Diakurd: 100. yilinda Lozan Antlaşması ve Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkı!

.

Lozan Antlaşması bundan 100 yıl önce, 24 Temmuz 1923’te imzalandı. Bu vesile ile; kimileri için bir ‘zafer’ ve kutsal metin, kimileri için de ‘hezimet’ olarak değerlendirilen Lozan Antlaşmasının Kürt halkı için ne anlama geldiğini irdeleme güncelliğini koruyor.

Resmi erk, kendi çıkarları doğrultusunda tabular oluşturur ve bunları herkese kabul ettirmeye çalışır. Türkiye bu Antlaşmayı kutsal bir metin olarak sunmakta ve bu antlaşmayı sorgulayıp eleştirenleri: I. Dünya Savaşı sonunda 10 Ağustos 1920’de Osmanlı Devleti ile İtilâf devletleri arasında imzalanan Sevr Antlaşmasına atfen ‘Sevr’ci’ olmakla suçlamakta.

Bilindiği üzere,Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı ve dünya devletleri arasında tanınırlığının sağlandığı Lozan Antlaşması, imzalanmasının 100’üncü yılında ilk kez yargıya konu oldu. Kürt Diaspora Konfederasyonu (DİAKURD) mayıs ayında Cumhurbaşkanlığı Kabinesine gönderilen bir dilekçe ile: Lozan Antlaşması’nın iptali ve Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkının hayata geçirilmesini talep etti.
Daha önceki açıklamamızda bu başvuruya olumlu veya olumsuz yanıt verilmediği takdirde iç hukuk ve uluslararası hukuk yollarına başvurulacağı ifade edilmişti. Cumhurbaşkanlığı kanuni süre zarfında cevap vermeyerek talebimizi zımnen reddetmiştir. Bundan dolayı Kürt halkının ihlal edilen haklarının uygulanması için idari yargı yoluna taşıdık.

Lozan Antlaşmasının imzalanmasının 100. yılı dolayısıyla anlaşmanın iptali ve Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Ekonomik Kültürel ve Sosyal Haklar Sözleşmesinin 1’inci maddesine dayanarak Kürt toplumunun kendi kaderini tayin etme hakkının hayata geçirilmesini dile getirdik.

100 yıl önce egemen güçlerce her türlü ahlaki ve hukuki standartlar hiçe sayılarak; Kürtler, toprakla birlikte alınıp satılan ve egemenler arasında el değiştiren ‘meta’ olarak telakki edilmiş, Kürdistan toprakları Kürtlerin görüşü alınmadan farklı devletler arasında bölüştürülmüş ve kadim bir halk yok oluşa mahkûm edilmek istenmiştir.

Aradan geçen süre içerisinde Kürtler Türkiye’de, anayasanın 66. maddesi gereğince Türk olmalarına hükmedilmiş her türlü siyasi temsilden, özerk bir şekilde kendi kaderi tayin etmekten mahrum edilmiş, kültürleri ve dilleri yasaklanmıştır. Bu uygulama1926 yılında yürürlüğe giren Şark Islahat Planı genel müfettişlik, sıkıyönetim ve olağanüstü hâl gibi isimler adı altında 2002 yılına kadar sürdürülmüştür. Günümüzde de Türkiye’de mevzuat veya mevzuat dışı olarak Kürtlere yönelik her tür etnik ayrımcılık devam etmektedir. Başta eğitim olmak üzere kamusal hizmetler sadece resmi dilde sunulmakta, ilkokuldan üniversiteye devam eden bir Kürt öğrenci kendi diline, tarihine ve kültürüne ilişkin bir kelime ile dahi olsa eğitim alamamakta, asimilasyon için tüm araç ve gereçler devletçe fonlanmakta, organize edilmekte ve sistematik bir şekilde kullanılmaktadır. Geçen yüzyıllık sürede Kürtlerin Türk olmaya zorlanması, dışlama, yok sayma ve asimilasyon politikası, amaçlandığı üzere; Türkler ve Kürtler arasında zoraki bir ulusal kimlik ve vatan duygusu oluşturmamış ve oluşturamayacaktır.

Toprak bütünlüğünün korunmasını isteme hakkı, ancak ülkesinde yaşayan tüm halkların siyasi haklarını tanıyan ve iktisadi sosyal ve kültürel düzeylerini geliştirmelerine imkân veren devletler için söz konusu olabilir. Türkiye Cumhuriyeti devleti imparatorluk bakiyesi olduğunu unutmuş, imparatorluğun kadim dönemlerinden beri var olan vatandaşlık kurumunu işlevsiz hale getirerek devlet-uyruk sınırını ihlal etmiştir. Vatandaşlık için yansız, rasyonel ve işlevsel bir hukuksal çerçeve çizmek yerine anayasanın 66. maddesinde yer alan “Türkiye vatandaşı olan herkes Türk’tür” biçimiyle ulusal kimlik inşa edilmesi girişimi başarısız olmuştur. Bu nedenle Kürtlerin vatandaşlık sorunu geçen sürede bitmemiştir. Bu manzaranın sorumlusu ayrımcı mevzuatı, uygulamaları ve devleti sadece bir etnisiteye indirgeyen tavrıyla devlettir.

Toprak bütünlüğü ilkesi, zorbalığa verilmiş açık bir çek değildir. Devletler, uyruklarını suistimal edemez. Toprak bütünlüğü ve egemenlik şartlıdır. Uyruğu olan azınlığa karşı ciddi insan hakları ihlalleri işleyen veya dilsel/kültürel olarak binlerce yıldır biriktirdiği ne varsa bozmak veya yok etmek amacıyla sistematik asimilasyon politikası yürüten devletlerin toprak bütünlüğü korunmaya değer olmadığı gibi, suistimal edilen azınlıkla bağlantılı olarak da meşruiyetini kaybeder. Yargıç Dilard’ın dediği gibi toprağın kaderini halk belirler, toprak ve devlet halka tabiidir. Halkın toprağa, toprağın de devlete tabi olması şeklindeki yanlış inşa tarzı, ihlallere, ihmal ve gaspa kapı aralamaktadır. Devletlerin amacı hangi etnik kökenden gelirse gelsin, uyruklarının mutluluğu, gerçek hak eşitliği, yaşamlarının iyileştirilmesi, maddi ve manevi yönlerinin geliştirilmesidir. Devletlerin bunda başarısız olması halinde, bunun doğal olarak bazı sonuçları olacaktır; Kendi Kaderini Tayin Hakkı her türlü zorbalığa karşı bir çıkış kapısıdır.

O halde bir azınlık; a) halk tanımına uyuyorsa, b) ayrımcılığa veya sistematik baskı veya asimilasyona uğruyor veya böyle bir tehlike varsa, c) iç self-determinasyon hakkını kullanması engelleniyorsa, d) serbest iradesiyle dış self determinasyon hakkını kullanmak istiyor ve e) diğer azınlıkların temel insan haklarına ve jus cogens (Uluslararası hukukta devletlerin kısmi olarak egemenliklerini devrettikleri istisnai durumlar) kurallarına saygı gösterme erdemi gösteriyorsa, dış self determinasyon hakkını, yani ayrılma hakkını, kullanabilir. Davamızın temel tezi budur.

Türkiye Cumhuriyet’inde Kürtler için bu şartların hepsi mevcuttur, bundan korkulmaması gerekiyor. Yüzyıl önce Kürtlerin rızası alınmadan imzalanan ve Kürtlerin topraklarıyla birlikte maraba gibi elden devredildiği anlaşma batıldır. Hiç kimse başkasına sahip olduğu haklardan daha fazlasını devredemez. İhlal, baskı ve asimilasyonun son bulması için Kürtlerin kaderlerini özgürce belirlemeleri gerekmektedir. Bunun için Danıştay nezdinde dava açtık.

Kürt Diaspora Konfederasyonu – Diakurd
23.7.2023

Kurdistan Haberleri

Üçüncü Dünya Savaşı - Arzu Yılmaz*
Eğer Danielle Mitterrand bugün burada olsaydı
Myles Caggins: Kürdistan petrolünün yeniden ihracatı için birçok adım atıldı
Dersim ve Ovacık belediyelerine kayyum atandı
Mesud Barzani: Her türlü barış girişimine destek veriyoruz