26-29 Mayıs 2017 günlerinde Danimarka’da, Kopenhag’daydık. Bizi, Danimarka Kürt Toplumları Federasyonu, bir konferans için davet etmişti. Bu konferansa İBV olarak, Yönetim Kurulu Üyesi Av. Ruşen Aslan’la birlikte katıldık. Bizi Kopenhag Uluslararası Hava Alanı’nda, Federasyon Başkanı Adnan Axacan, (Hakkari), Mahmut Erdem) ve eşi Kewe (Cihanbeyli, Konya), Ercan Sarısaltık (Dicle, Diyarbakır) Behzat Baskın (Siverek), Sıddık Boğa (Gevaş, Van) Behram Duman (Uludere, Hakkari) Musa Cibran (Siverek) Musa Kaplan, (Uludere, Hakkari) Şıvan Axacan (Hakkari) gibi arkadaşlar karşıladılar. Karşılamada, Çorumluların, Ringsted şehrinde oluşturdukları Alev Kültür Merkezi’nden Turan gibi arkadaşlar da vardı.
Bu arkadaşlar, 3-4 gün boyunca, bizlerle yakından ilgilendiler. Danimarka’da, Kopenhag’da, Adnan Axacan’ın evinde kaldık. Ev sahibimiz Adnan Axacan ve Danimarkalı eşi ve çocukları sıcak ilgilerini hiçbir zaman esirgemediler. Sıddık Boğa ve eşi Güven, Mahmud Erdem ve eşi Kewe, Selma, Aynur Rahşan Bayram bu süre zarfında bizleri hiç yalnız bırakmadılar.
Bu arkadaşlar 20-25 yıldır, 25-30 yıldır Danimarka’da yaşıyor. İşçi, sığınmacı olarak gitmişler. Şimdi her birinin işi var, evi var, işyeri var. Büyük bir kısmı, Türkiye’ye ve Kürdistan’a da gelip gidiyorlar…
Danimarka’nın nüfusu 5 buçuk milyon civarında. Nüfusun 500 bini göçmen. Yüzölçümü 45 bin kilometre kare. Konya’dan biraz büyük. Bir yarımada (Jylland), İki adadan oluşuyor. (Fyn, Stalland) Kopenhag Stalland adasında. Danimarka’da üç büyük toprak parçasında ayrı binlerce küçük ada daha var.
Kopenhag’da, kanallar arasında, küçük bir gemiyle, turistlerle birlikte birçuk saat kadar dolaştık. Kanallardan çıkıp Kuzeybatı’ya doğru açıldığınız zaman Atlas Okyanusu’na Norveç açıklarına ulaşıyorsunuz. Kopenhag kanalarından çıkıp Güneybatı’ya doğru açıldığınız zaman Baltık Denizi’ne, Alman sahillerine varıyorsunuz.
Danimarka’da şehirler yatay büyümüş. Semtlerde, mahallelerde konutlar genel olarak tek katlı. Evler bahçeli. Bahçeler geniş. Bahçelerde çeşitli ağaçlar var. Meyve ağaçları da, sebze tarhları da var. Arkadaşlar, bazı ailelerin bahçelerinde kümes yaptıklarını, tavuk beslediklerini de söylüyor. Evlerinde yufka ekmek açıp marketlerde değerlendiren göçmen Kürd aileler de varmış. Göçmen bir Kürd kadınının, Hakkari’deki ailesiyle telefonda konuşmaları çok dikkate değer. Kadın Hakkari’deki ailesiyle, anasıyla yaptığı konuşmada, bahçelerinde tavuk yetiştirdiklerini anlatıyormuş. Yumurtalardan, tavukların veriminden söz ediyormuş. Hakkari’de yaşayan anası, eski yaşantılarına özlem duyan bir dille şunları söylemiş: Bizim Hakkari’de hiçbir şeyimiz kalmadı. Köyümüz de yok, toprağımız da yok, bahçelerimiz, ağaçlarımız, tavuklarımız hiçbir şeyimiz kalmadı. Biz Hakkari’de bunları bulamazken, siz bu gavur memleketinde tavukları nasıl buluyorsunuz, nasıl yetiştiriyorsunuz…
Danimarka Kürt Toplumlar Federasyonu Başkanı, ev sahibimiz Adnan Axacan’ın evi çok geniş. Bahçesi de geniş. Adnan Axacan öğretmen. Bir okulda çalışıyor. Danimarkalı eşi de öğretmen… Farklı okullarda çalışıyorlar. Çalıştıkları okullar evlerine yakın. Adnan Axacan’ın kardeşi Şıvan elektrikçi. Şıvan’ın evi arabayla 10-12 dakika uzaklıkta. Kopenhag’da trafik sorunu yok…
***
Danimarka Kürt Toplumlar Federasyonu tarafından düzenlenen konferans, 27 Mayıs’da gerçekleşti. Devletsiz Halklar ve Soykırım konulu bir konferans… Konferansta Yahudilerden, Ermenilerden Kürdlerden söz edildi. Yadudilerin, Ermenilerin, Kürdlerin yaşadıkları soykırımlar konuşuldu. Biraz da Bosna-Hersek’te Boşnakların, Afrika’da, Ruanda’da, Tutsi’lerin karşılaştıkları soykırımlara işaret edildi.
Konferanstan önce, İBV Yönetim Kurulu Üyesi Av. Ruşen Aslan, Vakıf çalışmaları hakkında kısa bir konuşma yaptı.
Konferans için, İsveç’ten ve Almanya’dan gelen arkadaşlar vardı. Yıllar önce, Polonya’da, Austwich’i, Hüseyin Düzen’le birlikte dolaşmıştık. Kopenhag’daki özerk bölgeyi ziyarette de beraberdik. Özerk bölgeden sonra, Krallık Meydanı’nda ve Kral’ın Bahçesi’nde de dolaştık.
Bir Daha Asla…
Günümüzde Yahudiler bir sözü ısrarla vurguluyorlar, bu sözü ısrarla dile getiriyorlar. Bir daha Asla… Bu, 1930’lara, 1940’lara, Yahudi-Nazi ilişkilerine işaret eden bir söz. Bu konuda genel olarak şöyle söyleniyor: Museviler olarak, Yahudiler olarak, 1930’larda, 1940’larda, Naziler tarafından verilen her emre, her direktife uyardık. ‘Toplu olarak evinizden çıkınız…’ dendi. Çıktık. ‘Şuradan yürüyünüz…’ dendi. Yürüdük. ‘Birbirinizle konuşmayınız…’ dendi. Konuşmadık. ‘Trene bininiz…’dendi. Bindik. ‘İniniz…’dendi. İndik. ‘Soyununuz…’dendi. Soyunduk. ‘Hamama giriniz…’dendi. Girdik…
Bu süreç sonunda, soykırıma uğradık. Kadın-erkek, çoluk-çocuk, yaşlı-genç milyonlarca insanımız soykırımla yok edildi…
Konferansta bu konu etraflı bir şekilde dile getirildi. Bu söylem şöyle devam ediyor: Günümüzde artık şöyle bir tutum var. Bir baskıyla saldırıyla karşılaştığımız zaman, küçük de olsa bir baskı hissettiğimiz zaman, artık evet demiyoruz. Ona karşılık vermeye, baskıyı, saldırıyı geriletmeye çalışıyoruz… Bir daha Asla… diyoruz… Konferansta bu turum da detaylandırıldı.
Buradan, Kürdlere gelindi, Kürdlerin yaşadığı soykırımlar dile getirildi. Kürdler de çok ağır soykırımlar yaşadı. 16 Mart 1988 Halepçe bir soykırımdı. Enfal soykırımdı. Şimdi müze haline getirilen Süleymaniye Merkez Güvenlik Karargahı’nda bu soykırımı, ayrıntılı bir şekilde izlemek mümkündür. Ama, bu soykırımlara rağmen, Kürdler, ‘Bir Daha Asla’ demiyorlar. Bağımsız Kürdistan gündeme geldiği zaman, Goran, Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin bir kısmı, PKK gibi siyasal yapılar ‘Irak’ın birliğinden yanayız, bağımsız Kürdistan’a karşıyız’ gibi görüşler, düşünceler dile getiriyorlar. Halbuki, Enfal sürecinde yaşanan her bir olay, Kürdlere, ‘Bir daha Asla…’ dedirtecek olaylardır. Yaşanmış, bunca baskıya, zulme, soykırıma kadar varan zulme rağmen Kürdlerin hala Irak’ın birliğinden söz etmeleri, bağımsızlığa karşı durmaları, bağımsızlık isteyenlere, bunun için çalışanlara karşı, bu zulmü yapan devletlerin yanında yer alıp bu zulme iştirak etmeleri dikkate değer bir konudur.
16 Mart 1988 Halepçe, soykırımın doruk noktasıydı. 1983-1988 arasında, Saddam Hüseyin yönetimi, ‘en zehirli gaz hangisidir, deneyleri yapıyordu. Bu deneyleri de hep Kürd köylerinde, cezaevlerindeki Kürd mahkumlar üzerinde yapıyordu. Bugün, Maliki yönetime gelse, Haşdi Şabi yönetime gelse, devlet kendini güçlü hissetse, Kürdleri de zayıf hissetse, soykırım tekrar gündeme gelebilir, tekrar yaşanabilir. Soykırımın sadece Kürdistan Demokrat Partisi mensuplarına, bağımsızlık isteyenlere karşı yapılacağını sanmak yanılgıdır. Ne diyordu, Saddam Hüseyin’in yeğeni Kuzey Irak (Kürdistan) Genel Valisi, Ali el Mecid, Kimyasal Ali? Onlarca Halepçe yapacağız, Bu gerici halkı kökten yok edeceğiz… Bunun için Peşmergenin güçlendirilmesi, her türlü silah araç ve gereçleriyle donatılması önemlidir…Soykırım engelleyecek tek süreç yüzleşmedir. Irak yönetimi bu yüzleşmeyi yapmış mı? Bütün bunlara rağmen, Kürdlerin Bir daha Asla… dememeleri şaşırtıcıdır.
Antropoloji, Tarih gibi Sosyoloji gibi, Siyaset Bilimleri ve Ekonomi gibi Sosyal Bilimler’in bir dalıdır. Kürdlerin önemli bir bölümünde görülen, çağdaş olmayan bu tutumların Antropolojini yöntemleriyle araştırılması, incelenmesi önemlidir. Filistin’de bir kişi, Filistin Arap Devleti’ne karşıyız. ‘İsrail’in birliğinden yanayız, ’ dese, ne gibi tepkilerle karşılaşır? ‘Bağımsız Kürd Devleti’ne karşıyız, Irak’ın birliğinden yanayız…’ sözü Kürdlerde neden doğal karşılanıyor? Bütün bunların antropolojik olarak incelenmesinde yarar var.
Bugüne kadar, devletler, Antropolojiyi, Tarih, Sosyoloji gibi bilimleri Kürdlerin asimilasyonunda, örneğin, Kürdlerin Türklüğünün isbatlamak için kullanırlardı. Bu elbette bilimsel değil, ideolojik bir tutumdu. Kürdler ise, geçmişlerini, bugünlerini, bilim olarak antroplojinin yöntemleriyle araştırmalıdır, incelemelidir.
Eğer Bir Devletiniz Yoksa…
Theodore Herzl (1860-1904) 1896’da Yahudi Devleti kitabını yayımladı. Bu kitapda, Herzl, Kenan ülkesinde, Filistin’de, bir Yahudi Devleti kurulması gereğinden söz ediyor. Bu konuya vurgu yapıyor. Theoore Herzl, gazetecidir, aynı zamanda hukukçudur. Avusturya’da, Almanya’da, Fransa’da, ABD’de, Rusya’da, İspanya’da vs. Yahudi iş adamlarıyla, Yahudi zenginleriyle yaptığı görüşmelerde, ‘Eğer bir devletiniz yoksa, bu zenginliğinizin hiçbir değeri yoktur, eğer bir devletiniz yoksa bu zenginliğiniz, çok kolay bir şekilde elinizden kayar gider…’diyor. Aynı zamanda, Yahudi devletine toprak satın almak için onlardan para istiyor. Yahudi iş adamları, Yahudi zenginleri, devletlerle ilişkilerinin bozulabileceği endişesiyle, bu görüşmelerden sıkıntı duyuyorlar. Ama, istenen parayı da veriyorlar. Theodore Herzl ise bu sözleri ısrarla dile getiriyor. Bu doğrultuda epey para birikiyor.
Ortada, henüz, Hitler’in, Naziler’in olmadığı bir dönemde, bu sözlerin dile getirilmesi dikkat çekici bir konudur. Konferansta bu konuların konuşulmasından, örneğin, Sultan Abdülhamid’le, Büyük Britanya Dışişleri Bakanlığı’yla görüşmelerin dile getirilmesinden sonra, sorun Ermenilere getirildi.
1908’de, İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra, bir ara, Osmanlı’da, kısa bir dönem, özgürlük, eşitlik, kardeşlik sloganlarının egemen olduğu bir dönem yaşanıyor. Bu ortam içinde, Harput’da yaşayan bir Ermeni iş adamı, tahsil için İngiltere’ye gönderdiği oğlunu artık, yanına istiyor. “Osmanlı’da artık her şey düzeldi, sen de buraya dön, burada çalış” diyor. İngiltere’ye tahsil için gönderdiği oğlu, tahsili tamamladıktan sonra orada kalmış, otel sahibi olmuş, zenginleşmiştir. Babasının istemine uyarak Harput’a gelir. İngiltere’deki parasal varlığını da banka aracılığıyla, Harput’daki bankaya naklettirir.
Balkan Savaşı’nın yaşandığı günlerde veya Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı günlerde bir akşam evinin kapısı çalınıyor. Kapıyı açınca, karşısında üç adam görüyor. Biri Banka Müdürü, biri jandarma komutanı, biri emniyet müdürü, üç adam… Ellerinde bir kağıt var. Bu kağıda, isminin altına imza atmasını istiyorlar. Bu kağıtda, bankadaki parasal varlığımı aşağıda isimleri yazılı üç kişi çekebilir, kullanabilir… yazılı. Ermeni iş adam bu dayatmayı kabul etmiyor. Kağıdı imzalamak istemiyor. O’nu orada öldürüyorlar. Karısına zorla imzalatıp evi terk ediyorlar. Ermeni İş adamının parasal varlığı, bir anda, elinin altında kayıp gidiyor. Kime şikayet edecek? Şikayet edebileceği bir makam kalmış mı?
Henüz 1915’e gelinmemiş. 1915’de nelerin yaşandığı ise, yakından biliniyor. Bugün, Türkiye’de, büyük burjuvazinin zenginliğinin kaynağı Rum mallarıdır, Pontus mallarıdır, Ermeni mallarıdır. Kürdistan’da, Kürd şeyhlerinin, Kürd aşiret reislerinin bazılarının zenginliklerinin kaynağı yine Ermeni mallarıdır, Süryani mallarıdır. Sermaye devrinin, toprakdaki mülk devrinin, her yerde, zaman ve mekan içinde incelenmesinde yarar vardır.
Konferansda Ermeni, Yahudi, Kürd soykırımları üzerinde duruldu. 1995’de Bosna-Hersek’de, Serebrenika’da, Boşnakların yaşadığı soykırıma değinildi. 1994-1995’de, Afrika’da, Ruanda’da, Hutu-Tutsi ilişkilerinden, Tutsilerin yaşadığı soykırımdan söz edildi.
Konferans soru-cevaplarla devam etti. Çok sorular vardı. Kürdistan’ın güneyindeki referandum ve bağımsızlık süreci çok sorulan bir soruydu. Bağımsızlık gerçekleştiği zaman Kürdlerin toparlanacağı, sorunların büyük bir kısmının hal yoluna gireceği dile getirildi.
Alevilik Nedir?
28 Mayıs günü, Kopenhag’ın 65 km. Güneybasında, yer alan Ringsted’de bir konferans gerçekleşti. Bu konferansı, Ringted’de yaşayan Çorumlu Aleviler düzenledi. Ringted’deki Alevi Kültür Merkezi, Alevi sorunlarıyla yakından ilgileniyor.
Alevilik ile ilgili Konferansından önce, İBV Yönetim Kurulu Üyesi Av. Ruşen Aslan, burada da İBV Hakkında, Vakıf çalışmaları hakkında kısa bir konuşma yaptı.
Alevilik ile ilgili konferansta, bugün, gerek Türkiye’de, gerek Kürdistan’da yaşayan Alevilikte, Şii İslam’ın kavramlarının, ritüellerinin belirleyici olduğu vurgulandıktan sonra, Alevilik Nedir? şeklinde bir soru soruldu.
İslam’ın, Sünni İslam ve Şii İslam şeklinde iki büyük partisi olduğu, Henefilik, Şafilik, Malikilik, Hambelilik gibi mezheplerin Sünni mezhepler olduğu dile getirildi. İmam Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyin, Kerbela, Oniki İmam, Ehlibeyt Fatıma Ana gibi kavramaların Şii İslam’ın kavramları olduğu vurgulandı. Bu Kavramlar etrafında gelişen ritüeller de var.
Şii İslam’ın kavramları ve ritüelleri belirtildikten sonra, Alevilik Nedir? şeklindeki soruya şu cevap verildi. Bugün, yaşayan Alevilikten, Şii İslam’ın bu kavramlarını ve ritüellerini çıkaralım, geriye kalan Aleviliktir. Cem, Cemevi, semah, bağlama Aleviliktir.. Dağlara, Nehirlere, sulara ağaçlara saygı Aleviliktir. İnsanı yaşamı merkezine koyan, doğayı, insanı Tanrı kabul eden düşünce, yaşam biçimi Alaviliktir. Ama, Kerbela ile bağlantı kurmak, soyumuz, Oniki imamlar’ın soyudur, Ehlibeyt’in soyudur, demek Alevilik değildir. Kerbela, Arap İslam’daki bir iktidar kavgasıdır. Sünni İslam-Şii İslam bu kavga ile bağlantılı olarak ayrışmıştır. Bu Kavganın, Alevilerle, Kürdlerle bir ilişkisi yoktur.
Alevilik, İslam’dan önceki bir inançtır. Kuzey Mezopotamya kökenli bir inançtır. İran’daki (Kırmaşan, Batı Hemedan, Sanandaj) Ehli hak inancına, (Yeresan), Irak’taki, Musul, Kerkük yörelerindeki Kakailer’in inancına benzer bir inançtır.
Alevilik gündeme geldiği zaman, iki soru önemlidir. Birincisi şudur: Şii İslam’ın kavramları ve ritüelleri Alevi düşüncesine, Alevi yaşam biçimine ne zaman girmiştir? Bu etki ne zaman, nasıl başlamış, nasıl gelişmiştir?
Gerek Osmanlı, gerek İttihat ve Terakki, gerek Cumhuriyet, Aleviliği (Kızılbaşlığı) Müslümanlaştırmak, Sünni İslam’a asimile etmek istiyordu. Ama, süreç, Aleviliğin, Şii İslam’a asimile olduğunu göstermektedir. Bu, Dersim gibi alanlarda daha belirgin bir şekilde görülmektedir.
İkinci soru şu olabilir. Kerbela, İslam’daki bir iktidar kavgasıysa, Sünni İslam’dan ayrılan Şii İslam, neden Mekke’de ya da Arap dünyasında değil de, İran’da Farslar arasında, Kum kentinde kurumlaşmıştır? Bu iki sorunun bilimin kavramlarıyla incelenmesinde büyük yarar vardır.
Bugün, gerek Türkiye’de, gerek Batı ülkelerinde, Aleviliği araştıran enstitüler, araştırma kurumları kurulmaktadır. Türkiye’de, üniversiteler bünyesinde kurulan Alevi enstitülerinin, Alevi araştırma kurumlarının, bu konuda bilimsel, sağlıklı çalışmalar yapması olanaklı değildir. Çünkü, bunların esas amacı, Aleviliğin Müslümanlık olduğunu isbat etmeye çalışmaktır. Bu Alevi enstitülerinin, araştıma kurumlarının esas amacı, Aleviliğin, Türk dini olduğunu, Ortaasya’dan getirildiğini isbat etmeye çalışmaktır. Türkiye’de, üniversiteler dışında kurulan araştırma kurumları ise, daha bilimsel, daha özgürce hareket edebilir. Ama Batı ülkelerinde, Batı üniversitelerinde ve sivil toplum kurumlarında kurulan araştırma kurumları bu konularda daha sağlıklı, daha bilimsel çalışmalar yapabilir.
Bu çerçevede, 14. Ve 15. yüzyıllara, Osmanlı-Sefevi çelişkilerine, Osmanlı-Alevi Türkmen çelişkilerine bakmak önemlidir. Şiiliğin tarihi konusunda önemli bir kitap olan Safvetü’s Safa kitabının yazıldığı ilk yıllara (1357 ve sonrası) ve daha sonraki yıllarda, örneğin, Şeyh Cüneyt (ö. 1460) Şeyh Haydar (ö. 1488) ve Şah İsmail (1487-1524) dönemlerinde, bu kitaba yapılan ilavelere, bu kitapda yapılan değişikliklere bakmak önemlidir. Alevilerdeki Yedi Ulu Ozan’ın şiirlerini incelemek önemlidir. Yedi Ulu Ozan… Seyid Nesimi (1369-1417), Şah Hatayi (1487-1524) Fuzuli (1504-1556), Yemini ( 15. Yüzyıl sonu, 16. Yüzyl başı ), Virani (16. Yüzyıl), Pir Sultan Abdal (16. Yüzyıl), Kul Himmet (16. Yüzyılın ikinci yarısı). Bütün bunların yanında, Osmanlı’daki Nakibü’l eşraf kurumunu, bu kurumun şecere düzenlemesini incelemek önemli olmalıdır.
Konferans, soru-cevaplarla, dinamik bir fikir ortamında devam etti ve bu ortam içinde sona erdi. Cemevi gündeme gelince, Diyanet İleri Başkanlığı, ‘Müslümanların tek ibadet yeri vardır, o da Camidir’ diyor. Aleviler bu konuda şöyle diyebilmelidir. ‘Biz Müslüman değiliz, Aleviyiz, Alevilerin ibadet yeri de Cemevi’dir.
Alevilik-Müslümanlık söz konusu olduğu zaman, şu yazılara bakmakta da yarar var. Google’e, İsmail Beşikci yazıldığı zaman bu yazılara ulaşmak mümkündür.
Sekesûr’da, Kürd Alevi Soykırımı, Tunceli Kanunu, Getirdiği Esaslar, Devletin Asimilasyon Politikası, Yaresan (Ehkl-Hak) Rêya Heqiye, Ezdan, Alevilik-Müslümanlık, Resmi İdeolojiye Karşı Tavır, ‘Alevilerin Büyük Sırrı), Alevilerde Kafa Karışıklığı… Yazılarda, yazıların yayımlandığı siteler de ayrıntılı bir şekilde belirtilmektedir.
***
Rinsgted’den Kopenhag’a dönerken, başka bir yolu takip ettik. Bu Roskilde şehrinden Kopenhaga’a ulaşan bir yoldu. Gerek Kopenhag-Ringted otobanı, gerek Ringsted’i Roskilde üzerinden Kopenhag’a bağlayan yol… yolların her iki tarafı da çok geniş buğday tarlalarıyla dolu. Yollar boyunca yerleşik alanlar da var. Yine yollar boyunca, sık sık koyun sürülerine de rastlanıyor. Bire 25-30 veren tarlalar…
Ringsted’e, Aleviler konferansına, Adnan Axacan, Sıddık Boğa ve eşi Güven, Mahmud Erdem, Behzat Baskın, Ercan Sarısaltık’la, iki arabayla birlikte gittik.
İstanbul’a Dönüş
Bizi Kopenhag Havaalanı’ndan Mahmut Erdem, Ercan Sarısaltık, Sıddık Boğa, Behzat Baskın uğurladı. Ev sahibimiz Adnan Axacan ve eşi o sabah okulda dersleri olduğu için evden erken ayrıldılar. Biz Kopenhag Havaalanı’na Mahmut Erdem götürdü. Havaalanında da Behzat Baskın, Ercan Sarısaltık ve Sıddık Boğa’yla karşılaştık.
O sabah, Mahmut Erdem eve erken geldi. Şair. Mor kayalar isimli şiir kitabını da bize armağan etti. Kitap 2015 yılında, Ankara’da, Kurgu Kültür tarafından yayımlanmış. Kitabı baskıya Kadir Okutan hazırlamış. Cihanbeyli de bir doğa parçası, şiir kitabına isim olmuş…
İstanbul Atatürk Uluslararası Havalanı’nda bizi vakfımızı kurucularından ve Danışma Kurulu üyelerinden Necip Yeşil karşıladı. Necip Yeşil dostumuz bize, Kürdistan’ın güneyinde, Kürdistan Bölgesel Yönetimi alanında, Hewler’de yaşayan değerli iş adamı Kozluklu Orhan Kaya hakkında da bilgi verdi. Bundan önceki, İnsanlık Araştırma Merkezi başlıklı yazıda, Orhan Kaya’nın milletvekili olduğunu yazmıştım. Ben konuşmaları yanlış anlamışım. Duyum eksikliği… Milletvekili olan, sözü edilen sofradaki kişilerden biriydi. Değerli iş adamı Orhan Kaya’dan özür diliyorum. Orhan Kaya, on yılı aşkın bir zamandır, ailesiyle birlikte Hewler’de yaşıyor. Yaşanan ekonomik krize rağmen işlerinin yürütmeye çalışıyor.
Rüstem Polatîn Yazısı
Sekesûr’da Kürd- Alevi Soykırımı yazısı üzerine Rüstem Polat bir yazı yayımladı. Bu yazı üzerine şunlar söylenebilir.
İsmail Beşikci’nin yazılarının ve Rüstem Polat’ın yazısının özeti şudur. Beşikci, Kerbela’nın Arap İslam’daki bir iktidar kavgası olduğunu, bunun Kürdlerle, Kürdistan’la, Alevilerle ilgili olmadığını vurgulamaktadır. İmam Ali, İmam Hasan, İmam Hüseyin, Kerbela, Oniki İmam, Ehlibeyt, Fatıma Ana gibi kavramların, bu kavramlar etrafında gelişen ritüellerin, Şii İslam’ın kavramları ve ritüelleri olduğunu vurgulamaktadır. Bunların, Kürdlerle, Kürdistan’la, Alevilerle bir ilişkisi olmadığını belirtmektedir.
Rüstem Polat ise, yazısından da anlaşılacağı üzere, ‘soyumuz Ehlibeyt soyudur, Oniki İmam soyudur.’ demektedir. Kürdlerin bu arada Dersim’in Ehlibeyt soyundan, Oniki İmam soyundan yani Arap soyundan gelmesi tarihsel gerçeklere aykırı bir durumdur. ‘Oniki İmam soyundan geliyoruz’u ısrarla ileri sürmek ise doğmatizmdir. Eleştiri elbette çok önemli bir düşünce kategorisidir. Ama bu dogmatizmle bir yere varılamaz. Şunu söylemek gerekir. İki kere ikinin beş ettiğini söylerseniz, bu tutumunuzu ısrarla sürdürürseniz yanlışlardan kurtulamazsınız.
‘Alevilik Müslümanlık değildir’ sözü, ‘Alevilik Hristiyanlık değildir’ gibi bir sözdür. Hakaret içermediği açıktır. ‘Dersim, Kürddür, Alevidir. Dersim, Ehlibeyt soyundan, On iki İmam soyundan yani Arap soyundan gelmiyor’ sözü, ‘Dersim Türk soyundan gelmiyor’ gibi bir sözdür. Bu sözün de hakaret içermediği açıktır. Düşüncelerini bilimin kavramlarıyla açıklayabilenler hakarete yeltenmezler.
Bu ilişkilerdeki, temel sorunun ne olduğu, bu yazıda da daha önceki yazılarda da belirtilmeye çalışıldı. Rüstem Polat’ın yazısı eleştirel olmaktan çok aşağılamaya, hakarete yönelik bir yazıdır. Aşağılama nedir, hakaret nedir dendiği zaman, Beşikci’nin yazılarına ve Rüstem Polat’ın yazısına birlikte bakıp değerlendirmek gerekir…