Erdoğan, 42 yıl sonra kapatılan Diyarbakır Cezaevi’nin Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredildiğini açıkladı. Peki şimdi be olacak? Cezaevi yıkılacak mı, yoksa bir hafıza merkezi olarak korunacak mı? AK Parti Diyarbakır Milletvekili Mehdi Eker ve cezaevinde kalmış isimler Serbestiyet’e değerlendirdi. Mehdi Eker: “Hafıza Merkezi olmadan olmaz. Kültür Bakanı’na aceleye getirilmemesi gerektiğini söyledim.” İlhami Işık: ‘’Niyet, anlamı boşalttığı için çok sevinemiyor, mutlu olamıyorum. Ya da bir değer biçemiyorum bu adıma’’, Bayram Bozyel: ‘’Bizim Diyarbakır Cezaevi'nin müze olsun dememizden amaç nostaljik bir duygu değil. Oradaki yaşananların bir daha tekrarlanmaması için buna ilişkin bir duyarlılığın, bir bilincin, bir duruşun geliştirilmesidir.’’
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Diyarbakır ziyaretinde (23 Ekim) Diyarbakır Çevre Yolu, TOKİ 1525 konut, 17 işyerinin açılışını yaptı ama ziyaretten geriye kalan Diyarbakır Cezaevi’nin Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilmesi oldu.
Erdoğan, devir töreninde “Geçmişte nice acılara, zulümlere konu olan Diyarbakır Cezaevi binası artık hem hafıza hem de farklı alanlarda faaliyet yürütme imkanı sağlayan bir eser olarak hizmet verecektir. Elbette ki Diyarbakır’ın bu güzel tablosundan rahatsız olanlar da var. Adeta kahroluyorlar” dedi.
Müze yapılmak üzere mülkiyeti Adalet Bakanlığı’ndan Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devredilen Diyarbakır Cezaevi’nin kapısına kilit vuruldu. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, kilidin anahtarını Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’a teslim etti.
Peki, şimdi ne olacak? Bu soruyu cezaevinde yatmış isimlere ve AK Partili siyasetçilere sorduk.
Mehdi Eker: “Hafıza Merkezi olmadan olmaz. Kültür Bakanı’na aceleye getirilmemesi gerektiğini söyledim”
AK Parti Diyarbakır Milletvekili, eski bakan ve AK Parti yöneticisi Mehdi Eker:
“Kültür Bakanımıza da söyledim. Bir hafıza merkezi olması lazım. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da konuşmasında ‘hafıza merkezi’ kelimesini özellikle kullandı. Hafıza merkezi olmadan olmaz diye düşünüyorum.
“Geçen hafta Kültür Bakanı ve Adalet Bakanıyla da konuştum. Şimdi orası tabii insanlığın yüz karası bir yer. İnsanlık dışı uygulamaların yapıldığı bir yer, mekan. Böyle olunca oranın 2007 yılında kapatılmasını konuşmuştuk. Tabii orası büyük bir alan. 49 dönümlük bir alan. Dolayısıyla koğuşların olduğu bölüm bir hafıza merkezi olmalı diye düşünüyorum. Benim önerim bu. Gelecek nesillere bunun aktarılması, bu işkenceleri yapan insanların tarih önünde mahkum edilmesi, nesiller boyu aktarılması önemlidir.
“Kültür Bakanımıza şunu önerdim: Bu aceleye getirilmemeli. Mutlaka birçok kişiden görüş alınmalı. Gerekirse proje yarışması yapılabilir. Buna göre de o alanın tamamı iyi bir şekilde değerlendirilmeli. Orası bizim Bağlar ilçemizin eski bölgesi. O cezaevi 1972-80 arasında inşa edildi. Ve seksen darbesinden hemen önce bitti. Arkasından da birkaç ay sonra da darbe oldu.
Dolayısıyla Bağlar bölgesi Diyarbakır’da şehirleşmenin en kötü örneklerinin sergilendiği yerdir. Geçmiş dönemde o bölgeye imar verilmiş. Bazı sokaklara ambulans giremiyor. İtfaiye aracı giremiyor. Aslında bir kentsel dönüşümün de mutlaka yapılması gereken bir bölge. Diğer yerler çok modern, çok iyi.
“Diğer kısımların daha iyi bir şekilde değerlendirmesi açısından bir proje yarışması başlatılabilir. Veya bakanlık üzerinden Türkiye’de muhtelif insanların mimarların veya bu tür kentsel tasarım yapabilecek ehil insanlarımızın görüşleri alınıp ona göre bir şey yapılması lazım. Gecikmeli de olsa çok güzel bir adım. Bir kere ora cezaevi olarak zaten kullanılıyordu. Anahtarı alındı. Kültür Bakanlığımıza teslim etti.
“Siyasi irade Sayın Cumhurbaşkanımız bu konuyu söylemişti daha önce. 9 Temmuz 2021 tarihinde talimatını vermişti. Diyarbakır ziyaretinde yaptığımız bir konuşmada söz etmişti fakat bir takım hazırlıklar yapıldı. O mahkumların transferi vs. halledildi. Adalet Bakanlığı da çalışmalarını tamamladı. Dün sabah daha sona gelindi, anahtar teslim edildi.
“Dediğim gibi benim önerim oranın hafıza merkezi olması. Diğer kalan alanların da sosyal ihtiyaçlar için, atölye ya da garaj gibi kullanılması lazım.’”
Bayram Bozyel: “Diyarbakır Cezaevi, geçmişte yaşananları gelecek kuşaklara aktaracak, her türlü vahşet ve hoyratlığa karşı toplumsal bir bilinç oluşturacak şekilde bir müzeye dönüştürülmelidir”
Diyarbakır Cezaevinde mahkum olarak kalmış olan, Diyarbakır 5. No’lu kitabının yazarı Kürt siyasetçi Bayram Bozyel:
“Diyarbakır Cezaevi’nin müze olması konusu 2010 yılından beri gündemde. O dönemde hükümet, Diyarbakır Cezaevi’nin müze olması yönünde pozitif bir eğilime sahipti. Ancak aradan geçen zaman içinde Türkiye’deki siyasal iklimin olumsuz yönde değişmesine paralel olarak bu mesele de gündemden çıktı. Yine 2016 yılında AKP’nin inisiyatifiyle TBMM’de Diyarbakır Cezaevi’ni İnceleme Komisyonu kuruldu ve bununla ilgili birçok tutuklu ve mağdurdan görüş alındı. Ardından bu sorun yine sürüncemeye bırakıldı.
“Diyarbakır Cezaevi’ni önemli kılan, herhangi bir cezaevi olmanın ötesinde, önemli bir geçmişe, yoğun acıları ve kötülükleri barındıran bir deneyimler birikimine sahip olmasıdır. Çünkü orada yüzyılın, belki de insanlığın görebildiği en kötü işkenceler, insanlık dışı uygulamalar Kürtlere, muhaliflere, demokrat insanlara uygulandı. 12 Eylül darbecileri, Kürt halkının barışçıl demokratik özgürlük taleplerini kırmak, sindirmek için Diyarbakır Cezaevi’ni bir pilot bölge olarak kullandılar, bir laboratuvara çevirdiler. Orada yüzlerce Kürt kadrosu işkenceyle öldürüldü. Binlercesi sakat bırakıldı. Dışarıya çıkanların çoğu yine yaşamının çoğunu sağlık sorunlarıyla geçirmek zorunda kaldı. Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan vahşet sadece içeridekiler bakımından değil, içerdekilerin on binlere, yüz binlere ulaşan ailelerinin hayatında da derin izler bıraktı. Söz konusu baskı ve işkencelerin psikolojik, sosyal ve siyasal sonuçları oldu. 12 Eylül askeri darbesinden sonra Türkiye’nin kendisi baştanbaşa açık bir cezaevine dönüşmüştü zaten, ama Diyarbakır Cezaevi’nin her zaman özel bir konumu oldu.
Cezaevinden çıktığımız günden beri Diyarbakır Cezaevi’nin müze olmasını savunuyoruz. Bugün bu adımın atılması geç, ama olumludur. Esas bundan sonrası önemlidir. Önemli dememin nedeni şudur; Diyarbakır Cezaevi gerçekten orada yaşanan deneyimleri olduğu gibi gelecek nesillere aktaracak şekilde dizayn edilecek mi? Oradaki yaşanan kötülükler olduğu gibi insanlık oluşmasıdır. Geçmişte yaşanan kötülüklerin bir yaşanmaması için Diyarbakır Cezaevi her zaman diri ve canlı bir levha işlevi görmelidir. Tabii ki bu işin takipçisi olacağız. Bu bağlamda önerimiz, Diyarbakır Cezaevi bir müze olarak dizayn edilirken orada yaşayan tutukluların, onların yakınlarının, hukukçuların, insan hakları kurumlarının ve belki de benzer deneyimleri yaşamış başka ülke uzmanlarının katkısı ve görüş alınmalı, onlar bu sürece katılmalıdırlar. Baştan savma, göz boyama niteliğinde bir merkez olarak dizayn edilmesi amacı karşılamaz. Ben kendim mesela Nazilerin Yahudileri, muhalifleri, solcuları yakıp yok ettiği Münih’teki Dachau kampını gezip görme imkanı buldum. Bir insan o kampı gezip görürken geçmişte o ülkede yaşananları bütün çıplaklığıyla anlama ve Almanya’nın nereden nereye geldiği daha iyi farkediyor.
“Yine Süleymaniye’de Emna Sor diye bir müze var. Geçmişte Saddam rejiminin Kürtlere uyguladığı bütün zalimane uygulamaları günümüzde gözler önüne seriyor. Özetle Diyarbakır Cezaevi, geçmişte yaşananları gelecek kuşaklara aktaracak ve böylece askeri darbe girişimlerine, her türlü vahşet ve hoyratlığa karşı toplumsal bir bilinç oluşturacak şekilde bir müzeye dönüştürülmelidir.”
İlhami Işık: “Diyarbakır Cezaevi sadece bir hapishane değildi. Bir kıyım makinesiydi”
1980’de Diyarbakır Cezaevi’nde mahkum olarak yatmış yazar İlhami Işık:
“Spesifik olarak iktidarın ya da Sayın Adalet Bakanı’nın açıklamalarından ziyade 1980’lerde inanılmaz acılara, vahşete, kıyıma neden olan ve öyle bir cezaevinin müzeye dönüştürülmesi önemli ve değerlidir. Bunu böyle görmek gerekiyor. Ben de öyle görüyorum. Ama işin içinde ‘ama’ var. Mevcut iktidarda meselelere, bunu nasıl pazarlarım anlayışı hakim olduğu için bugün bunu bir müzeye dönüştürme gayreti elbette böylesine kıymetli bir durumu anlamsızlaştırıyor, değersizleştiriyor. Siz niyetinizi yapılan işin önüne koyduğunuz zaman, o müzenin veya işin toplum nezdinde anlaşılması adına bir anlamsızlık portresi çizmiş olursunuz. Mevcut iktidar bütün sorunlara böyle baktığı için meseleleri çürüttükten sonra ele alıp değerlendirdiği için bir anlamı kalmıyor.
“Mevcut iktidar olaylara böyle yaklaşmış olmasaydı, Kürtler için, bölgede yaşayan insanlar için, Diyarbakır için ya da o cezaevinde yatmış insanlar için çok farklı bir durumun ortaya çıkabilirdi. Ama bugün bu açıklamanın toplum nezdinde bir anlamı olmadığı belli oluyor. Gelen tepkilerden, değerlendirmelerden daha çok iktidara yakın kalemler ya da medyanın bunu anlatması dışında genelde ‘ama’ ile karşılanan bir tablo var.
“Diyarbakır Cezaevi sadece bir hapishane değildi. Bir kıyım makinesiydi. İnsanların insanlıktan çıkma halinin fotoğrafıydı. Sadece acı yoktu, sadece işkence yoktu orada. Hayat yoktu. Sadece ölüm kokuyordu. Bir gün değil, bir ay değil, bir yıl değil. Yıllarca devam eden, her saniye, her dakika, her hafta, her ay, her yıl devam eden, kelimelerle ifade edilemeyecek bir vahşetin serüvenidir, adresidir.
“Böylesine bir vahşet evinin, müzeye dönüştürülmesi elbette insan hakları açısından, insan onurunun iadesi açısından anlamlı ve kıymetli bir şeydir. Ama bunun içinin boşaltılması, seçim sürecinde böyle bir adımın atılmasına dikkat çekmek lazım. Çünkü iktidar yirmi yıldır iktidarda. Düşünebiliyor musunuz? Daha yeni hayata geçirilmeye çalışıyor. Niyet, anlamı boşalttığı için çok sevinemiyor, mutlu olamıyorum. Ya da bir değer biçemiyorum bu adıma.’’
Ne olmuştu?
Diyarbakır Cezaevi, 12 Eylül 1980 askeri darbesinde mahkumlara yapılan ağır işkenceler nedeniyle dünyanın en ağır şartlarına sahip cezaevleri arasında anılıyor. 1978’de 46 bin metrekarelik alanda inşaatına başlanılan cezaevi, 12 Eylül 1980’de Sıkıyönetim Komutanlığı emrinde Askeri Cezaevi olarak hizmete açıldı ve 5 Mayıs 1988’de Adalet Bakanlığı’na devredildi. Daha önceki süreçlerde okul ya da müzeye dönüşeceği yönünde benzer açıklamalar yapılsa da, bugüne kadar somut herhangi bir adım atılmadı.
Otuzu aşkın tutuklu, 1980-84 yılları arasında, cezaevi yönetiminin kötü uygulamaları, yapılan işkenceler nedeniyle hayatını kaybetti.
Kaynak: Serbesiyet