Dersim'de olan terteleyi, 38 katliamı ile anılmasını doğru bulmayanlardanım.
Yani “tertele”deyince, yeriniden yurdundan göç eden, açlıktan, zülumden, devletin vergilerinden kaçan ve katledilen, kitleler akla gelmektedir. Buna ilişkin sadece çocukluğumdan kalma anlatımlar ve duyduklarım bana referans olmaktadır. Yoksa elimde örnek gösterebileceğim bir kaynak bulunmadığını peşinen söylemeliyim.
1938, Dersim katliamı sürecinde de bu kıyım ve katliam sonucu tekrar, tertelenin yaşandığı bir başka gerçekliktir. Ancak bu Dersim tarihinde bilinen ve yaşanan ikinci terteledir.
Birincisi takriben, 1900’lü yıllarda vuku bulduğu bilinmektedir. Osmanlının son dönemine denk gelen bu kıyım, şiddet ve toplanan sirqe diye bilinen, aşar vergi politikasına karşı yaşanmıştır. Bu dönemi anlatan, çocukluğumdan beri yanımda saklı kalan yaşlılarımızın anılarını paylaşmak istiyorum.
Aile büyüğümüz olan, annemin babası İmam’ı, yani dedemin başına gelen bir olaydan hareketle irdelemeye çalışacağım. Annem, babasının 2. evliliğinden olan ilk evladıdır. İmam’ın ilk evliliğinden iki çocuğu bulunmaktadır. Dersimden terteleye katılan İmam dedem, dağda bir çocuğunu ve hamile karısını kaybeder. Anlatımlara göre çocuk, gece vahşi hayvanların saldırısına uğrayıp, yem olur. Sabah gün ağardığında, çocuğun başına sarılı bulunan kırmızı başlığın kanlar içinde bulunması, çocuğun vahşi hayvanlar tarafından parçalandığını doğrulamaktadır. Karısını kaybeden, çocuğunun vahşi hayvanlara yem olmasını engelleyemeyen İmam 4-5 yaşındaki kızıyla aylar sonra köyüne döner.
Ve kısa bir süre sonra, ikinci evliligini gerçekleştirir. Bunu yaklaşık olarak 1917-18 yılında gerçekleştirmiş olmalı ki annemin doğum tarihi 1919’dur.
Aynı dönem babam Süleyman 3-4 yaşında kardeşlerinin en küçüğüdür. Kendisinden büyük ağabeyi Hüseyin ve Ali ile bu terteleye dahil olur. Yanlarında yetişkin yaşta ablası Emine de bulunmaktadır. Emine Hüseyni belli bir yere kadar taşıdıktan sonra, döner Süleyman’ı alır. Bir kaç defa bu böyle devam edince yorgun düşer ve yürümesi daha iyi olan Hüseyni alıp, babamı bırakmayı düşünürse de geride kalan Süleyman’ın çığlıklarına dayanamayıp onu bırakmaktan vazgeçer...
Anladığım kadarıyla Dersim tertelesi denilen kırım, göç bu döneme aittir.
Dersim katliamı ise 1937-38 yıllarında ikinci bir terteleyi kapsayan, T.C devletinin yürüttüğü toplu bir jenosid ve katliamdır.
Katliam sonrası devletin sıcak ve merhametli yüzünü göstermek için bölgede önde gelen aşiret liderleri ile bir toplantı yaparlar. Tunceli valisi aşiret beylerine şimdiye kadar en çok hangi validen memnunsunuz diye sorunca Dırban köyünden Mala Mıkê’nin temsilcisi, en iyi vali, tayini çıkmış Dersime doğru yola çıkıp geliyor iken, daha ulaşmadan Gülüşkür köprüsünde kalp krizi geçirip ölen valinin olduğunu söyler.
Gelen sömürgeci valilerin çoğu bölgeye ve halka zarar vermek üzere geldikleri bir hakikat olduğudur.
Yakın dönem tarihine bakıldığında da aynı politikaların kopyalanarak devam ettiğini görmek mümkündür.
1980 Eylül darbesinden sonra da Dersim, T.C devletinin kırım ve zülüm politikasını uyguluya gelmiştir.
Askeri darbeler dönemi ağır baskılara, asimilasyonlara maruz kalmış ve hızla nüfus kaybına uğramış ve dışarıya göç vermiş bir Kürdistan şehridir.
Şehir merkezinde neredeyse nüfusu kadar, asker ve polis bulunmaktadır.
Köylerin yakılıp yıkılması sonucu, hayvancılık, ziraatçılık, meyve ve sebze yetiştirmek giderek yok edilmiştir. Tüm bu yapılanlar Dersimi insansızlaştırmak, yaşayanları başka diyarlara sürerek onları asimle etmek, Türkleştirmek, Türk-islam sentezini egemen kılmak amaçlı olduğuna şüphe yoktur.
Dersim halkının daha önceki katliamlar ve tertelelere maruz kalmasından dolayı T.C devletine karşı tavırlıdır. Ayrıca devletlen aynı mezhepten olmamaları da bir başka uzak ve ayrı durma gerekçesidir. Gelen her hükümetin hışmına uğramaktan kurtulamamışlardır.
Neredeyse yarım asır Başbakanlık yapan S. Demirel “Terörün başı Tunceli’dir, Tunceli“ demesi anlamlı ve derin odaklara hedef göstermesinden ne denli düşman olduğunu göstermektedir. T.C Devleti, sadece bu şiddet politikalarını yürütmekle kalmayıp, doğasını yakıp-yıkan aynı zamanda farklı türden zehirli sürüngenler bıraktıkları bir başka gerçekliktir.
Mesela devletin bu bölgeye aşırı zehirli yılanları bıraktığı halk arasında yaygın bir şekilde söylenmektedir. Son dönemlerde onlarca insan ve evcil hayvanların aşırı zehirli yılanlar tarafında zehirlenerek ölmesi veya sakat kalmaları bunu doğrulamaktadır. Oldukça yavaş hareket eden bu yılanların eskiden beri orada yaşayan yerli halk tarafından dile getirilmektedir.
Dersim devlet hastanesinde zehirlenmelere karşı yılan serumunun bile bulundurulmaması bir başka sorundur.
Başta Dersim olmak üzre, Kürdistan’ın her tarafına, “Türk yurdunun” hiç bir yerinde olmadığı kadar bayrak asmalarının nedeni nedir acaba?
Komando güçlüdür, ezer sloganlarının dağların tepelerine yazılmasının anlamını her Kürd iyi bilmelidir.
Bu devlet asimle olup Türkleşen Kürdü de sevmemektedir.
İşbirlikçilerine verdikleri değer, onlardan faydalanma anına veya kullanım tarihine kadardır.
Bir takım yalaka unsurların telefon defterlerinin en üst, birinci sırasında karakol telefon numaralarının olması gelinen durumu daha da vahimleştirmektedir. Sivil insanlar muhbirliğe zorlanırlarken, dağların tepelerine karakollar yapmakta ve araziye oldukça yaygın alıcılar ve görüntü kayıt eden kameralar yerleştirmişlerdir. Yakın dönemde öldürülen bir çok gencin istihbaratını veren, devletin yerleştirdiği, bu canlı ve cansız aygıtlar olmaktadırlar.
Ve bu gençler devletin teknolojik üstünlüğü bilinmesine rağmen birileri tarafından kurban edilmektedir. Bu denli hoyratça, telef edilmeleri “şehit” olmaları, halkımızın hayrına olmadığı, her geçen gün daha net anlaşılmaktadır.
Orman yangınına neden olmuş gerekçesiyle, İlhan Çomak gibi hiç bir suçu olmayan insanlarımızı 25 yıldan beridir orman kanunu ile hapiste tutmaktadır.
Aynı T.C Devleti, Kürdün sahipsiz ormanlarını savaş helikopterlerinden attıkları bombalarla yakmaya devam etmektedir.
Sözde Dersim kökenli CHP’li Parti başkanı ve muhalefetin başı Kılıçdaroğlu’nun yangına karşı sessizliği, vatanı bölmek endişesi taşıdığı için “anlayışla” karşılanmalıdır. Sıra kendisine gelene kadar kimsenin acısından yana tavır almamaya devam etsin.
Palamut, yaban inciri, şekok, hermî, şilan, ceviz sevenler, daha sayamadığım bir çok meyve ve bitki türleri Dersim’de yakılmaktadır.
Kırlangıç, güvercin, bıldırcın, serçe, bülbül ve diğer adını sayamadıklarım gibi, keklik yuvası ateşe tutulmuş yaban keçileri tepeden tepeye koşmakta, suları yok edilmiş coğrafyada bir damla su olmak önemlidir.
Kerbela’daki “yangının”matemini tutanlar, Dersim halkı gibi, dogası da dardadır.
Gücümüz yetmezse de, içinden bu devlete lanet okuyup, kendine, doğana, geleceğine, ülkene sahip çıkmalısın.
Dersim yanarken Afrin’de Dr. Nuri Dersimi’nin mezarının saldırıya uğrayıp yıkılması tesedüf degildir.