Daima Muhalif, Tek Başına Muhalif KÜRDİZADE DERSİMLİ LÜTFİ FİKRİ

Celâl Temel

                         

      Dersimli olmasına karşın babasının görevi dolaysıyla 1872 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Hüseyin Fikri PaşaKosova Valisi olduğu sırada çocukluğunun bir kısmı orada geçti. 1890 yılında İstanbul’da Mülkiye Mektebi’ni bitirdi. Ardından Paris Hukuk Fakültesi’nde hukuk öğrenimini tamamladı. 1893 yılında mezun oldu ve 1894 yılında İstanbul’a döndü.

Sultana karşı çıkışı, muhalif kimliği,yenilikçiliğe açık tutumuyla yaşamı boyunca hep yargılandı. İlk kez, Sultan Abdülhamid döneminde, Paris’ten döndükten bir yıl sonra, 1895 yılında bir yıllık ceza aldı. Yazılarında mutlakiyet yönetimini eleştirdiği için hapse girdi. Hapisten çıktıktan sonra, çeşitli yerlerde memurluk, kaymakamlık yaptı. Ondan sonra, kendisi bir hukukçu olmasına karşın ömrü hep mahkemelerde, sürgünlerde geçti. Bu yüzden sık sık yurt dışına, Rusya’ya, Avrupa’ya kaçmak zorunda kaldı. II. Meşrutiyet öncesinde birkaç yıl Mısır’da yaşadı. Avrupa’ya gidip geldi.

        Meşrutiyet’in ilan edilmesi üzerine, 1908’de İstanbul’a döndü. Dava vekillerinin üye olduğu bir kuruluş, ilk kez Osmanlı döneminde, 1878 yılında kurulmuştu. 1908 yılında, bu gün bildiğimiz baro şeklinde olan bu kuruluşun en dikkat çeken üyesiydi. Aynı yıl Osmanlı Meclis-i Mebusan’da Dersim Mebusu olarak seçildi. Meclise, kadınların mebus olmasıyla ilgili bir önerge verince dikkatleri üstüne çekti. Meclis’te İttihat-Terakki Hükümeti’ne büyük eleştireler getirdi. Bu yüzden İttihat-Terakki tarafından tehdit edildi.

       1912 seçimlerinde, İTC, onun Meclis-i Mebusan’a seçilmesine engel oldu. Önce Mutedil Hürriyetperver Fırkasının, daha sonra, aynı çizgideki Hürriyet ve İhtilaf Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı. Kürdizade Lütfi Fikri, Dersimli Lütfi Fikri gibi adlarla tanındı.

II. Meşrutiyet döneminde Kürd meselesine bilimsel yöntemlerle yaklaşan Kürd aydınlarındandı. 1913 yılında, HÊVÎ cemiyetinin yayın organı Rojî Kurd dergisinde yayımlanan “Kürd Milleti” başlıklı uzun makalesi çok dikkat çekti. Makalenin bir yerinde şöyle diyordu:

      “… Kürd milleti muhtelif ırklardan, Araplardan ve Arnavutlardan sonra varlığını idrak eden bir unsurdur. Muhitlerinin Anadolu’nun merkezi şehirlerinden nispeten uzak olması, ekseriyetle yolsuz, trensiz olması itibariyle bu konuda gecikmesi izah edilebilir. Şimdi dikkate şayan bir hayat gösteriyor.

     Kürdlerle temas edenler bilirler ki zeki insanlardır. Ben bizim Dersimlilerde gördüğüm maddi ve manevi kuvveti, zannederim pek çok yerde bulunmaz. Kürd milletinin uyanması, diğer İslam milletleri gibi geç kalmıştır. Kendini bildikten sonra kendi yanındaki milletlerle mesela Ermenilerle kavga etmiş, Devlet-i Osmaniye’den ayrılmış Kürd milleti bu asırda payidar olamaz… Ben de Kürd milletinin çıkışını, daha doğrusu uyanmasını kemal-ı hürmetle selamlarım ve başarısı için temennide bulunurum.”[1]

     Yine Kürdlerin durumuyla ilgili olarak diğer bir yazısında da şöyle diyordu: “Bütün hükümetler, Kürd unsurunu yeterince ciddiye almadılar. Kürdlerin uyanışı biraz geç kaldıysa bunun sebebi, Kürdlerin medeni ülkelerle ilişkiye girememelerindendir. Bu gün mutluluk verici bu uyanışa, şüpheli ve maceracı olarak nitelendirmememiz lazım.”

       Savaştan sonra da bilgi ve birikimiyle dikkat çekti. 1919 yılında, Kürdistan Teali Cemiyeti, hukuk bilgisi ve iyi Fransızca bilmesini göz önüne alarak, onun, Paris Barış Konferansı’nda Şerif Paşa’yla birlikte Kürd delegasyonunu oluşturmasını önerdi ama çıkarılan engeller sonucunda konferansa delege olarak katılamadı.

     1920-1925 yılları arasında İstanbul Barosu Başkanlığı yaptı. O meşrutiyet rejimin devamının ve halifeliğin sembolik bir şekilde devam etmesinin daha doğru olacağına inanıyordu. TBMM Hükümeti’nin devam etmesinin doğru ve daha demokratik olacağını, şekilsel bir cumhuriyet ilanıyla, tek adam (başkan, cumhurbaşkanı) rejiminin başlayacağını belirtiyordu. 1908 Meşrutiyeti’nin, 1923 Cumhuriyeti’nden daha demokratik olduğunu iddia ediyordu. Önemli olan rejimin adı değil, rejimin demokratik olup olmadığıdır diyordu.  Liberal anlayışıyla, cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal’le anlaşamadı. O ademi merkeziyetçiliği, Mustafa Kemal merkeziyetçiliği savundu..

      10 Kasım 1923 tarihli Tanin gazetesinde yayımlanan yazısında, halifeye istifa etmemesini önerdi. Bu sırada, hakkında yazılan bir yazıda, “İstanbul Baro Başkanı Lütfi Fikri, Hilafetin Kaldırılmasına Karşı Çıkan Bir Ateist” diye manşet atıldı. Kürd kimliğinden dolayı ve Halifeliğin kaldırılmasına karşı çıktığı için İstiklâl mahkemesinde yargılandı. Beş yıl ceza aldı. Bir süre cezaevinde kaldıktan sonra bu ceza af kapsamına girdi.

      İstanbul Barosu Başkanı olduğu sırada, 3 Nisan 1924 tarihinde, hukuk alanındaki yenilikler için Muhamat-Muhami (Avukat) Kanunu çıkartıldı. Bu kanundaki geçici bir maddeyle baro feshedilerek, baronun tüm evrakına el konuldu ve meslekle bağdaşmayan hareketleri gerekçesiyle 960 üyenin 482’si üyelikten çıkarıldı. Hükümet, böylece Lütfi Fikri’den kurtulacağını sandı. Ancak bu karara büyük tepkiler olunca, yeni bir genel kurul yapılmasına karar verildi.

       Cumhuriyet döneminin ilk Baro Genel Kurulu (İstanbul Barosu), 28 Ağustos 1924 tarihinde, daha önce avukatlıktan çıkartılmış olan avukatların da katılımıyla gerçekleşti. Genel kurulda, dava vekili-avukat, genel hukuk kuralları konusunda önemli tartışmalar olurken genel kurulda yeni cumhuriyet rejimi de tartışma konusu oldu. Tartışmalar sonunda Lütfi Fikri yeniden baro başkanlığına seçildi. Yani cumhuriyetin kuruluşundan sonraki ilk seçilen baro başkanı o oldu.

       1925 yılında, gizli cemiyet üyesi olmak suçundan, 2. Dönem Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandı; hapse girdi çıktı. Baro başkanlığı sona erdi. Yılmadı, muhalifliğe devam etti. “Bir gün hukuk size de lazım olur” sözünü ilk o söyledi. Mustafa Kemal’e eleştiriler getirmesine karşın Türkiye’de kalmaya devam etti. Zaman zaman Paris’e gidip geldi.

       Hakkında, “Tek başına Muhalif” adlı bir kitap ve günlükleri de “Daima Muhalefet” adıyla yayımlandı. Bunun dışında, çeşitli konularda, çok sayıda makalesi ve kitapları yayımlandı. Bazı yazıları, “Kürdizade Lütfi Fikri” imzasıyla yayımlandı.

      Otuzlu yıllarda, bazen İstanbul’da bazen Paris’te yaşadı. Varlıklı biri olarak biliniyordu. Kanser hastalığına yakalandı ve 1934 yılı Ağustos başlarında, uzun yıllar yaşadığı Paris’e, tedavi için gitti. 7 Ekim 1934 tarihinde Paris’te öldü ve Père Lachaise Mezarlığı’na defnedildi. On sekiz yıl sonra kemikleri İstanbul’a getirilerek Edirnekapı Mezarlığı’nda kendi yaptırdığı mezara, annesiyle babasının yanına gömüldü.

       12 Kasım 1934 tarihli Akşam gazetesinde, “Lütfi Fikri Bey’in vasiyetnamesi açıldı.” şeklinde bir haber yayımlandı. Haberde, yeğeni Feridun Fikri’nin başvurusu üzerine, 25 Eylül 1933 tarihinde Paris’te yazılan vasiyetnamesinin açıldığı ve mallarının bir kısmının Avrupa’da okuyacak öğrencilere burs olarak verileceği de belirtiliyordu.

Lütfi Fikri, sıra dışı, muhalif bir hukukçu olarak iz bıraktı…

CT

 

[1]Rojî Kurd dergisi, Sayı: 4, 12 Eylül 1913