Devletin derinliklerinde reisler, çeteler, tetikçiler savaşı - Oya Baydar*

.

Oya Baydar

Bugün AKP-MHP iktidarının hükmettiği devlet aygıtının kurum ve kuruluşları, derinlerde yuvalanmış çetelerin, organize suç örgütlerinin, uluslararası uyuşturucu kartellerinin, kara para aklama şebekelerinin tasallutu altındadır. Biz sıradan vatandaşların hayret ve dehşetle izlediğimiz suç ve ilişkiler ağı, devlet kurumlarına çöreklenmiş işbirlikçiler olmadan kurulamaz, yaygınlaşamaz

Aslında savaş yerine dalaş demeliydim. Onlar dalaşırlar, hesaplaşırlar, sonra devran döner uzlaşır, kucaklaşırlar.

Günümüzde TC devleti bütün kurum ve kuruluşlarıyla dökülüp çözülürken derinlerden gelen pis kokular etrafa yayılıyor. Kendisi de bu pisliğe bulaşmış, derin çetelerin hem efendisi hem de oyuncağı olmuş siyasî iktidar, pis kokuların dışarıya sızmasını artık engelleyemiyor.

Derin devletin varlığı; derin merkeze silahla veya ideolojik dayatmayla hükmedenlerin güdümündeki özel yapıların (Teşkilatı mahsusa'dan Gladyo'ya, Ergenekon'a, Özel Harp Dairesi'ne, kontr-gerilla'ya, Sivil Savunma'ya, MİT'e, emniyetin askeriyenin kimi birimlerine kadar) varlığı; bunların siyasî hayata müdahaleye, askerî darbe ortamı hazırlamaya dönük destabilizasyon operasyonları, Türk-İslam sentezli devlet ideolojisinin "öteki" sayılanlara uyguladığı kimi zaman cinayete, katliama varan zulüm. ne bugünün işi ne de sadece Türkiye'ye özgü. Devletin derinliklerinin karanlık labirentlerinde mafyalar, organize suç örgütleri, irili ufaklı reisler, emirlerindeki tetikçiler her zaman vardı. Tümü de siyasetçilerle, iktidarlarla, bazen en tepedeki şahıslarla dirsek teması, hatta yakın ilişki içindeydiler.

Tüm darbeler ve darbe girişimleri; Güneydoğu'yu cehenneme çeviren, Kürt sorununu çıkmaza sürükleyen savaş, faili meçhul'ler, en bilinenleri Uğur Mumcu, Hablemitoğlu, Hrant Dink olan onlarca suikast, 12 Eylül darbesini önceleyen korkunç olaylar, kitle katliamları, hepsi derinlerde kotarılan planların uygulamalarıydı.

Desen: Selçuk Demirel

AKP öncesinde ve AKP'nin siyasî iktidarı alıp da henüz devleti ele geçiremediği ilk dönemde, derinlere hükmeden, devlet aklını belirleyen egemen güç büyük ölçüde ordu ve dönemin asker-sivil bürokrasisiydi. AKP'nin iktidar ortağı Gülen Cemaati'nin ahlak ve hukuk dışı yöntemlerle, sahte delillerle, cemaat yargısı eliyle yürüttüğü Ergenekon- Balyoz davaları devletin derin çetelerden arındırılmasını sağlayabilecekken (ki başta bu izlenim verilmişti) bugün FETÖ olarak anılan Cemaat'in kendi emelleri uğruna sahnelediği pis bir oyuna dönüştü. Gün gelip devran dönünce de, derin çeteleri ve tetikçileri açığa çıkarmak, darbe heveslilerini caydırmak yerine, aklanmayı ve özrü hak eden kumpas davaları mağdurlarıyla birlikte kimi derin devlet elemanlarının/ tetikçilerinin ve gerçek darbecilerin iade-i itibarla kahramanlaştırılmalarına yaradı. (Gazete Duvar'da Umur Talu'nun Gömülen Hakikat Zombi Olarak Geri Döner yazısı söylemeye çalıştıklarımı benden çok daha iyi anlatıyor.)

Devlet çeteleri mi, çetelerin devleti mi?

2014 Haziran seçimlerinin ardından "devlet aklı"na ve derinlerdeki yapılara hükmedenlerin değişmeye başladığını, AKP'nin MHP'yi de yanına alarak (ya da her zaman derin devletin parçası olmuş MHP'nin AKP'yi ele geçirmesiyle) devletleşmekte olduğunu görüyoruz. Bu süreç ülkeye ağır bedeller ödeterek ilerledi ve AKP bir "devlet partisi"ne dönüştü. Eskiden devletin aslî sahipleri sayılan asker-sivil bürokratik yapı etkisini yitirirken devlet aygıtıyla siyasî iktidar örtüştü. Derinlerdeki yapılar da pervasızca yüzeye çıktılar. AKP'nin iyi çocukları ile MHP'nin iyi çocukları bazen çatışarak ama çoğunlukla görev bölüşümüyle devlet içindeki yerlerini aldılar.(Bahçeli'nin Alaattin Çakıcı'yı hapisten çıkarmak için nasıl çırpındığını, 1980-90 öncesinin devlet operasyonlarında, cinayetlerde kullanılan tetikçilere "dava arkadaşım" diyerek nasıl sahip çıktığını; AKP Reisi uğruna bizleri kanımızda duş yapmakla tehdit eden mafya babası Sedat Peker'in itiraflarını, vb. hatırlamak yeter.)

Son günlerde, Hablemitoğlu cinayetinin faili olarak hakkında yakalama kararı verilmiş olan Özel Kuvvetler Komutanlığı mensubu, o dönemde MİT Başkanlığı için de adı geçen emekli albay, - aynı zamanda İnan Kıraç'ın şirket avukatı- Levent Göktaş'ın göz göre göre ortadan kaybolmasının ardından gelişen olaylar da devletin derinliklerindeki girift ilişkilerin başka bir belirtisi. (Bakınız: Tolga Şardan'ın T24'teki 22 ve 26 temmuz tarihli yazıları.)

Devleti kutsayanlar hangi devlet diye sormalılar kendilerine

Devlet, en basit tanımıyla toplum düzenini sağlamak, vatandaşların sulh sükûn içinde birlikte yaşamalarını güvence altına almak, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak için gerek duyulan bir aygıttır. Devlete hükmedenler kendi iktidarları ve çıkarlarını korumak için bu aygıta dokunulmazlık, hatta kutsallık atfederler. Modern devleti inşa etmeyi başarmış görece demokratik toplumlarda marjinal kesimlerin, faşist kanatların ideolojisi olan kutsal devlet anlayışı, yerini vatandaşın hizmetindeki denetlenebilir devlet anlayışına bırakmıştır.

Yüzlerce yıllık devlet geleneğinin, tarihten gelen ceberrut/zorba devlet algısının, devlet korkusunun ve devlet-baba zihniyetinin sürüp gittiği Türkiye gibi ülkelerde, devlet sınıflardan, ideolojilerden, iktidarlardan bağımsız bir yüce varlık olarak algılanır. Bu anlayışa göre devlet yurttaşın hizmetinde değil yurttaş devletin hizmetindedir. Muktedirler, güçlerini ve otoritelerini bu anlayıştan devşirirler.

Böyle bir devlet anlayışının hakim olduğu toplumlarda muhalefet, bir yandan iktidarı kıyasıya eleştirirken en temel, en hayatî konularda devlet zihniyetinden ve devletin çizgisinden sapmayı kolay kolay göze alamaz.

Türkiye'den örnek verecek olursam; iktidarın "devletin bekası" söylemine sığınarak sürdürdüğü savaşçı, çatışmacı, ilhakçı dış politikaya karşı -başta CHP- 6'lı Masa muhalefetinden, kendilerini sol sayan ulusalcı devletçi kesimlerden net bir itiraz gelmemiştir. Sınırötesi harekâtlar, evlatlarımızın komşu ülkelerin topraklarında savaşa gönderilmesi, oralarda şehit olmaları, bütün bunlar sorgulanmamıştır. Bu ve benzer konularda muhalefet anında iktidarın yanında hizalanmıştır. Devlet içinden birilerinin kulağa fısıldadıkları, muhalefetin tutumunu belirler. (Dokunulmazlıkların kaldırılması sırasında Sayın Kılıçdaroğlu'nun "Anayasaya aykırı olduğunu biliyoruz ama" diyerek evet oyu kullanacaklarını açıklaması bu tutumun örneklerinden sadece biridir.) Aynı tutum devletin şiddet kullanma tekelinin araçları olan asker-sivil güvenlik güçleri için de geçerlidir. Onların işledikleri suçlar da görmezden gelinir, örtbas edilir, es kaza yargıya taşınmışsa ya zaman aşımına uğrar ya da beraatle sonuçlanır. (Son örnek JİTEM davası.) Vaka ayyuka çıkmışsa, örtbas edilmesi imkânsızlaşmışsa bile eleştiri pes perdeden, utangaçca, aman devlete zarar vermeyelim tavrıyla yapılır. Çünkü kurumların ve bireylerin genlerine işlemiş hakim zihniyet, net bir karşı çıkışın devletin çıkarına ve çizgisine aykırı olduğu yanılgısını barındırır. Yargı mensupları arasında yapılan bir araştırmada, "Önünüze gelen bir davada devletin çıkarını mı ferdin çıkarını mı gözetirsiniz?" sorusuna ezici çoğunluğun verdiği cevabın "devletin çıkarı" olduğunu hatırlayalım.

Hangi devlet, kimlerin çıkarı?

Devlet bir kurumlar ve yapılar bütünüdür, operasyonel bir aygıttır. Bugün AKP-MHP iktidarının hükmettiği devlet aygıtının kurum ve kuruluşları, derinlerde yuvalanmış çetelerin, organize suç örgütlerinin, uluslararası uyuşturucu kartellerinin, kara para aklama şebekelerinin tasallutu altındadır. Biz sıradan vatandaşların hayret ve dehşetle izlediğimiz suç ve ilişkiler ağı, devlet kurumlarına çöreklenmiş işbirlikçiler olmadan kurulamaz, yaygınlaşamaz.

Devlet kurumlarında bu türden ilişkilerin, derin devlete yuvalanmış karanlık güçlerin, suç örgütlerinin, mafya tetikçilerinin her zaman varolduğunu başta da hatırlatmaya çalıştım. Bugünün dünden farkı; devletin, "yüce çıkarlarını!" korumak için bu yapıları kontrol etmekle ve kullanmakla kalmaması; bu yapıların, yani derin çetelerin ve suç örgütlerinin devleti ele geçirmekte olmasıdır. Başka türlü söyleyecek olursak, derin devlet çetelerinden çetelerin devletine doğru hızlı bir geçiş söz konusudur.

Susurluk olayları sırasında, "Az kaldı mafya devleti ele geçirecekmiş" denirdi. Sanırım korkulan oldu, hem de baş aktörler fazla değişmeden. Devlete biat edenlerin "bu kimlerin devleti" sorusunu sormalarının ve hamasî ezberleri bir yana bırakıp gerçekleri görmelerinin zamanıdır.

Kaynak / T24

Kurdistan Haberleri

Üçüncü Dünya Savaşı - Arzu Yılmaz*
Eğer Danielle Mitterrand bugün burada olsaydı
Myles Caggins: Kürdistan petrolünün yeniden ihracatı için birçok adım atıldı
Dersim ve Ovacık belediyelerine kayyum atandı
Mesud Barzani: Her türlü barış girişimine destek veriyoruz