Deprem konutları: Belirsizlik, denetimsizlik ve çaresizlik

Deprem bölgesinde yeniden inşa süreci hızla ilerliyor, ancak uzmanlar uyarıyor: Kamusal denetim yok, müteahhitlere geniş yetkiler verildi, depremzedeler sürecin dışında bırakıldı.

Pelin Ünker

Resmi verilere göre 50 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği Kahramanmaraş merkezli depremlerin üzerinden iki yıl geçti.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, TOKİ Başkanlığı, Emlak Konut GYO, Yapı İşleri Genel Müdürlüğü, Kentsel Dönüşüm Başkanlığı ve İller Bankası AŞ (İLBANK) iş birliğiyle deprem bölgesindeki ev ve iş yerlerini yeniden inşa ediyor.

Ancak uzmanlar bölgedeki yapılaşmada kamuoyunun denetiminden tamamen çıkmış bir sürecin işlediğine işaret ediyor. DW Türkçe'ye konuşan uzmanlara göre şeffaf olmayan, yapı denetimini müteahhite bırakan uygulamalar riskleri beraberinde getirirken biten projelerle ilgili de soru işaretleri var. Hak sahiplerine aynı anahtarın iki üç kez teslim edildiği örnekler söz konusu.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın açıklamasına göre deprem bölgesindeki 11 ilde bugüne kadar 169 bin 171 konut, 149 iş yeri ve 32 bin 260 köy evi olmak üzere toplam 201 bin 580 bağımsız bölüm teslim edildi.

Bu yılın sonunda ise teslim edilen konut sayısının 358 bin 859, iş yeri sayısının 31 bin 307 ve köy evi sayısının 62 bin 817'e ulaşması hedefleniyor. Bakanlığa göre 11 ilde 174 ayrı alanda, toplam 3 bin 481 şantiye var.

Deprem bölgesinde yapılaşma üzerine çalışan şehir plancısı Ceyhan Çılğın, deprem sonrası uygulanan kamu politikalarını ve yönetim süreçlerini çok yönlü bir şekilde eleştirirken, yasal düzenlemeler ve imar planlarına ilişkin sistematik sorunlara işaret ediyor.

"Depremzedenin haberi yok"

DW Türkçe'ye konuşan Çılğın, deprem sonrası çıkarılan 126 numaralı OHAL Kararnamesinin, Nisan 2023'te "kişisel hak ve hürriyetleri yok edecek şekilde yasalaştığını" söylüyor. Bu durumun "şimdiye kadar deprem bölgesinde pek çok insanın tarlalarına, arsalarına el konulduğu süreci beraberinde getirdiğini vurguluyor.

Şehir Plancısı Ceyhan ÇılğınFotoğraf: privat

Rezerv alanlarının sınırlarının ilan edilmediğini ve bunun da "kamusal denetimden tamamen çıkarılmış bir süreç" haline geldiğini belirten Çılğın, "Rezerv alanı ilan edilen yerler tam olarak neresi, kimse bilmiyor. Normalde Bakanlığın bunu ilçe belediyeleri ve Büyükşehir belediyesine sınırları ile birlikte bildirmesi gerekiyor. Çünkü buralarda yetki yerel yönetimden Bakanlığa geçiyor. Ancak yerel yönetimlere dahi bilgi verilmiyor. Her şey Bakanlığın kontrolünde ve hiçbir yerden takip edilemiyor" diyor.

Öte yandan rezerv alanlar için imar planlarının hazırlanıp askıya çıkarılması ve depremzedelerin onayına sunulması gerektiğini anlatan Çılğın, bu alanlarda imar planları hazırlanmadığını, halkın karar alma mekanizmalarından dışlandığını söylüyor.

"Oradaki hak sahibi depremzede şu anda kendi parseli üzerinde yapılan projeden haberdar değil. Dolayısıyla yaşayacağı kentin nasıl bir yer olacağına dair hiçbir bilgisi yok."

"Bakanlık yeni bir imar rejimi oluşturuyor"

Bölgede kamulaştırma işlemi yapılmadan inşaatların devam ettiğini ve bunun hukuki açıdan sorunlu olduğunu vurgulayan Çılğın, "Bakanlık, fiili olarak yeni bir imar rejimi inşa ediyor ama bunu hukuksal bir çerçeveye oturtmuyor. Yasalar, yönetmelikler ve planlar hiçe sayılıyor" diye ekliyor.

"Bugün yapılan düzenlemeler kalıcı olacak ama hangi kritere göre yapıldığı belli değil. Plansız bir şekilde kentleri yeniden inşa etmek, gelecekte yeni felaketlere kapı aralar" diyen Çılğın, sürecin keyfi yürütüldüğünü ifade ediyor.

"Mecbur bırakma üzerine kurulu"

Depremzedelere sunulan barınma biçiminin  aslında bir mecbur bırakma üzerine kurulduğunu savunan Çılğın, "İnsanlar geçici barınma alanlarında niteliksiz bir barınma ile baş başa kalmış durumdalar. Eğitime, sağlık hizmetlerine erişim yetersiz, barınma alanlarının altyapısı sıklıkla taşmalara neden olacak düzeyde sorunlu. Niteliksiz geçici barınma alanlarında yaşayan depremzedeler, bu sorunları daha fazla yaşamamak için önlerine sunulan projelere bir aşamadan sonra onay verebilirler. Bu onay, bir mecburiyeti içerecektir" ifadelerini kullanıyor.

Çılğın'a göre sorunlardan bir diğeri de yetkililerin depremzedelere sanki normal bir kentte yaşıyorlarmış gibi yaklaşmaları.

Bakanlık ve belediyelerin bu meselede sanki hiç sorumlu değillermiş gibi kenara çekildiğini düşünen Çılğın, deprem bölgesine sanki İstanbul'un Tozkoparan'da, Okmeydanı'nda kentsel dönüşüm projesi yaparmışçasına yaklaşıldığını belirterek ekliyor:

"Karşısındakilere de hayatlarına normal koşullarda devam eden hiçbir zarar görmemiş insanlarmış gibi davranıyorlar. Halbuki karşılarında gelir durumu bakımından yoksullaşmış, barınma sorunları yaşayan ve kamu kurumlarının sorumsuzluğunun neticesini çeken depremzede var."

Ceyhan Çılğın, kamuoyunun bu süreçlere yeterince ilgi göstermemesi nedeniyle, denetimsizlik ve hukuksuzluğun derinleştiğini düşünüyor. Çılğın'a göre Aralık 2024'te yapılan bir kanun değişikliği de bu sürecin bir parçası. Söz konusu kanun değişikliği ile müteahhitlere yeniden yapı denetim firmasını seçme hakkı tanındığını aktaran Çılğın, "Müteahhitlerin kendi denetim firmalarını seçmesi, denetimsizlik sorununu tekrar gündeme getiriyor" diyor.

Bu durumun, "kalitesiz malzeme kullanımı ve uygunsuz yapılaşma" ile sonuçlanabileceğine dikkat çeken Çılğın, bu tür bir denetim boşluğunun, özellikle deprem sonrası yeniden yapılanma sürecinde büyük tehlikeler barındırdığını ifade ediyor.

İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Sinem Kolgu da müteahhitlerin yapı denetim firmasını seçme hakkının, denetimin bağımsızlığını zayıflatacağını düşünüyor. DW Türkçe'ye konuşan Kolgu, bu durumun yapı güvenliğini tehlikeye atacağı ve denetim süreçlerini göstermelik hale getireceği konusunda uyarıyor.

"En büyük sorun şeffaflık"

Kolgu'ya göre de deprem sonrası yeniden yapılanma sürecinde en büyük sorunlardan biri şeffaflık ve bilgi akışı eksikliği.

Sinem Kolgu, deprem bölgesinde geçici barınma alanlarında yaşayanların sayısı hakkında güncel verilerin bulunmadığını, depremde yıkılan, hasar gören, inşaatı devam eden ya da ihalesi yapılan bina sayıları hakkında kesin ve düzenli veri akışı sağlanmadığını aktarıyor.

Deprem sonrası inşaat alanlarının belirlenmesi sürecinin de netlik kazanmayan konular arasında yer aldığını söyleyen Kolgu'ya göre bu alanların belirlenmesinde mühendislik ihtiyaçlarının yanı sıra sosyal, ekonomik ve psikolojik faktörlerin de dikkate alınması gerekiyor. Ancak, uygulamada kararların hangi kriterlere göre alındığı, özellikle yerinden edilen halkın, tarihi ve kültürel dokunun nasıl korunacağı gibi konular belirsiz.

"Ciddi yapısal sorunlar ortaya çıkabilir"

"Mevcut tabloya bakıldığında, kamu yönetiminin depremzedelere yönelik sorumluluklarını tam anlamıyla yerine getirdiğini söylemek zor" diyen Kolgu, süreçte kamusal denetimin olmamasının ilerleyen yıllarda ciddi yapısal sorunlar ortaya çıkarabileceğini vurguluyor.

"Kamu yönetimi sorumluluğunu kısmen yerine getirse de bu süreç hem hız hem de kapsayıcılık açısından yeterli olmaktan uzak" diyen Kolgu, inşaatların ne kadarının planlanan süre içinde tamamlanacağı, teslim edilen konutların teknik standartlara uygunluğu ve altyapı süreçleri gibi konuların belirsizliğini koruduğuna dikkat çekiyor.

"Aynı anahtar üç dört kez teslim ediliyor"

DW Türkçe'ye konuşan Hatay Barosu'ndan Avukat Ecevit Alkan da Hatay'da tarım alanlarının ve doğal çevrenin tahrip edilerek hızlı bir yapılaşma gerçekleştirilmeye çalışıldığını belirterek, bunun uzun vadede ciddi sorunlara yol açacağını vurguluyor: "Yeraltı su kaynaklarının tükenmesinden iklim değişikliğine kadar pek çok olumsuz etkiye sebep olabilecek bir hız var."

Ancak, bu kadar hızlı hareket edilmesine rağmen teslim edilen konut sayısının oldukça düşük kaldığını kaydeden Alkan, istatistikler üzerinde manipülasyon yapıldığını savunuyor. İhale süreçleri tamamlandıktan sonra inşaat belirli bir aşamaya geldiğinde kura çekildiğini ve vatandaşlara konut tahsis edildiğinin söylendiğini aktaran Alkan, hak sahiplerinin inşaat sahasına gittiklerinde binaların henüz tamamlanmadığını gördüğünü ve teslim taleplerine "Bittiğinde verilecek" yanıtının verildiğini ifade ediyor. Buna rağmen, istatistiklerde bu sürecin "kura çekildi, konut teslim edildi" şeklinde gösterildiğini söylüyor.

Alkan, sürekli açılışlar ve anahtar teslim törenleri düzenlendiğine dikkat çekerek, aynı anahtarın bir kişiye üç-dört kez teslim edilmesi gibi uygulamaların yaşandığını belirtiyor:

"Kura sırasında teslim ettik diyor. İnşaat bitmeden önce bir sözleşme aşaması oluyor. O zaman teslim ettik diyor. Sonra en son elektriğin, suyun bağlanması için geçici bir belge veriyorlar. O zaman da teslim ediyorlar. Yani bir hak sahibi bir anahtarı 3 kere 4 kere teslim alıyor."

Kaynak: DW Türkçe

Kurdistan Haberleri

Mustafa Hicri yeniden HDK-İ'nin genel sekreteri seçildi
Kahramanmaraş ve Hatay'da yeni hayat: Toz, inşaat, mücadele
Amedspor'a para ve tribün kapatma cezası
KIZILTEPE- Gazeteci Öznur Değer gözaltına alındı
Rusya ve ABD arasında yeni denge: Orta Asya ve Ortadoğu'nun geleceği