Haber Merkezi- 4 Mayıs 1937 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla başlatılan Dersim Tertelesi’nde binlerce insan katledildi, on binlerce insan yurtlarından, tarihinden, kültüründen, inancından koparılarak farklı şehirlere sürgün edilerek zorunlu iskana tabi tutuldu. Kızılbaş Alevi ve Kürt (Kırmanc) kimliğine sahip Harde Dewres toprakları için artık her şey yeni başlıyordu. Ne acılar sağılıyor, ne de kanayan yana kabuk tutuyordu.
4 Mayıs Dersim Tertelesi’nde 5 yaşında olan Hüseyin Akar yaşanan kıyım, sürgün ve katliamdan kurtuluşunu anlattı.
Dersim Nazimiye’ye bağlı Civrak (Sarıyayla) Köyü’nde dünyaya gelen Hüseyin Akar’ın gözlerini önünde akrabası olan kişi elleri ve ayakları bağlanarak üzerlerine gaz dökülerek yakılıyor. O anı anlatırken gözlüklerinin altından gözyaşları akıyordu. Anlatırken sanki o günleri yeniden yaşıyordu. Kabuk bağlamayan yarasını açmak istemesek de bu anları kayıt altına almak tarihsel bir sorumluluktu. Çok uzun duraksamalar sonrası bütün var gücü ile ağzından çıkan ilk kelime, ‘1938 benim için ayrı bir dünyadır’ oldu.
Ve Hüseyin amca anlatmaya başlıyor..
“5 YAŞINDA KIYIMA UĞRADIM”
“Dersim, Ermeni kırımının bir devamıdır” diyen Akar, bu katliam üzerine yazdığı kitap ve yazıların toplanarak yasaklandığını ifade ediyor ve şöyle konuşuyor:
“1934’te Dersim Nazimiye’ye bağlı Civrak (Sarıyayla) Köyü’nde doğdum. Hayatım çok karmaşık geçti. Bende Dersim travması var. Geçirdiğim bir vurgundur bu. Dersim’den bahsedildiği zaman bu travmanın etkisinde kalıyorum ve halen o travmayla yaşıyorum. 5 yaşında kıyıma uğradım. Ailemden 55 kişi katledildi. Bunları bir kitap olarak yazdım ve kitabım yasaklanarak toplatıldı. Bütün yazılarıma el konuldu. Bir şey yazamaz oldum. Dersim’de insan yaşamını önemseyen aşiretler vardı. Aşiretler arası kurul bu dönemden çok daha iyiydi. Hasan Saka, Ermeni Katliamı’ndan dolayı mahkum edilmiş bir insandı. Hasan Saka mahkum olduğu halde hapishaneden çıkarılıyor ve bakan oluyor. Dersim, Ermeni kırımının bir devamıdır. Söylediğim doğrulardan dolayı mahkum oldum. Oysa ben doğruyu söylüyordum. Ailemden 55 kişiyi ‘sürgüne’ diye aldılar ve bir derenin içerisine toplayıp kurşun dahi sıkmadan gaz döküp yaktılar.”
“KÜRT ASKERLER ‘KAÇIN CANINIZI KURTARIN’ DİYORDU”
Artık harekat kolu Nazimiye’ye ulaşmıştır ve sıra Civrak köyündedir. Kürt askerlerin Kürtçe olarak ısrarla kendilerine kaçmalarını söyledikleri halde köyü terk etmeyen halkın başında kara bulutlar vardır. Akar, o anı şöyle anlatıyor:
“1938’de köyümüze geldiler. Bizim evin 150 metre ilerisinde bütün köylüleri topladılar. Köylüler kendiliğinden geliyordu. Köylülerin gelmeleri için haber salmışlardı. Yolda bazı Kürt askerler köylülerimize Kürtçe, ‘Bunlar sizi öldürecek. Bingöl buraya yakın, kaçın canınızı kurtarın’ diyor. Fakat köylüler ‘biz ölür isek beraber ölürüz’ diyorlar. Ben askerin ne olduğunu, nasıl olduğunu bilmiyordum. Potinli, silahlı adamlar. O zaman bir bostan ekmiştik, Bostanda salatalıklar vardı. Askerler kökü ile salatalıkları getirip yemeye başladılar. Çocuk aklımda ‘amcam bunları görürse döver’ diyordum. Baktım ki amcamın etkisi yok. Kimse bunlara müdahale edemiyordu. Otorite artık ailemde değil askerdeydi. Babam o zaman askerdi. Sürgün diye 55 kişiyi Tekirdağ’a süreceklerdi. Edirne’ye yakın bir yerdi. Karargah bizim evin yanındaki tarlada kurulmuştu. Köylüleri oraya topladılar. Kırıma başlayacaklardı. O an nasıl olduysa köylülerin hepsi kendiliğinden geldi. Sonradan anladım ki biz Dersimliler bir hiçiz.”
“YAYIK SEHPASINA 3 KİŞİYİ ASTILAR”
Artık Dersim’de silahların toplanma zamanıdır. Silahlarını veren 3 kişinin yayık ayranın yapıldığı ağaca asıldığı an kendisi için ölüm anıdır . Akar, “Köylüleri bir vadide topladılar. 3 tane mezramız vardır; Balık, Gelik ve Merkis. Çobanlar dahi hayvanları bırakıp geldiler. Ben o zamana kadar köyün otoritesinin üstünde bir otoritenin olduğunu bilmiyordum. Hak, hukuk köyde oluyordu. Dersim’de silahlar toplanmış ve bizim köyde de silahlar teslim edilmişti. 3 kişiyi silahını vermediler diye işkenceye aldılar. Ama silahlarını vermişlerdi. ‘Sizde daha silah var, getirin’ dediler. Bu adamlar başkasından silah ödünç alarak getirip teslim ettiler. O zaman yayık vardı. Yayık sehpalarına 3 kişiyi astılar. İçlerinden Memo Dır (Uzun Mehmet) diye birinin boynu yerde sürüdüğü zaman olduğum yerde bayıldım kaldım. O adamın ağzından kan geldiğini gördükçe halen kötü oluyorum” diye devam ediyor.
“55 KİŞİYİ GAZ DÖKEREK YAKTILAR, DAKA ANAYI ASTILAR”
Öyle ya Dersimliye kolay ölüm yoktur. Mermi pahalıdır! 100 yaşındaki Daka Ana yürümediği için askerlere engeldir ve evinde asılmıştır. 55 kişi ölüm kervanına alınır ve babası askerde olan Hüseyin Akar ve ailesi bir yüzbaşı tarafından o ölüm kervanına katılmaz. Anlatırken o günleri yeniden yaşıyor. Gözyaşlarını tutamıyor artık. Susuyor, hem de çok susuyor ve ağzından o gün dökülüyor:
“1938 benim için ayrı bir dünyadır. Bu dünyayı tekrar yaşamak istemiyorum. Fakat bu dünya beni bırakmıyor. 1938’de yakılanlar benim ailemdi, bendim, dedemdi. 55 kişiyi sürgün diye aldılar yola çıkardılar. Bizi o zaman bir subaya (yüzbaşı) teslim etmişlerdi. Subay benim babamın askerde olduğunu öğrenince beni, annemi ve kardeşlerimi o kervana katmadı. Biz kervana katılmaya kalktıkça o bizi ayırdı. ‘Ailesi asker olan birini bu kervana katmam’ diyordu. Tabi öldürüleceğimizi biliyorduk. ‘Hiç olmazsa çocuğu öldürmeyin’ diyordu. O yüzbaşını da kervandan aldılar. Aşiretin etkisinin bittiği yerde Dereoba’da 55 kişinin ellerini, ayaklarını bağlayıp üzerilerine gaz döküp yaktılar. Yanan bendim. Daka dedikleri bir anne 100 yaşında olduğu için onu asmışlardı. Evde asılı bırakmışlardı. Oysa o kadın kendini asamaz.”
“2 AY DAĞLARDA SAKLANDIK”
Akrabaları gözlerinin önünde yakılmış olan Hüseyin Akar ve ailesi için artık saklanma zamanı gelmiştir. Yaklaşık 2 ay boyunca ailesi ile dağlardaki mağara oyuklarında gizlenir ve köyünü döndüğünde hiçbir şey yerli yerinde değildir. “Dağda yılan ile çiyan ile birlik olduk” diyen Akar anlatmaya devam ediyor:
“Bizi öldürmeden bırakıp döndüler. Annem ve kardeşlerim ben mecbur dağa çıktık, saklandık. Dağda yılan ile çiyan ile birlik olduk. Geceleri gelip köyde bazılarından yemek alıp gidiyorduk. Yaklaşık 2 ay saklandık. Yiyecek yoktu. Merkis’e yakın Bedro dağında gizleniyorduk. Akşam tanıdıklardan yemek alıyorduk. Onlarda korkuyordu. Çok acılı günler geçirdik. Köyümüze gidemedik. Mağara oyuklarında kalıyorduk. O ara babam askerden geldi, hastaydı. Zatürre olmuştu. Geldikten kısa bir süre sonra sanırsam 1941 yılında vefat etti. Babam katliamı öğrenmişti. Döndüğümüzde hiçbir şey yerinde değildi.”
“DERSİMLİYE MAHSUS YOL VE HAYVAN VERGİSİ”
Ölüm, sürgün yetmez Dersimliye. Sağ kalan artık özel vergi uygulamasına tabidir! Dersimliye özel yol vergisi. Sözde hizmet getirme bahanesiyle Dersimliye katliam olarak dönen o yol. 12 ay boyunca yollarda çalıştırıldıklarını ve hayvan vergisi vermek zorunda bırakıldıklarına dikkat çekenAkar, derin bir ah çekerek, bu ‘özel vergi’ye şöyle vurgu yapıyor:
“Dersim’de normal hayat yoktu zaten. Yol yapımında 12 günlük çalışma vardı. Jandarma yönetici olduğu için bunu 12 aya çıkarıyordu. Bu başka bir yerde olmayan yol vergisiydi. Dersim’e mahsustu. Ancak 5 çocuğu var ise muaf sayılıyordu. 5 çocuğun olması için nüfusta kaydırma yapılıyordu. Ama yönetici jandarma olduğu için 5 çocuk hesabı yapılmıyordu. Yakalandığı yerde yol vergisi diye çalıştırılıyordu. Bir de o arada kamçur vergisi (hayvan vergisi) vardı. O da Dersimlilere özgü bir vergi. Devamlı alınıyordu. Almadıkları zaman götürüp çalıştırıyorlardı. Her şey, bütün yaşam jandarmanın elindeydi. Ceza verir, affeder, mahkum ederdi. Jandarma köye geldiği zaman erkekler kaçar, gizlenirdi.”
“SEYİT RIZA ASİ DEĞİL, ONURLU BİR KİŞİYDİ”
15 Kasım günü idam edilen Seyit Rıza ve yoldaşlarını da anan Akar, büyük bir öfke ile, “Seyit Rıza onurlu bir kişilikti. Seyit Rıza asi, haydut değildir” diyor ve sözlerini sonlandırırken taleplerini şöyle sıralıyor:
“Ben ‘Dersim’e yapılan zulmün yerinde olmadığını, zulmün devam ettiğini ve suç duyurusunda bulunacağımı’ söyledim. Savcılığı gidemiyorum. Katliam şimdi de devam ediyor. Bu katliamı kabul ettirmek gerekiyor. Dersim onur ise bu onuru yerine getirelim. Bütün Dersimlilerin birlik olmasını ve bu onuru korumasını istiyorum. Dersimliler olarak inancımıza, geleneklerimize sahip çıkalım. Seyit Rıza onurlu bir kişilikti. Seyit Rıza asi, haydut değildir. Her noktada barış sağlayan biridir. Bu dürüst insanın hakkı elinden alındı. Mezarının yerinin belirtilmemesi devlet için gaflettir. Haktan, hukuktan yana olmuştur. Dersim ismi iade edilsin. Seyit Rıza’nın mezar yeri açıklansın. Katliam failleri yargılansın. Doğamız ve coğrafyamız yakılmasın.”