Hasan Hayri Ateş
Dersim Anadolu’nun Horasan’ı değildir. Dersim yalnızca Dersim’dir. Toplumsal hafızada Kırmanciye diyarı ve Alevi Kızılbaş inancının ana merkezidir.
"Mit, insanın, kendini ve dünyayı tanımak için anlattığı bir öyküdür; bizi kendine tabi kılan, biçim verici bir gücün temsil ettiği bir hakikattir.”(1)
Dersim toplumsal hafızasında mitlerin, yakın zamana kadar çok başat bir yeri vardı. Bunlar arasında Qal Mem ve Şıxese anlatısı bir köken miti idi. Dersim aşiretlerinin Qal Mem ve Şıxese üzerinden iki koldan geliştiği söylenirdi. Diğer yandan Munzur, Duzgın, Ana Buyere ve Ana Jele adına yemin edilir, ikrar verilir, ihtilaflar çözülürdü.
Toplum yaşamında önemli yeri olan mitler, her zaman resmi ideolojinin öncelikli hedefi oldu. Resmi anlatıda Munzur hacca gönderilirken, Duzgın, Seyyit Mahmut Hayrani’yle ilintilendirilerek Türkleştirilir. Açık ki bu mitleri başkalaştırmadan, ürettikleri Horasan miti toplumsal hafızada yer edemezdi. Toplumu belleksizleştirerek kendi geçmişinden koparma amacı güden bu zihniyet, yüz yılı aşkın süredir değişmeden devam ediyor. Günümüzde ise çok daha ağırlaştırılan kültürel kuşatma ile farklı bir boyuta taşınmış durumda. Vali Bülent Tekbıyıkoğlu’nun yaptığı ilk işlerden birinin, Pertek’te bir dağa, ‘Anadolu’nun Horasanı Tunceli’ yazısını yazdırması, bunu gösteriyor.
Valilik bununla yetinmeyip, şimdi de bir sempozyum düzenliyor.
*
“Anadolu’nun Horasan’ı Tunceli Sempozyumu” resmi anlatının, sonu gelmeyen nakaratıdır. Nakarat ise bilindik: Dersimliler Orta Asya’dan, Horasan'dan gelen Türklerdir ve Alevilik bir Türk inancıdır...
Bu fikrin ilk kez İttihat ve Terakki Cemiyeti’nce geliştirildiği biliniyor. Bu kapsamda bir çalışma yapması için görevlendirilen kişi ise, Karakol Cemiyeti’nin kurucularından Teşkilatı Mahsusa’cı Baha Said’dir.
Kültür Bakanlığı tarafından 2000’de yayınlanan Baha Said’in kitabındaki sunum yazısında, bu çalışmaların maksadını İsmail Görkem şöyle dile getirir: "Türkçülük akımlarının bilim ve düşünce alanındaki tabii bir yansıması olarak, bilhassa Ziya Gökalp sosyolojisinin etkisiyle, İslamiyet bu yeni gözle görülmeye başlandı. İslamiyet'in Arap ve İran etkilerinden arınmış, yalnızca Türklere has bir şeklinin olması gerektiğini düşünen bilim ve fikir adamlarından bazıları, bunun Alevilik ve Bektaşilik tarafından temsil edildiğine karar verdiler.”(2)
Naci İsmail Pelister (Habil Adem) ise Alevilik ve Bektaşiliğin Türk inancı olarak görülmesi yerine, yasaklanmasını, Kızılbaş Kürt aşiretlerinin Türkleştirilmesini ve dini asimilasyonunu savunur.(3) Bu görüş daha sonra cumhuriyetin esas politikası olur. Bugün için geçerli olan politika da budur.
Hiç kuşkusuz Türkleştirme temelli bu girişimler, resmi tarih kapsamında yeni bir hafıza ve kimlik inşa çalışmasıdır. Horasan üzerinden Türklük esaslı bir soy miti uydurmak, bu kimlik inşa çalışmasının en stratejik boyutudur. Bunu yapanlar çok iyi bilmektedir ki, asimilasyonun başarısı, ancak toplumun belleksizleştirilmesiyle mümkündür.
Bu belleksizleştirme çalışması, Cumhuriyetle birlikte devletin tüm ideolojik aygıtlarının seferber edilmesiyle sistematik hale getirildi, süreklilik kazandırıldı.
Ancak İttihatçıların dolaşıma koyduğu Horasan anlatısının, uzun yıllar Dersim toplumunda bir karşılık bulamadığını biliyoruz. Bunu devlet cephesinden üretilen kimi rapor ve yazılı çalışmalardan da anlıyoruz. Bu olgu 1933 tarihli Jandarma Umum Kumandanlığı’nın Dersim Raporu’nda şöyle dile getirilir:
“Bugünün Dersim halkından garbi Dersim’i işgal edenler, kendilerinin Horasandan gelmiş olduklarını müttefikan beyan ederler. Şarki Dersim’de böyle bir iddia henüz görülmemiştir. Garbi Dersim’in iddiaları yakın bir döneme ait olduğundan, Dersim’in bunlara tekaddüm eden (önce gelen) hakiki sahipleri olmak lazım gelir.”(4)
Görüldüğü üzere, Batı Dersim’de Horasan aidiyetinden söz edilse de, bunun yeni bir görüş olduğuna dikkat çekiliyor. Yenidir, çünkü belli bir amaç doğrultusunda Türkçü ideologlar tarafından, Teşkilatı Mahsusa’nın karanlık dehlizlerinde üretilmiştir.
*
İttihatçı ideologlardan günümüze Horasan, resmi tarih kapsamında Anadoluya akmış Türklerin yurdu diye sunulsa da bunun doğru olmadığı, bu geniş coğrafyada yaşam süren halklar arasında Kürtlerin önemli bir yer tuttuğu, bugün artık çok daha iyi bilinen bir durum. Öte yandan Dersim’de kimi aşiretlerin Horasan’la başka bir ilişkisinin olduğunu, bu ilişkinin de gidiş ve dönüş şeklinde gerçekleştiğini de biliyoruz. Pek çok araştırmacı bu dönemi aydınlatan çok önemli çalışmalar yaptı. Özellikle Selim Temo’nun saha çalışması ile desteklenen Horasan kitabı şimdiden önemli bir başvuru kaynağı haline gelmiş bulunuyor.
Resmi tarihin hurafelerini sarsan önemli kaynaklardan biri de Erdoğan Yalgın ve Erkan Yar tarafından tercüme edilerek yayınlanan Şıx Dılo Belincân’ın iclas belgesi/seceresidir. Şeyh Dilo Belincân verilen belgeyle, toplamda 43 Kürt cemaatini irşad etmek üzere 1010 senesinde Dersim’e gelir. Selçukluların, Malazgirt’ten askeri girişleri 1071 yılını gösterdiği bilinirken, 1010 yılında kaleme alınan bu belgede, adı cemâeti’l-ekrâd’i olarak geçen Kürt cemaatlerin, Dersim merkezli Kürt coğrafyasının otokton/yerlileri olduğu bununla rahatlıkla anlaşılmaktadır. (5)
Hakikat böyleyken, günümüzde halen Horasan nakaratından medet ummak beyhude bir çaba olsa da, bundan vazgeçilmeyeceği anlaşılıyor. Tüm kırım ve kuşatma politikalarına rağmen, toplumsal mühendislik politikalarından beklenen sonucu alamasa da, tekçi ulus devlet aklı ısrarını sürdürmenin kararlılığı içinde.
*
Günümüzde çok katmanlı hale getirilen kültürel kuşatmanın en kritik yanı ise, iktidarın, içeriden devşirdiği kesimleri eklemlemesidir. İktidarın son hamlelerinden biri olan “Alevi Bektaşi Cemevi Başkanlığı” bu maksatla kuruldu. Bahsi edilen sempoyuzumun asıl organizyonu da bu yapı üzerinden gerçekleşiyor. Gene Dersim’li kimi şahsiyetlerin bu çalışmada yer alması da bunun göstergesi.
Bilinçli ve gönüllü olarak kolonyalist kültür fethine payanda olan ve resmi ideolojinin yalanlarına hamallık yapanlara bir sözümüz yok. Ancak mevcut duruma itirazı olan geniş kesimin; özellikle de okuyan, yazan, çizen kesimlerin geçmişlerinden hareketle bugüne söyleyecek sözleri olmalı.
Sessizlik, bir toplumun tarihinin, hafızasının resmi ideolojinin yalanlarıyla karanlığa gömülmesine göz yummaktır. Hiç bir şey olmamış gibi davranmak, ya da tüm bu belleksizleştirme çalışmalarını önemsiz görmek izahı olmayan bir tutumdur. Yüz yıllık nakaratın toplumsal hafızada yarılmalara neden olduğu, kafa karışıklığı yarattığı görmezden gelinemez. Rejim bellekleri boşaltıp, süprüntüyle doldurmak isterken buna karşı hakikati toplumla buluşturmadan, resmi ideolojinin hurafelerine her zamankinden açık hale gelinir.
Sonuç olarak belirtmek gerekir ki, Dersim Anadolu’nun Horasan’ı değildir. Dersim yalnızca Dersim’dir. Toplumsal hafızada Kırmanciye diyarı ve Alevi Kızılbaş inancının ana merkezidir. Siyasi iktidarın yapması gereken, kimlik ve hafıza inşa çalışmalarına son vererek; Dersim toplumunun kültürel farklılığını tanımak, dünden bugüne taleplerine kulak vermek ve yerine getirmek olmalıdır.
NOTLAR:
(1) Jan Assmann-Kültürel Bellek
(2) Baba Said Bey, Türkiye'de Alevi-Bektaşi, Ahi ve Nusayri Zümreleri. Kültür Bakanlığı Yayınları.
(3) Markus Dressler-Türk Aleviliğinin İnşası. Bilgi Üniv. Yayınları.
(4) Dersim Raporu-İletişim Yayınları.
(5) Dersim’in Gizemli Tarihi-Erdoğan Yalgın. Fam yayınları
Kaynak: Gazete Duvar