Daha önceki yazılarımda Türkiye’de hemen hemen herkesin bir darbesi olduğunu yazmıştım. X kişinin kesinlikle darbe dediğine Y kişisi darbe demiyor, çünkü o darbenin işine gelen yanları var, kendi tarafından öldürülen yok yada buna benzer şeyler. Mesela 1 başbakanın ve 2 bakanın asıldığı 27 Mayıs darbesini demokrasi hareketi zannedenlerle doluydu bu ülke, bayram olarak kutladık seçilmişlerin idamını.
Bunun çeşitli nedenleri var ama bence en büyük nedeni Orta Asya’dan gelip de bu topraklarda yaşadığımızdan beri demokrasinin ne menem bişey olduğunu anlayamamış olmamızdır. Fetihleri, yani başka ülkelerin topraklarına el koyuşumuzu güle oynaya ve övünerek anlatan bir toplumun da çok fazla demokrasi derdi olmasa gerek.
Darbelerde olduğu gibi faşizme de bakış açımız bence aynı, çevrenizdekilerden bile duyduğunuz demokratikmiş gibi anti demokratik tümceleri anımsayın bikere:
- Ne yalan söyleyeyim, Demirel’i gördükten sonra Menderes’in hakkını yemişiz!
- Kenan Evren varken Demirel melekmiş, melek.
- İyi ki Özal geldi de Kenan Evren’in faşizminden kurtulduk.
Bu konuşmaları çoğaltabiliriz ama benim çok fena canımı sıkıyor ve bu yüzden ciddi bir şekilde faşizmin ne olduğunu anlayamadığımızdan demokrasi savaşımını da veremiyoruz. Son yıllarda en çok bugün yaşadıklarımızın 12 Eylül darbesiyle ve sonrası katliamla dolu olan 90’larla karşılaştırılması ve bugünün daha beter olduğunun söylenmesi.
Bunu yaparken günümüz faşizmini anlattığımızı zannederken geçmişi akladığımızın farkında değiliz, dedim ya hiç demokrasi yaşamadığımız için mücadelemiz de öncekileri aklamakla oluyor.
Oysa Türkiye Komünist Partisi genel sekreteri Mustafa Suphi ve arkadaşlarının denizde boğdurulması, Sabahattin Âli’nin ketledilmesi, Nazım Hikmet’in, Kemal Tahir’in yıllarca hapsedilişi, Tan Matbaası’nın yakılması, 6-7 Eylül Olayları, Kanlı Pazar, 1938 Dersim Katliamı, 1941 Varlık Vergisi, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamı, 12 Eylül darbesinde öldürülen ve idam edilen gençler, Kürtlere bok yedirilmesi, erkek ve kızların cinsel organlarına elektrik verilmesi, tecavüz edilmesi, 90’larda 17 bin kişinin faili meçhul bir şekilde öldürülmesi ve köylerin yakılması, insanların evlerinden kovulmaları, insanların eşlerine kendi gözleri önünde tecavüz edilmesi, hatta kızkardeşine tecavüze zorlanması ve bunun yaptırılması…
Utanmak için biraz daha okumak istiyor musunuz, yani başkalarını da yazayım mı, yoksa bu kadarı yeter mi? Mustafa Kemal ile başlayan cumhuriyet döneminin hangi faşizm dönemi sizce daha demokratmış, hangisi daha özgürlükçüymüş? Bu mukayese nasıl yapılıyor bilmiyorum ama bir şekilde yapılıyor, yakın arkadaşlarım da yapıyor, televizyon programlarına çıkan uzmanımsılar da yapıyor.
Demokrasi anlayışımız bu kadar demekten başka bişey diyemiyorum ve çözüm bulmakta zorlanıyorum. İşte o yüzden annesi tutuklanınca beraber hapse gönderilen 1,5 aylık çocuğun fotoğrafını koyduğumda bana o çocuğun ailesinin siyasi görüşlerini bilip bilmediğim üzerinden küfürler yağmaya başlıyor. O gün bugündür bu yazıyı yazmayı düşündüm hep, faşizmi dönemine göre tercih edenler alınır mı acaba dedim kendi kendime. Alınırlarsa alınsınlar, biz demokrasi mücadelesini verirken faşizmi sınıflandırmadan vermek durumundayız, bunu anlamak zorundayız. Beni ne Atatürk’ün ne de başka bir liderin kırk yılın başında söylediği demokratik bir tümce ilgilendirmiyor, yaptığı antidemokratiklikler ilgilendiriyor, onları akladığım sürece demokrasiyi anlayamayacağımı ve anlatamayacağımı biliyorum çünkü.