Fotoğrafçı, yazar, belgeselci Caner Canerik 'Kamile Dersim-(Dersim Kâmilleri)' projesiyle 80 yaş üstü yaşlılarla görüşerek unutulan gelenek, görenek ve ritüelleri kayıt altına alıyor.
Dersimliler kendi topraklarında “Her şeyin bir sahibi var” derler. Dağ keçisinin, geyiğin, balığın, ormanın, börtü böceğin, taşın toprağın... Bundandır toprağın kendilerine sundukları nimetlerden dolayı doğaya hürmet ve saygı duymaları. Dersim’de ateş su ile söndürülmez. Suyun da bir canı olduğu ve ateşe dökülünce canının yanacağı düşünülür.
Zorlu ve bir o kadar kadim bir coğrafya olan Dersim, Kürt ve Alevi inancına mensup, 1915 Ermeni Soykırımı sonrası gerek gidenler gerek kalanların da kattığı kültürle gelenek, görenek ve ritüelleriyle kendine has bir yer.
Bugün gerek göçlerle nüfusun dağılması gerekse de modernleşmeyle birlikte pek çok yerel kültür, kendine özgü gelenek, görenek, inanç ve ritüellerin unutulmasına neden oldu. Bu geleneklerin unutulmaması gelecek nesillere aktarılması konusunda çaba harcayan biri Caner Canerik.
YAŞLILARIN ANLATIMLARINI KAYIT ALTINA ALIYOR
Caner Canerik 1973 yılında Pülümür’de doğdu. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’nde (ZKÜ) öğrenim gördü. 1996 yılından itibaren çeşitli ulusal televizyon kanalları ve gazetelerin haber merkezlerinde muhabirlik yaptı. Ağırlıklı olarak “Türkiye Mozaiği” olarak gördüğü, farklı etnik ve dinsel azınlıklara ilişkin görsel ve yazılı çalışmalarda bulundu.
Fotoğrafçı, yazar ve belgeselci Caner Canerik, “Kamile Dersim-(Dersim Kâmilleri)” projesi kapsamında Dersim’de 80 yaş üstü yaşlılarla görüşerek günümüzde unutulan, gelenek, görenek ve ritüelleri gelecek kuşaklara aktarmak için kayıt altına alıyor.
'ESKİYİ YAKALAMAK MAALESEF Kİ MÜMKÜN OLMADI, ÇOK GEÇ KALMIŞIM'
1994 yılında henüz yaşamının baharındayken zorunlu göçle doğduğu topraklardan, çocukluğunu, ilk gençliğini yaşadığı ve yaşlanmayı umduğu çok sevdiği Dersim’den ayrılmak zorunda kalan, 14 yıl İstanbul’da yaşadıktan sonra heybesine özlem, umut, hayal doldurarak yurduna geri dönen ve aidiyet duyduğu o kadim topraklarda yaşamaya devam eden Caner Canerik, sahada var olan veya unutulmaya yüz tutmuş gelenek, görenek ve ritüelleri alıp sonraki nesillere aktarmaya çabaladığını söylüyor.
Canerik, “Dersim’den gidiş zorunluluktu ama dönüş kesinlikle bir tercihti” diyor. Birkaç hayal kurup onu gerçekleştirmek için dönmediğini, en önemli kararlarından birinin “Dersim’i tüm değerleriyle tanıyacak, kabul edecek ve yaşayacağım” demek olduğunu söylüyor.
Canerik, Dersim’e dönüş kararını kolay almadığını ve uygulanmasının da kolay olmadığını, bir süre şehir dışında yaşamış kişilerin, bulundukları kültürden etkilenerek getirdikleri ve burada “modernite” ya da farklı süslü sıfatlarla dayattıklarıyla yerel kültürü ve değerleri kendi elleriyle yok ettiklerini anlatıyor. Unutturulan geçmişe sarılma amacıyla döndüğünü söyleyen Canerik, “Bugün büyük oranda başardım diyebilirim ama eskiyi yakalamak maalesef ki mümkün olmadı. Çok geç kalmışım” diyor.
'KÖYDE GAZETE ÇIKARMAK HAYALDİ, ÖYLE DE KALDI'
Yaşama dair pek çok hayalinin olduğunu söyleyen Canerik, mesleki anlamda ise köyde günlük bir gazete çıkarmak istediğini, öyle bildik yerel gazetelerden olmayacağını, her bireyin gazetenin o gününde kendine yer bulabileceği, manşet olabileceği, Ankara ya da İstanbul’u umursamayacak bir gazete hayali olduğunu söylüyor.
“Hayaldi ve öyle kaldı” diyen Canerik, Dersim’e döndükten sonra 13 tane her biri farklı konularda belgeseller çekiyor. “Pırdesur (Kırmızı Köprü)”, “Bertij” ve “Was (Ot) belgeselleri birçok festivalde gösteriliyor.
DERSİM MASALLARI
80 yaş üstü yaşlılarla görüşüp kayıt alan Canerik topladığı hikayelerle “Dersim Masalları” adlı iki ciltlik kitap çıkardı.
Canerik, “Dersim’de Anadolu’nun diğer bölgeleri gibi kadim bir kültüre sahip” diyor ve ekliyor: “Yıllar içerisinde Anadolu’nun tüm kültürleri gibi Dersim kültürü de yok olmaya başladı. Bunun kuşkusuz pek çok sebebi var ama günümüzde sebepler üzerine odaklanarak çözüm bulma ve onu uygulayarak kültürü devam ettirme şansımız maalesef kalmadı."
Canerik, bu sebeple de 2004 yılından bu yana belgesel sinema formunda yapmaya çalıştığı kayıtları bir proje haline getirip uygulamaya başlamış.
Projenin ilk kaydını 2006 yılının ocak ayında yaptığını ve bugüne kadar iki yüzün üzerinde insanla görüştüğünü söyleyen Canerik, “İlk aşamada 80 Yaş üzeri insanla Dersim diye tanımlanan bölgede kayıtlar aldım. İnançtan, geleneğe, ritüellerden, oyun ve şarkılara kadar yaklaşık on beş ayrı başlık altında materyal toplamaya çalıştım. İnsanların edindikleri hayat tecrübesini, kendisine aktarılan bilgiyi ya da efsaneyi kaydederek sonraki nesillere aktarmayı amaçladım” diyor.
'45 DEFA 300 KM YOL YAPIP SABE TEYZEDEN KAYIT ALDIM'
Canerik’e dinlediği hikayelerden, aldığı kayıtlardan kendisi için en ilginç olanı sorduğumuzda, iki yüzün üzerinde insanla yaptığı kayıtlarla, yüzlerce saatlik bir arşiv olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor:
“Avasan aşiretinden, Ovacık Tilek köyünden Sabe Çelik ile yaklaşık 4 yıl süren bir çekim süreci oldu. İmkanlar ölçüsünde bazen haftada bir, bazen birkaç ayda bir gidip söyleşi yaptım. Kırk ayrı gün yapılmış kayıt var ve gidip de boş döndüğüm zamanları da sayarsak rahatlıkla 45 defa 300 KM yol yapıp kayıt almışımdır.
Ayrıntıya şunun için giriyorum, Sabe teyze gerçekten bilge bir kadındı. Dersim'in tarihine dair hiç duymadığımız ayrıntıları ondan alma şansım oldu. Elbette ki bir yandan da tarih kadar masal da derliyordum. Teyze her söyleşinin sonunda tatlı niyetine bir masal da anlatıyordu. Yakın çevresini de az-çok tanıdığım için yaşadığı sorunları da yaklaşık olarak biliyordum.
Köylere kadastro girmesi sürecinde anlattığı bir masal ise milat oldu. Ağaların, paşaların, dev ve ejderhaların olduğu -biraz abartarak söylüyorum tabii ki- bir masalda mal-mülk bölüşümü ve kavgası vardı. Bu, zihnimde "acaba mı?" diye bir soru canlandırdı. Sonraki söyleşilerde dikkat ettim ve anlattığı masalların büyük bölümü güncelde kendi yaşadığı sorunlara ilişkindi. Bu nedenle Dersim Masalları II kitabında bu masallara yer vermedim.
Önemli olan noktası şurasıydı, bir masalın oluşum sürecini kaydetmiştim. Tüm masallar aynı olmaz elbette ki, hepsinin farklı kaynağı vardır ama kaydettiğim masalların, Sabe teyzenin yaşantısının iz düşümü olduğunu biliyorum. Ayrıntılı incelemek, malumun ne olduğuna karar vermek kimin uzmanlık alanı bilmiyorum ama böyle bir gerçeği kaydetmiş oldum. Önümüzdeki yıllarda ayrı bir çalışma olarak yayınlanacak."
'BARE BİJEKU' (OĞLAĞIN PAYI)
Canerik, yaşlılarla yaptığı söyleşilerde çocuklara özgü bir bayram olan “Bare Bijeko” ve ölüme dair ritüelleri duyduğunda çok şaşırdığını söylüyor. Bare Bijeko’nun hikayesini sorduğumuz Canerik şöyle anlatıyor:
“Bahara doğru dünyaya gelen oğlakların bakımı büyük oranda çocuklar tarafından yapılmaktadır. Büyüyüp anne sütünden kesilinceye kadar ayrı bir şekilde otlamaya çıkartılırlar ve bunu da çocuklar yapar. Ancak mayıs ayı ortası gibi artık oğlaklar annelerini emmeyi bıraktığı ve onlarla birlikte otlamaya gittikleri ilk gün, köy çocukları ev ev dolaşarak türlü yiyecekler toplar ve piknik yapabilecekleri bir yere gidip hep birlikte eğlenirlermiş. Aralarına hiç yetişkin katılmaması ve çocukların özgürce gülüp oynadıkları, bayram yaptıkları eğlenceyi ilk kaydettiğimde inanılmaz heyecanlanmıştım. Sonra teyit etmek için farklı kişilere de sordum. Zar-zor da olsa anımsandı ama ne yazık ki çok ayrıntı hatırlanmadı. Böyle güzel bir gelenek maalesef ki artık yok!”
'ASIL BÜYÜK DEĞİŞİM DİNİ RİTÜELLERDE YAŞANIYOR'
İnsanların çaresiz kaldığı tek gerçeklik olan ölümün, acının hafifletilmesini sağlayan birçok ritüeli de beraberinde getirdiğini söyleyen Canerik, öteki dünya inancı, dua ve yakarışla o dünyada iyi bir yerde olması temennisi gibi bildik yaklaşımlara bir de onlar için verilen hayır yemeklerinin eklendiğini söylüyor.
Dersim’de bu bağlamda unutulan, ya da çok az bilinen bir ritüelin de ölülere yiyecek ulaştırmak olduğunu belirten Canerik’e, ölüye yiyecek ulaştırmanın nasıl yapıldığını ya da ne anlama geldiğini sorduğumuzda ise şöyle yanıtlıyor:
“Ölü için verilen hayır yemeklerinin sonunda, 'Tanrı, bizim yediğimizi ona eriştirsin' diye dua edilir. Ama geleneksel kültürde yiyeceğin ölüye ulaştırılmasında farklı bir ritüel gerçekleştirilir. O da genellikle mum alevinin üzerine un serpilerek yakılır ve koku olarak ölüye ulaşacağına inanılır.
Bu ritüeli gerçekleştiren kişilerin bir kısmı koku olarak mezarın içine gidebileceğini, bir kısmı da hala o civarda dolaşmakta olan ruhların kokuya -yani kendisine sunulan yiyeceğe ulaşabildiğini belirtmişlerdi. Ölüm ritüellerinde ayağa çorap giydirilmesi, yedi kat kefen, üzerine yorgan örtülmesi, baş altına yastık konulması, pir ya da rehberin gelip cura ile beyitler okuması gibi ritüeller artık gerçekleştirilmiyor maalesef."
'GERÇEK YOLCULUK YUVAYA DÖNÜŞTÜR'
Ursula K. Le Guin “Gerçek yolculuk yuvaya dönüştür” diyor. Caner Canerik de kendi gerçek yolculuğunu sürdürüyor. Bu yolda hayal kırıklıkları da yaşamış ama umudunu hiç elden bırakmamış. Köyünde deyim yerindeyse bir lokma, bir hırka derviş gibi yaşıyor. İmkansızlıktan değil, başta da söylemişti “bu bir tercih” diye.
Canerik, “Dersim kültürünü var eden en önemli unsur hayal gücüdür ve burada yaşadığınız sürece kurduğunuz çok hayal olur ve bir o kadar da çok hayal kırıklığı. Bütün olarak baktığımızda insanın hayallerini gerçekleştirebileceği bir mekandır Dersim. En azından benim için” diyor.
Caner Canerik, Dersim kültürünün yaşayan son değerlerinin peşine düşüp, kaydeden ve yaşatmaya çalışan birisi.
Tarihin sadece savaşların, hükümdarların hayat hikayelerinin anlatıldığı bir alan olmadığını, kültürlerin, geleneklerin, ritüellerin ve halkların yaşamlarının da birer özne olduğunu bize gösteriyor. Köy köy dolaşıyor, dağ, tepe geziyor çok yaşlı dinliyor. Dinlediği yaşlılardan Kamile Dersim projesi oluştu, içinden Dersim Masalları çıktı, görülen o ki daha da çıkacak.