleri daha yakından tanımak gayesini taşıyor.
Siyasi ışıkların Kürtlerin üzerine tutulduğu bir dönemde kamuoyuna sunulan bu araştırma, bir yandan Kürt sosyolojisine daha derinden nüfuz edebilmeye olanak sağlarken, diğer taraftan da bugünün ve yarının siyasetinin dikkat etmesi gereken unsurları ortaya koyuyor. Dolayısıyla bu çalışma, hem sosyolojik hem politik açıdan değer taşıyor.
İşsiz ve mutsuz
Araştırma, Kürt toplumunun dönüşmesinde eğitimin başat bir faktör olduğunu vurguluyor. Kürt nüfusun eğitim seviyesi giderek artıyor. Ebeveynleri ile aralarındaki mesafenin açılması, genç kuşağın gündelik pratikleri, siyasi tercihleri ve dini algılayışları üzerinde derin tesirler bırakıyor, tutum ve davranışlarını ailelerinden farklılaştırıyor.
Kürtlerde işsizlik Türkiye ortalamasının üzerinde, yaşam memnuniyeti ise Türkiye ortalamasının gerisinde kalıyor. Gruplar arasında farklılıklar olsa da, Kürtler genel olarak Türkiye toplumuna nazaran daha işsiz ve daha mutsuzlar. Ekonomide, eğitimde, adalette ve özgülüklerde memleketin geriye gittiğini belirtiyorlar.
Kürtler, Türkiye’nin en önemli sorunu listesinin başına -ülkenin geri kalanı gibi- ekonomiyi koyuyorlar. Ardından eğitim geliyor; eğitimin halen en etkili sınıf atlama aracı olarak düşünülmesi, her kesimi bu mevzuda daha hassas kılıyor. Ekonomi ve eğitimi; adalet sistemi, kadın sorunları ve Kürt meselesi izliyor. Keza ifade özgürlüğü ve göçmen sorunu da, acilen bir hal yoluna konulması gereken meselelerin içinde zikrediliyor.
“Toplum bozuldu, gençler yozlaştı”
Kürtlerde evlenme yaşı yükseliyor; genç kuşaklar ile ebeveynleri arasında bu alanda da makas açılıyor. “En önemli değer” payesi, aileye veriliyor; aile ve evlilik, kutsal görülüyor. Evlilik öncesinde tanışma, görüşme ve flörte ilişkin farklı görüşler var ama aynı evde yaşama ve cinsel birliktelik kabul edilmiyor. Boşanmaya hoş bir nazarla bakılmıyor, devletten boşanmaları azaltmak için destekleyici tedbirler alması isteniyor. Ancak, eğer bir evliliği yürütmek imkânsız hale gelmişse, tarafların boşanmaları gerektiği ifade ediliyor.
Değerler skalasında aileden sonra adalet, ahlak, saygınlık, para, aşk vb. değerler sıralanıyor. “İnanç” konusunda Kürtler, Türkiye ortalamasına göre daha özgürlükçü bir tavır takınıyor. Buna mukabil, toplumun yozlaştığı ve gençlerin bozulduğuna dair görüşlerde, Kürtler ile Türkiye toplumu ortaklaşıyor. Gençlerin bozulmasından Kürt solunu sorumlu tutan muhafazakâr Kürtler, gençlerdeki sosyo-kültürel değişimden, diğer gruplara oranla, çok daha fazla kaygı duyuyor.
Kadın-erkek eşitliği nazari olarak kabul ediliyor; her iki cinsin Allah katında eşit yaratıldığı ve eşit haklara sahip oldukları söyleniyor. Mamafih iş tatbikata geldiğinde, gündelik hayatta ve toplumsal ilişkilerde bu teorik eşitlik fiili bir eşitsizliğe dönüşebiliyor. “Fıtrat” gibi kavramlara müracaat edilerek cinsiyet eşitsizliği dini ve geleneksel bir meşruiyet zeminine oturtuluyor.
Ancak burada belirgin bir farklılaşma var; erkeklerin üstünlüğüne dayalı görüşler çoğunlukla erkekler tarafından dillendirilirken, kadınlar eşitliği savunuyorlar. Nitekim bu farklılaşma İstanbul Sözleşmesi’nde de kendisini açık ediyor. Ağırlıklı olarak sağcı muhafazakâr erkekler, İslam’a ve toplumun kültürel yapısına ters düştüğü gerekçesiyle Sözleşme’ye karşı çıkarken, kadınlar Sözleşme’nin lehine bir tavır koyuyorlar.
Yabancı, sen kimsin?
“Yabancı” tarifleri değişse de, genelde Kürtler “yabancı” sıfatını verdikleri kişilere karşı güçlü bir önyargı beslemiyorlar. Mesela yabancı biri ile komşu olmaktan rahatsız olmayacaklarını söylüyorlar. Fakat soyut bir yabancıdan, “Afgan” ve “Suriyeli” gibi somut bir yabancıya geçildiğinde, karşıtlık kendini göstermeye başlıyor. Bilhassa Afgan ve Suriyeli sığınmacılarla alakalı sorular sorulduğunda, menfi tutum kendini açıkça belli ediyor.
Derinlemesine görüşmelerde, Afgan ve Suriyelilere dönük bu karşıtlığın temelinde, sığınmacıların AK Parti Hükümeti tarafından kabulünün yattığı görülüyor. AK Parti muhalifleri bu kabulü AK Parti’nin “başka” veya “gizli” bir ajandasının olmasına bağlıyorlar. Sığınmacıların da minnet ve teşekkürlerini ifade ederken Erdoğan’ı anmaları, muhaliflerin sığınmacıları AK Parti ve Erdoğan ile ilişkilendirmelerine ve onlara karşı olumsuz düşüncelerini büyütmelerine neden oluyor.
Araştırma, en uzak durulan siyasi kimliklerin “eşcinsel”, “ateist”, “ülkücü” ve “Suriyeli” kimlikleri olduğunu belirtiyor. Kadınların %45’i ve erkeklerin %33’ü, sağcıların %51’i ve solcuların %24’ü, AK Partililerin %51’i ve HDP’lilerin %33’ü, eşcinselliği bir hastalık olarak niteliyor. Çocuğunun öğretmeni veya şehrinin milletvekili olarak bir eşcinseli görmek istemeyenlerin oranı 2/3, bir Suriyeliyi görmek istemeyenlerin oranı ise 1/2. 1/3 Ermenilere ve aşırı dindarlara, 1/5 de Alevilere mesafeli yaklaşıyor. En yüksek toleransı Türk kimliği görüyor; bu kimliğe mesafeli olanlar %15’te kalıyor.
Kürtler, Türkiye toplumu ile kıyaslandığında, müspet bazı özelliklere sahip olmada kendilerine daha yüksek puan veriyorlar; kendilerini Türkiye toplumumun genelinden daha çalışkan, daha cömert, daha misafirperver, daha barışçıl, aileye ve manevi değerlere daha fazla önem veren kişiler olarak değerlendiriyorlar.
Dip dalgalar
Kürt Çalışmaları Merkezi’nin araştırmasında, güncel siyasi duruma ilişkin bilgiler de var. Araştırma, 2000’li yılların ilk yarısından itibaren bölgede oluşmaya başlayan iki partili siyasi yapının ana hatlarıyla varlığını koruduğunu ama değişme temayülü içinde olduğunu gösteriyor. Seçmenler halen en çok HDP ve AK Parti’yi tercih ediyor. 2018 seçimleri baz alındığında, kısmi bir oy kaybı yaşamakla birlikte HDP oylarını muhafaza ediyor. Ama AK Parti oy kaybediyor. Oylarının %16’sını yitiren AK Parti, bu oyların en az %11’ini muhalefete kaptırmış görünüyor.
Oylarını artıran CHP, DEVA ve Gelecek partilerinin içinde ise CHP öne çıkıyor. HDP seçmenlerinin ikinci partisi olan CHP, 2018’de oy kullanmamış ve ilk kez oy kullanacak seçmenlerde de AK Parti’nin önünde yer alıyor. En yakın görülen siyasetçilerde Demirtaş birinci, İmamoğlu ikinci ve Erdoğan üçüncü sırada bulunuyor. Soylu ve Bahçeli ise en uzak görülen siyasetçiler unvanını paylaşıyorlar.
Türkiye’nin bir seçime gittiği ve Kürtlerin de bu seçimde belirleyici bir mevkide olduğu düşünüldüğünde, sıcak siyasi mücadeleyle alakalı bu bilgiler, doğal olarak, çok kıymete biniyor. Lakin zannımca bu araştırmayı daha değerli kılan, bazı sosyolojik dip dalgalarına işaret etmesidir. Üç kavrama değinilebilir bu çerçevede:
Dindar Kürt milliyetçileri
Birincisi, siyasi kimliğinin parçalı olmasıdır. Kürtler kendilerini Müslüman, özgürlükçü, dindar, demokrat, muhafazakâr, Kürt hakları savunucusu, Kürt milliyetçisi, sosyal demokrat, solcu, sosyalist vb. sıfatlarla tanımlıyorlar. Müslümanlık (dindarlık) ve özgürlükçülük (demokratlık), diğerlerine nazaran daha baskın bir konumda duruyorlar. Kimlik tanımı, siyasi parti tercihine bağlı olarak değişiyor. Misal AK Partililer Müslümanlığın, HDP ve CHP’liler ise özgürlükçülüğün altını çiziyor.
Kürt kimliğinin merkezinde olan dindarlıkla alakalı iki husus gözden kaçırılmamalı: Hususlardan biri, dindarlığın homojen bir yapı arz etmemesidir. Dindarlar tek bir partide toplanmıyorlar. AK Partililerin %50’si, HDP’lilerin %44’ü son bir haftada vakit namazı kıldığını belirtiyor. Araştırmaya katılan kadınların %56’sı başörtüsü takıyor. Başörtü takma oranı, sağdayım diyen kadınlarda %71, soldayım diyen kadınlarda %43; AK Partililerde %81, HDP’lilerde %44 ve CHP’lilerde %26 olarak çıkıyor. Yani her partide dindar var ve aralarında çok keskin bir farklılık yok.
Keza dindarlar sadece dini taleplerde bulunmuyorlar, aynı zamanda etnik talepleri de ileri sürüyorlar. Mesela, dindarların %23’ü yüksek düzeyde Kürt milliyetçisi olduğunu söylüyor. Her 10 HDP’linin 3’ü, her AK Partilinin 2’si bu görüşü paylaşıyor. Dolayısıyla dindarların küçümsenmeyecek bir kısmı, Kürt milliyetçiliğini de sahipleniyor.
Diğer husus ise, dindar olan Kürtlerin İslamcı bir siyasete eleştirel yaklaşmasıdır. Kürtlerin kulaklarında dindarlık, “iyilik, ahlak ve maneviyat” gibi güzel çağrışımlar bırakıyor. Kürtler, İslam kardeşliğine de bir ideal olarak büyük bir değer atfediyorlar. Ancak aktüel-politik bir söylem olarak İslam kardeşliğinin gerçeğe tekabül etmediğini ve bununla Kürt meselesini çözmenin mümkün olmadığını belirtiyorlar.
Merkeze gelen Kürtler
İkincisi, merkezde konumlanma eğilimidir. Kürtlerin %47’si merkezde durduğunu, %31’i solcu ve %21’i de sağcı olduğunu söylüyor. Durulan yere göre, sağ ve solun içi farklı kavramlarla dolduruluyor; her bir grup olumlu özellikleri kendine alırken, olumsuz özellikleri diğer tarafa yakıştırıyor. Ayrıca bazıları sağ ve solu kendisi için uygun görmüyor veya ideolojik kimliği ile etnik kimliği arasında bir gerilim yaşıyor.
Kürtlerin yaklaşık yarısının kendisini merkezde görmesinin başlıca iki sonuç doğurduğu söylenebilir: Bir taraftan, dini, etnik ve kültürel kimlik aidiyetleri birlikte düşünüldüğünde, bu merkezileşme eğilimi; Kürtler arasında yaşam tarzı ve siyasi kutuplaşmaların daha derinlere inmesini engelleyici bir işlev görüyor. Diğer taraftan ise siyasi geçişkenliği hızlandırıyor.
Dün AK Parti’ye oy verenlerin bir kısmının bugün CHP, DEVA ve Gelecek gibi muhalefet partilerine yönelmelerini; yakın geçmişte AK Parti’yi ikinci parti olarak gören HDP’lilerin şimdilerde bu konuma CHP’yi oturtmalarını bu verinin ışığında değerlendirmek gerekiyor.
“Milliyetçiliğin her türlüsüne karşıyım, Kürt milliyetçiliği hariç”
Üçüncüsü ise milliyetçiliktir. Salt bir kavram olarak, başına sonuna bir sıfat veya isim eklenmeden önlerine sürüldüğünde Kürtler, milliyetçilik hakkında hoş kanaatler taşımıyorlar. Zira kimileri ümmetçiliğine, kimileri enternasyonalistliğine ve kimileri de Türk milliyetçiliğinin dışlayıcı yönüne atıf yaparak, bu kavramla aralarına mesafe koyuyorlar. Milliyetçiliği “egemen” ve “baskıcı” bir formun içinde düşünüyor ve “her türlüsüne karşıyım” diyerek milliyetçiliğe yönelik olumsuz bir tutum alıyorlar.
Fakat bahse konu “milliyetçilik” değil de “Kürt milliyetçiliği” olduğunda tutumlar değişiyor. Siyasi ideolojileri ve aidiyetleri farklı olsa da Kürtlerin hatırı sayılır bir bölümü, Kürt milliyetçiliği ile kendisi arasında bir bağ kuruyor. Türk ve Kürt milliyetçiliğini birbirinden ayırıyor bu kişiler; Türk milliyetçiliğini baskılayıcı ve dışlayıcı, menfi bir ideoloji olarak tanımlarken, Kürtlerin varlıklarını, dillerini ve haklarını savunmakla bağlantılı kıldıkları Kürt milliyetçiliğini sahipleniyorlar.
Ancak milliyetçiliğin bu yükselişi Kürtleri ayrılıkçı bir çizgiye de çekmiyor. Aksine, göç gibi dönüştürücü etmelerle beraber “daha Türkiyeli bir Kürt” kimliği beliriyor. Nitekim Kürt meselesi bağlamında, hepsi Türkiye ile birlikte yaşamayı ihtiva eden üç talep ağır basıyor: Maruz kaldıkları eşitsizliğin hem hukuki hem de fiili olarak bitirilmesi, anadil hakkının kâmilen tanınması ve çözüm sürecinin tekrardan başlaması.
Hâsılı baskı ve ayrımcılık gibi dinamikler Kürtlerin kimlik bilincini bileyleyip onları daha milliyetçileştirirken, göç ve eğitim gibi diğer bazı dinamikler de Kürtleri daha Türkiyeli yapıyor. Kürtler Türkiye’de, ama kimlikleri ve hakları teminat altına alınmış eşit bir vatandaş olarak yaşamayı istiyorlar.
Görmek ve anlamak isteyen çok şey anlatıyor bu istek…
Perspektif, 1 Nisan 2022