Kanlı bir askeri darbeden sonra, Şili’nin başkenti Santiago’da, gözaltına alınan birçok insan bir futbol stadyumunda tutuluyordu. Bu insanların birçoğu işkencelere tabi tutuldu, bir kısmı tutuklanıp uzun yıllar hapsedildi, bir diğer kısmı ise bir daha haber alınmamak üzere katledildi.
Bu insanların arasında, sonradan direnişin sembolü haline gelecek olan, Pinochet diktatörünün kolluk kuvvetleri gitar çalıp şarkı söylemesin diye işkence sonucu kollarını kırdıkları bir sanatçı da bulunmaktaydı.
Yer yüzünde zulüm ve işkence oldukça adı yaşayacak olan bu sanatçı Victor Jara idi.
Stadyumda söylediği direniş şarkısı Manifesto, bugün de büyük bir beğeni ile söylenmektedir.
“Bir dilim ekmeğin şarkısıdır, toprağın derinliklerine kadar giden” diyen bir sesi duymamak için, daha 41 yaşındayken faşist diktatörlük onu katletmişti.
Alman diktatörün kurşuna dizdiği büyük felsefeci Macar devrimci Politzer kendisini ölüme götüren time “hey asker, sen kendini kurşuna dizdiğinin farkında mısın?” diye söylenmişti.
Irak diktatörü Saddam’ın ipe götürdüğü, gece saçlı kadın diye bilinen Leyla Kasım,
“benim ölümümden sonra saçlarımın örgüsünden, özgürlüğümüzün sembolü olan bayrağımızı yapın“ söylemi hepimizin aklındadır...
İran Mollalarının yakın zamanda vinçe asarak öldürdükleri Hüseyin Xızır, kalabalıkta idamını izlemeye gelen küçük kızını görünce, üzülmesin, hafıza dünyasında babasına ilişkin iyi bir hatıra kalsın diye, gider ayak ona gülücükler vermişti. Suçu Kürd olduğu için öldürülen bu babanın hislerini anlamak mümkün mü?
Ülkemizi işgal eden güçler her zaman halkımızın varlıklarına kast etmiş, onları her fırsatta öldürmek için elden gelen tüm gayretleri sarf etmekten çekinmemişlerdir. Annesi öldürülmüş bir Kürd çocuğunu katleden Iraklı bir asker şu itirafta bulunuyor: ”Bebek ağlıyordu. Ağzına silahımın namlusunu koyunca, ağlamayı bırakıp, namluyu emmeye başlamıştı, acıktığı belliydi. Kafamı ters tarafa çevirip tetiğe bastım....”
Kürdistan’ı dörde bölen devletlerin halkımıza yaptıkları katliamlar ve ferdi öldürmeler konusunda bir sıralama yapılsa TC devletinin ilk sırada yer alacağına kuşku yoktur.
Son Efrine yönelik savaş ilanı TC’nin Kürd halkının her parçadaki kazanımlarını yok etmek, sindirmek, yurtseverler gençlerine terörist yaftası yapıştırıp öldürmektir. Daha geçen yıl PYD Eş Başkanı Salih Müslüm birkaç defa Ankara’ya görüşmeye çağrılmıştı. Bugün de kırmızı bültenle arandığı iddiasıyla interpol tarafında yakalanıp TC’ye iade edilmek istenmektedir. Umarız Avrupa ve diaspora Kürdlerinin doğru tepkileri, S. Müslüm’ün özgür kalmasını sağlar. Aksi takdirde, Türkiye’ye verilmesi halinde, Kürdi bir duruş göstereceği beklenmektedir. Bunun ikinci bir Apo olayına dönüştürülmek istendiğine, psikolojik savaş gereği bir güç gösterisine malzeme edilmeye çalışıldığına kuşku yoktur.
Salih Müslüm ve Selahattin Demirtaş, sivil siyasete inanmamakla aynı yanlışı yaptılar. Oysa herkesten fazla kendilerine ve örgütlerine güvenmeliydiler.
Efrin’de Apo’nun posterlerinin taşınması “ bê serok jiyan nabe” deyip tel örgülerin arkasından zafer işareti yapmanın bize kazandırdığı bir şey yoktur.
PKK politikasının şimdiye kadar bize kazandırmadığı görülmelidir. PYD’yi PKK ile ilişkilendirmek Kürd halkına büyük kaybettirecektir. Her nedense, ABD’nin tersine PYD’nin her eyleminde Apo posterlerini taşımak Rojava’nın çıkarına degildir. Bu davranışlar, hassasiyetler dikkate alınmadan yapılan politikalar, Efrin halkına zarar verdigi gibi, Türk hükümetine de Rojava’ya yönelik saldırganlık ve suçlama bahanesi vermiştir. Bu konuda PKK ve Kandil’in yeterli sorumluluk göstermediği bilinmelidir. Aynı tavırlar Avrupa’daki gösteriler için de geçerlidir.
Apo’nun özgürlügünün, Kürd halkının özgürlük mücadelesinin önüne konulması oldukça yanlış ve saçmadır. Bunu Öcalan’ın kendisi de çok net şekilde söylemiş olmasına rağmen, sanki amaçlarının ”üzüm yemek olmadığı” giderek anlaşılmaktadır. Baştan beri PKK’nin Efrin ve PYD’den taktik olarak uzak durması gerekirken tam tersi yapılmıştır.
Türk devleti son birkaç yıldır Kürd halkına karşı dayattığı savaşın şiddetini oldukça arttırmiş, hiçbir engel ve kural tanımaz olmuştur. Giderek yerleşim yerlerine yönelik ciddi ablukalar uygulamakta, halkımızı fakirleştirmek, evsiz-barksız bırakmak ve toplu göçertmeler amacıyla kitle katliamlarına varan saldırılar örgütlemektedir. Türk devleti, her birkaç on yılda bir bu politikayı uygulamaya koymaktadır.
Dünyanın her tarafında iktidarı elinde tutan güçler, muhaliflerine karşı oldukça acımasız ve kan dökücüdürler. Buna maruz kalan kitlelerin yanlış yönlendirilmesi, kararsızlığı, örgütsüzlüğü, iktidarlara daha fazla güç, zulmetme ve fütursuz davranma kolaylığı sunmaktadır. Bunun en açık örneği Kürd halkıdır. Ne var ki bu zulüm ilelebet sürmeyecektir. Büyük acılara rağmen Kürd halkı her gün biraz daha bilinçlenmekte ve özgürlüğünü kazanma sürecinde yeni yol ve yöntemler bulmaktadır. Artık biliyor ki yönetici kadroları tutuklanıp imha edilse bile bu mücadele devam edecek ve ülkemizdeki varlığı gayri meşru olan egemenleri mutlaka yenecektir.