Doğrusunu söylemek gerekir, ben bu sezon DalKurd adına çok ama çok umutlanmıştım. Bugün lider olan takım dahil, DalKurd'un rakibi olabilecek bütün takımları çok yakından izlemiş ve dilim döndükçe hem yerinde hem de doğru uyarılar yapmayı adeta ahlaki görev haline getirmiştim. Ya ben kendimi iyi ve etraflıca ifade edemedim dolayısıyla ikna edici olamadım. Ya da bütün çabalarıma rağmen ulaşmam gereken zihinlere ulaşmayı beceremedim. Her iki durumda da faturayı kendime keserek, sorunu kendi yetersiz yeteneklerimin düşük kapasitesine bağlamam doğru olacak gibi.
Sezonun ilk maçından itibaren kendi pozisyonumu eleştirel bir konumda sabitlemeyi doğru buldum. DalKurd benim takımımdı dolayısıyla ben onları en iyi oldukları dönem ve düzeyde de eleştirmeli ve Alkışı yabancılara bırakmalıydım. Öyle de yaptım. Sürekli takımın daha da mükemmel olmasına odaklanıp, her düzeydeki eksik ve yanlışlara sözümü esirgemeden eleştiriler yağdırdım. Bazen çok sevimsiz olmak pahasına eleştirinin dozajını hiç düşürmeden daha da artırdım.
Tek amacım vardı. DalKurd ne pahasına olursa olsun, bu sezon bir üst lige çıkamalı ve sezonu en iyi şekilde sonlayarak layık olduğu süper lig de yerini almalıydı. Kayıp sezon sadece kayıp bir şampiyonluk değildi. Koca bir sezon boyunca kıt kanaat imkanlarla oluşturulan bir bütçenin de berhava olması demekti.
Bana kalırsa DalKurd'un en önemli problemi yetersiz ve ehil olmayan bir teknik direktöre emanet edilmesiydi. Teknik adamın niyetinden iyi insan olmasından bağımsız olarak sportif niteliklerinin DalKurd gibi bir takımı yönetmeye yetmediğine inanıyorum. Bu inancımın tek ispatı oynanan oyunlardır. DalKurd bütün sezon boyunca Teknik direktörsüz her hangi bir takım gibi futbol oyununu spontane oynadı. Yani top neredeyse takım topun kendisini dikkate aldı. Maçın ve oyunun taleplerini bir kurgusal disiplin içinde hiç bir zaman için oyun gündemine taşımadı. Doğal olarak DalKurd bir profesyonel takımdan çok bir mahalle takımı gibi her maçına çıktı ve her maçı böyle oynadı.
Son İFK Frej maçını bile ki bu maç çok önemli olmasına rağmen aynı mantelite içinde oynayarak tamamladı. DalKurd hiç bir maçını şampiyonluğa inanmış bir takımın açık motivasyonu ile oynamadı. Daha çok ligde kalmaya' şükür eden ''sıradan bir takımmış gibi lig de mücadele etti.
Oyuncular belirli bir tarz oyununa ikna edilmemiş, savunma çok ilkel ve çok geride kuruldu hep ve sırf bu yüzden orta sahada oluşan bu büyük boşluk her rakip için bal börek oldu. Elini kolunu sallayan en zayıf rakip bile bu derin boşluğu çok ciddi tehlikeler için bir imkana dönüştürdü. Bu bir sistem zaafıydı ve her maça sanki böyle bir zaaf oluşmuyormuş gibi, hiç bir tedbir ve değişiklik yapılmadan çıkıldı. Yani kendi hatasını bile görmeyen bir kör akıl işbaşındaydı.
Her hücum, sanki bir futbol oyun şartıymış gibi, rakip kendi sahasına yerleştikten sonra başlatıldı. Ve her seferinde yerleşmiş rakibe karşı kenardan şişirilmiş toplarla hücum edildi. Bu nedir. Kesinlikle futbol bilmezliktir. Kesinlikle plan yapma yeteneğinden yoksunluktur. ve yine kesinlikle oyunu oyuncuların yetenek ve hünerlerine teslim etmektir.
DalKurd bütün sezon boyunca doğru bir sistem ve doğru taktik planlarla oynamadığı için ne doğru dürüst bir hücum takımı oldu ne de doğru dürüst bir savunma takımı. Bir teknik direktörün eli değmediği gibi takım bir karaktere sahip olamadı. Dahası ehil ve yeterli bir teknik adama sahip olmadığı için takım asla şampiyon olacağına inanmadı.
Şimdi bu satırları okuyan kimi okuyucular bana yine kızabilirler. Kızın. Siz hep pohpohladınız da ne oldu. Keşke sizin pohpohlarınız işe yarasaydı da ben bugün bir özür yazısı kaleme almak mecburiyetinde kalsaydım. Ama malesef gerçek bu değil. Siz haklı değilsiniz çünkü DalKurd bu sezonu kaybetmek üzere.
Peki bu büyük kayıbın sorumlusu kim; Bana kalırsa bu büyük kaybın sorumlusu sadece Teknik direktör değil, DalKurd yönetimi başta başkan sayın Ramazan Kızıl bu büyük fiysakodan sorumludur. Şimdi herkes külahlarını önüne koysun ve büyük bir ciddiyetle hem özeleştiri yapsın hem de herkesi tatmin edecek hesap verilsin.